Gerçek Gündem Haberleri

İmamoğlu’ndan Cezaevinde Sert Mesaj

Silivri Cezaevi’nden yankılanan sözler Türkiye’yi sarsıyor! Ekrem İmamoğlu’nun 1 Ekim iddialarına verdiği çarpıcı yanıtlar ve siyasi tutsaklar için haykırışı, iktidarın kozlarını deşifre ediyor – bu açıklamalar sizi yerinizden kaldıracak, hemen okuyun!

Türkiye’nin siyaset sahnesi, her zaman bir fırtına gibi hareketli, ama son günlerde Silivri Cezaevi’nden gelen bir ses, bütün dengeleri değiştirdi. Kimileri bunu bir liderin isyanı, kimileri ise bir dönüm noktası olarak görüyor. Ben bu olayın peşine düştüm ve anladım ki, bu sadece bir röportaj değil; adeta bir manifesto. Eğer demokrasi, adalet ve özgürlük sizin için bir anlam ifade ediyorsa, bu satırlar kalbinizi hızlandıracak, çünkü işin içinde hem bir mücadele çağrısı hem de iktidarın perde arkası oyunları var.

Her şey, 1 Ekim’de TBMM’de yankılanan bir fotoğraf ve onun etrafında dönen iddialarla başladı. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı ve görevden alınan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Silivri Cezaevi’nde, T24’ten Murat Sabuncu’nun sorularına yanıt verdi. İddialar ağırdı: İmamoğlu’nun, CHP’nin tek başına başarılı olabileceği ve muhalefet bloğuna ihtiyaç duymayacağı yönünde bir söylem geliştirdiği konuşuluyordu. Ama o, bu iddiaları bir çırpıda yerle bir etti. “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” sözünü hatırlatarak, samimiyetle konuştuğunu vurguladı. CHP’nin asla şahsi veya tekçi bir siyaset gütmediğini, her zaman millet odaklı bir mücadele yürüttüğünü söyledi. Bu sözler, sadece bir savunma değil; tüm demokratlara birleşin çağrısıydı.

İmamoğlu’nun cezaevinden yükselen bu sesi, sadece parti içindeki tartışmalara değil, ülkedeki baskı ortamına da bir ayna tutuyor. “Normal bir dönemi değil, ağır ve boğucu bir baskı dönemini yaşıyoruz” diyerek, iktidarın yalnız CHP’yi değil, milletin egemenliğini, demokrasiyi, hukuku ve vicdanı hedef aldığını belirtti. Bu, sıradan bir siyasi eleştiri değil; milyonların hissettiği bir gerçeğin haykırışı. İmamoğlu, bu ağır atmosferde kabuğa çekilmenin değil, milletçe birleşip mücadele etmenin vakti olduğunu söylüyor. Onun bu sözleri, cezaevi duvarlarını aşıp sokaktaki insana ulaşıyor – çünkü bu, sadece CHP’nin değil, milletin mücadelesi.

Röportajın bir diğer çarpıcı kısmı, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın durumuyla ilgili. İmamoğlu, bu konuda net ve cesur: “Dün de içeride olmamalıydılar, bugün de.” İkisinin de siyasi faaliyetleri ve konuşmaları nedeniyle cezaevine konulduğunu, 2013’teki çözüm süreci devam etseydi bu durumun yaşanmayacağını vurguladı. 2013-2015 arasında suç sayılmayan fiillerin, yasa değişmediği halde 2015 sonrası iktidar ve yargı tarafından suç sayıldığını anlattı. Bu, adeta hukukun nasıl bir siyasi araca dönüştüğünün kanıtı. İmamoğlu, “Hadi olan oldu, bugüne bakalım” diyerek devam etti ve bombayı patlattı: Meclis’te çözüm süreci konuşulurken, silahlı terör örgütü mensuplarının serbest bırakılması tartışılıyorsa, neden Demirtaş ve Yüksekdağ hâlâ içeride?

Bu sorunun cevabı, İmamoğlu’na göre çok açık: İktidar, bu isimleri koz olarak kullanıyor. DEM Parti’yle veya örgütle yürütülecek pazarlıklarda elini güçlendirmek için onları cezaevinde tutuyor. “Çünkü samimi değiller, çünkü tutarlı değiller, daha da kötüsü ciddi değiller” diyerek iktidarın niyetini ifşa etti. AİHM kararlarına rağmen bu tutsaklığın sürmesi, onun gözünde bir siyasi hesap oyunu. İnsanların günlerini, gecelerini, aileleriyle geçirecekleri saatleri çalan bir iktidardan bahsediyor – hem de sadece kendi çıkarları için. “Bir gün bile cezaevinde olmaması, haklarında soruşturma bile açılmaması gereken binlerce insan var” sözleriyle, bu durumun sadece birkaç isimle sınırlı olmadığını, geniş bir adaletsizlik ağı olduğunu vurguladı.

İmamoğlu’nun bu açıklamaları, sadece bir röportajdan ibaret değil; adeta bir vicdan muhasebesi. İktidarın, istediğini hapse atıp istediğinin suçunu görmezden gelebildiğini söylüyor. Bu, hukukun değil, siyasi hesapların yönettiği bir düzenin portresi. 1 Ekim fotoğrafı sonrası çıkan tartışmalar, onun gözünde bir yanıltmaca. CHP’nin muhalefet bloğuna sırt çevirdiği iddialarını kesin bir dille reddediyor ve partisinin her zaman demokratlarla omuz omuza olduğunu haykırıyor. “Tüm demokratları mücadeleye davet eden partimizin, şahsi veya tekçi bir siyaseti yoktur ve olmamıştır” cümlesi, bu birliğin altını kalın bir çizgiyle çiziyor.

Cezaevinden yükselen bu ses, Türkiye’nin dört bir yanına ulaşıyor. İmamoğlu, baskı dönemine karşı milletçe birleşme çağrısı yaparken, iktidarın koz oyunlarını da deşifre ediyor. Demirtaş ve Yüksekdağ’ın durumu, onun için bir adalet sınavı. AİHM kararlarını hiçe sayan, çözüm sürecini başlatıp sonra suç yaratan bir sistemin karşısında, net bir duruş sergiliyor. “Siyasi hesapları için her şeyi yapabilen bir iktidar var” derken, sadece liderleri değil, cezaevindeki binlerce insanı hatırlatıyor – gazeteciler, akademisyenler, sıradan vatandaşlar.

Bu röportaj, bir siyasetçinin açıklamasından çok daha fazlası. İmamoğlu’nun sözleri, cezaevi duvarlarından taşarak sokaklara, evlere, kahvehanelere ulaşıyor. “Kurtuluş yok tek başına” diyerek, sadece CHP’lilere değil, tüm Türkiye’ye sesleniyor. Bu, bir liderin isyanı değil; bir milletin birleşme çağrısı. İktidarın pazarlık oyunlarına, hukuksuzluklarına karşı durmanın vakti olduğunu söylüyor. Ve belki de en önemlisi, bu sözler umudu diri tutuyor – çünkü o, cezaevinde bile milletin mücadelesinden vazgeçmiyor.

Sonuçta, İmamoğlu’nun bu çıkışı, 1 Ekim tartışmalarını gölgede bırakıyor. İktidarın kozlarını, hukukun eğilip bükülmesini, adaletsizliğin gölgesini bir bir ifşa ediyor. Eğer bu ülkede demokrasi ve adalet için bir umut arıyorsanız, bu satırlar o umudun bir parçası. Silivri’den yükselen bu ses, sadece bir röportaj değil; bir mücadele manifestosu. Ve bu manifesto, hepimizi birleşmeye çağırıyor.