Türkiye'de hukuk ve adalet tartışmaları hiç bitmiyor. Dünya Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 142 ülke arasında 117. sırada yer almak, ülkedeki yargı sistemine yönelik ciddi soru işaretlerini beraberinde getiriyor. Cezaevleri kapasitenin çok üstünde dolu, yeni hapishaneler inşa etmek için milyarlar harcanıyor. Bu ortamda, gazeteci Merdan Yanardağ'ın casusluk suçlamasıyla tutuklanması ve TELE1 televizyonuna kayyum atanması, birçok kişiye göre siyasi bir hesaplaşmanın parçası gibi görünüyor.
Merdan Yanardağ, uzun yıllardır tanınan bir gazeteci ve TELE1'in Genel Yayın Yönetmeni. Tutuklanmasıyla birlikte kanalına kayyum atanması, casusluk iddiasının aslında bir bahane olduğu şüphelerini artırıyor. Çünkü dava daha başlamadan, Yanardağ henüz sanık konumundayken kanal el değiştirdi. Sonuçta TELE1, artık eski dinamizminden uzak, sıradan yayınlar yapan bir hale geldi. Yanardağ'ın tutuklanmasının hemen ardından kanalda çalışan tüm gazeteciler istifa etti ve şimdi YouTube üzerinden TELE2 TV adıyla yayın hayatına devam ediyorlar. Bu durum, medya özgürlüğü açısından büyük bir kayıp olarak değerlendiriliyor.
Casusluk davasında öne sürülen iddialar da oldukça tartışmalı. Basına yansıyan bilgilere göre, somut deliller veya gerçek tanıklar yerine Zeytin, Çınar, Mimoza, Martı, Kartal, Şahin gibi kod isimlerle gizli tanıklar var. Bu tanıklar, "Duyum aldım", "Öyle duymuştum" veya "Bildiğim kadarıyla" gibi ifadelerle beyanda bulunuyor. Hukuk uzmanları, bu tür tanıklıkların ne kadar geçerli olduğunu sorguluyor. Merdan Yanardağ gibi mücadeleci bir gazetecinin casuslukla suçlanması, birçok kişi için akıl almaz geliyor. Çünkü Yanardağ, yıllardır sömürgeci düzene karşı duruşuyla bilinen, sosyal demokrat ve devrimci bir isim.
Merdan Yanardağ'ın geçmişi de bu suçlamaları daha da anlamısız kılıyor. 12 Eylül askeri darbesinden sonra da tutuklanmış, cezaevlerinde zor günler geçirmiş ama asla yılmamış bir gazeteci. O dönem askeri rejim onu yıldırmamıştı, şimdi de casusluk gibi ağır bir ithamla karşı karşıya. "Casus" ve "Merdan Yanardağ" kelimeleri yan yana geldiğinde, uzaktan yakından hiçbir uyum yok. Bu dava, adil bir yargılama mı yoksa başka amaçlar mı taşıyor sorusunu akıllara getiriyor.
Tutukluluk hali Yanardağ'ı durdurmamış gibi görünüyor. Silivri Cezaevi'nde olmasına rağmen boş durmuyor, üretmeye devam ediyor. Yakın dostlarına gönderdiği mesajda yeni kitabını duyurmuş. Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıkan "İsyanın ve Felsefenin Diyalektiği – Devrimci Bir Çıkış İçin Sosyolojik ve Siyasi Etüd" adlı eser, zor şartlarda bile mücadele ruhunu yansıtıyor. Mesajında "Değerli dostlarım, zorbalığa boyun eğmeyecek ve bu ablukayı hep birlikte dağıtacağız. Sevgiyle..." diyor. Bu kitap, önceki eserleri gibi değerli bir çalışma olarak bekleniyor ve cezaevinden çıkan bu üretim, Yanardağ'ın direncini gösteriyor.
Öte yandan, Türkiye'de hayat her geçen gün daha da zorlaşıyor. Siyasetçiler halkın ekonomik sıkıntıları yerine kendi hesaplaşmalarıyla meşgul. Pahalılık durdurulamıyor, gelir dağılımı adaletsizliği artıyor. İstanbul Planlama Ajansı'nın son araştırması bunu net ortaya koyuyor: İstanbul'da 4 kişilik bir ailenin aylık yaşam maliyeti, bir önceki aya göre yüzde 2,82 artarak 104 bin 927 liraya ulaştı. Bu rakam, ilk kez 100 bin liranın üzerine çıktı. İstanbul gibi Türkiye'nin en zengin şehri kabul edilen bir yerde bile halkın büyük çoğunluğu yoksulluk sınırında.
Kaç aile ayda 100 bin liranın üstünde gelir elde edebiliyor? Tahminlere göre, yüksek gelirli aileler ancak yüzde 20-30 civarında. Yani İstanbulluların yüzde 70'inden fazlası geçim sıkıntısı çekiyor. Sabit gelirli vatandaşlar, kiradan faturalara, gıdadan ulaşıma kadar her kalemde eziliyor. Bu şartlarda yaşamak mümkün mü? Evet, bir şekilde devam ediyor ama buna gerçekten "yaşamak" denir mi?
Ülkedeki bu tablo, hukuktan ekonomiye kadar her alanda derin sorunları işaret ediyor. Merdan Yanardağ davası gibi olaylar, adaletin ne kadar zedelendiğini gösterirken, ekonomik veriler de halkın günlük mücadelesini gözler önüne seriyor. Cezaevleri dolup taşarken, yeni hapishaneler yapılırken, gazeteciler casuslukla suçlanırken, aileler açlık sınırında hayatta kalmaya çalışırken, umut etmek gittikçe zorlaşıyor.
Sonuç olarak, Merdan Yanardağ'ın durumu sadece bir gazetecinin hikayesi değil, Türkiye'deki basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı ve ekonomik krizin kesiştiği bir ayna gibi. Gizli tanıkların duyumlarıyla yürütülen davalar, kayyum atamalarıyla susturulan kanallar, cezaevinden kitap yazan direnişçiler... Tüm bunlar, zorbalığa karşı boyun eğmemenin önemini hatırlatıyor. Halkın refahı için gerçek adımlar atılmadıkça, bu kısır döngü devam edecek gibi görünüyor.
Günün sonunda, aç insan tokun yüzüne bakmakla doymuyor. Ve tarih boyunca olduğu gibi, açlık ve adaletsizlik bir gün fırın deler.