Hepimiz hayatımız boyunca mutluluğu bir yerlerde, bir şeylerde veya birilerinde arayıp durduk. Kimimiz başarıda, kimimiz parada, kimimiz ise başkalarının onayında huzuru bulacağını sandı. Ancak son yapılan araştırmalar ve uzman görüşleri, bu arayışın aslında büyük bir yanılgı olduğunu ve mutluluğun dışarıda bulunacak bir hazine olmadığını gözler önüne seriyor. Yıllardır bize öğretilen, "şuna sahip olursan mutlu olursun" kalıplarının aslında bizi nasıl bir kısır döngüye soktuğunu fark ettiğinizde şaşıracaksınız.
Asıl mesele, mutluluğun aranacak değil, öğrenilecek bir beceri olmasıdır. Yapılan bilimsel çalışmalar, mutluluğun gökten zembille inen bir şans ya da dış faktörlere bağlı bir durum olmadığını, aksine kişinin kendi elleriyle inşa ettiği bir yaşam biçimi olduğunu ortaya koyuyor. Hatta daha da ileri giderek, mutsuzluğun da aslında bir seçim olabileceği gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekiyor. Kimi insanlar farkında olmadan mutsuz olmayı ve bu mutsuzluğu yaymayı seçebiliyorlar. Bu durum, kişinin kendi duygularını yönetme biçimiyle doğrudan alakalı.
Peki, mutluluk bir seçimse, neden bazı insanlar inatla mutsuzluğu seçiyor? Cevap, kişinin özgüveni ve benlik algısında yatıyor. Şaşırtıcı bir araştırma, özgüveni düşük bireylerin pozitif olaylar yaşadıkça daha çok hastalandığını, özgüveni yüksek olanların ise tam tersine daha sağlıklı hale geldiğini gösteriyor. Kendini değersiz hisseden biri, sevgiyi ve mutluluğu hak etmediğini düşünerek, başına gelen güzel olayları bile sabote edebiliyor. Hatta, kendisine kötü davranıldığında, bu durum kendi içindeki "ben değersizim" inancıyla örtüştüğü için, paradoksal bir şekilde kendini daha rahat hissedebiliyor.
Mutluluğun seviyelerini anlamak da bu noktada kritik önem taşıyor. En alt seviyede, kendinden kaçışın olduğu "zevk odaklı" bir yaşam var; bu seviyedeki insanlar sürekli bir haz peşinde koşarak kendi gerçeklerinden uzaklaşıyorlar. Bir üst seviyede "başarı odaklı" mutluluk yer alıyor; kazanma hırsı, güç ve statü arayışı... Ancak bu da sürekli bir kaygı ve yetersizlik hissi doğuruyor. Daha yukarıda, başkalarının hayatına değer katmanın getirdiği "coşku" ve en tepede ise, kişinin sadece kendisi olduğu için değerli hissettiği "huzur" bulunuyor.
Para ve mutluluk ilişkisine dair ezber bozan bir gerçek de var: Para, temel ihtiyaçları karşılayana kadar mutluluk getiriyor ancak sonrasında etkisi duruyor. Daha da ilginci, eğer kişi halihazırda mutsuz biriyse, ne kadar çok para kazanırsa kazansın mutlu olamıyor; tam tersine, para sadece mutlu olan insanı daha mutlu ediyor. Yani mutluluk, banka hesabınızdaki rakamlardan önce, zihninizdeki ve kalbinizdeki huzurla başlıyor.
Sonuç olarak, mutluluk dışarıdan satın alınabilecek bir meta değil, içeride inşa edilecek bir yapıdır. Deneyimlere yatırım yapmak, eşyaya yatırım yapmaktan çok daha kalıcı bir mutluluk sağlıyor. Bir seyahat, dostlarla içilen bir çay veya yeni bir şeyler öğrenmek, alınan pahalı bir saatten çok daha uzun süreli bir tatmin yaratıyor. Hayatınızı "başarı" üzerine değil, "anlam" ve "huzur" üzerine tasarladığınızda, mutluluğu aramanıza gerek kalmadığını, zaten onun içinde yaşadığınızı fark edeceksiniz.