Toplumun adalet duygusunun teminatı olan adliyeler, sadece yargılamaların yapıldığı yerler değil, aynı zamanda vatandaşın malının ve hakkının devlet güvencesi altında tutulduğu en mahrem kurumlardır. Bu güven kalesinde görev yapan bir kamu personelinin, kendisine emanet edilen değerlere el uzatması, sıradan bir hırsızlık vakasının çok ötesinde, toplumsal sözleşmeye vurulmuş ağır bir darbe niteliği taşır. Hukuk sistemimizde "güveni kötüye kullanma" kavramının en keskin haliyle karşımıza çıktığı bu tür olaylar, sadece maddi bir kayıp değil, sistemin işleyişine duyulan inancın da sarsılması anlamına gelir. Ancak yasalarımız, kamu gücünü arkasına alarak suç işleyenlere karşı oldukça sert ve caydırıcı hükümler içermektedir.
Zimmet Suçu ve Nitelikli Haller
Türk Ceza Kanunu'na göre "Zimmet" suçu, bir kamu görevlisinin görevi gereği zilyetliği kendisine devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu malı kendisinin veya başkasının zimmetine geçirmesi olarak tanımlanır. Son yaşanan olayda, Tereke Mahkemesi kasasından sorumlu zabıt katibinin eylemi, tam da bu tanımın merkezine oturmaktadır. Buradaki kritik ayrım, suçun basit bir zimmet mi yoksa "nitelikli zimmet" mi olduğudur. Eğer fail, zimmetine geçirdiği parayı veya altını, hileli davranışlarla gizlemeye çalışmışsa, kayıtlar üzerinde oynamalar yapmışsa veya denetimi imkansız hale getirecek yöntemler kullanmışsa, suçun vasfı değişir ve ceza yarı oranında artırılır.
Planlı Kaçışın Yargılamaya Etkisi
Büyükçekmece örneğinde görülen "planlı hazırlık" süreci, hukuki açıdan davanın seyrini değiştirecek en önemli delillerden biridir. Şüphelinin zimmetine geçirdiği altınları kuyumcular aracılığıyla nakde çevirmesi ve eş zamanlı olarak yurt dışına çıkış için vize alması, suçun "tasarlayarak" ve "suçtan kurtulma bilinciyle" işlendiğini göstermektedir. Ceza hukukunda failin suç işleme kararlılığı (kastın yoğunluğu), verilecek cezanın alt ve üst sınırları belirlenirken hakimin takdir yetkisini doğrudan etkiler. ABD vizesi alınmış olması, sadece kaçma şüphesini somutlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda eylemin anlık bir gaflet değil, soğukkanlı bir organizasyon olduğunu ispatlar. Bu durum, tutukluluk halinin devamı için en güçlü gerekçelerden biridir.
Tereke Mallarının Hassasiyeti ve Kamu Zararı
Tereke davaları, genellikle vefat eden kişilerin mirasçılarının henüz belirlenemediği veya miras üzerinde anlaşmazlık olduğu durumlarda devreye girer. Bu süreçte devlet, ölen kişinin mal varlığını "yediemin" sıfatıyla kasalarında saklar. Bu paralar ve ziynet eşyaları, yetim hakkı sayılabilecek kadar hassas bir statüdedir. Bu nedenle, tereke kasasından yapılan bir hırsızlık veya zimmet, kamu vicdanında infial yaratır. Yargılama sürecinde savcılık makamı, suçun mağdurunun sadece devlet değil, aynı zamanda mirası bekleyen vatandaşlar olduğunu da dikkate alarak, zararın tazmini konusunu öncelikli tutacaktır. "Etkin pişmanlık" hükümlerinin uygulanabilmesi için, failin soruşturma başlamadan önce veya kovuşturma aşamasında zararı tamamen gidermesi gerekir; ancak kaçış planı yapan bir failin bu yola başvurup başvurmayacağı davanın seyrini belirleyecektir.
Hapis Cezası ve İdari Yaptırımlar
Hukuki yaptırımlar açısından bakıldığında, zimmet suçu 5 yıldan 12 yıla kadar hapis cezasını öngörür. Ancak suçun, zimmetin açığa çıkmamasını sağlamaya yönelik hileli davranışlarla işlenmesi (nitelikli zimmet) durumunda ceza yarı oranında artırılarak 7.5 yıldan 18 yıla kadar çıkabilir. Ayrıca, kamu görevlisinin bu suçu işleyerek elde ettiği menfaatin büyüklüğü, kamu kurumunun uğradığı zarar ve suçun işleniş biçimi, cezanın üst sınırdan verilmesi için gerekçe oluşturabilir. Sadece suçu işleyen personel değil, denetim görevini ihmal eden üst sorumlular hakkında da "görevi ihmal" suçlamasıyla idari ve adli soruşturma açılması kuvvetle muhtemeldir. Devlet, kasasındaki her kuruşun hesabını sormakla mükellefken, bu dava kamu görevlilerinin yetkilerini kötüye kullanmalarının bedelinin ne kadar ağır olacağını gösteren emsal bir dosya olacaktır.





