Türkiye'nin köklü eğitim kurumları, genellikle başarı hikayeleriyle anılırken, bazen beklenmedik olaylar bu imajı sarsabiliyor. Özellikle yatılı okullarda, gençlerin yoğun stres altında yaşadığı ortamlar, küçük kıvılcımların büyük sorunlara dönüşmesine zemin hazırlayabiliyor. LGS gibi rekabetçi sınavların baskısı altında ezilen öğrenciler, hem akademik hem de sosyal zorluklarla boğuşuyor. Bu tür kurumlar, disiplin ve dayanışma yuvaları olarak tasarlanmış olsa da, gerçek hayatta çatışmaların gölgesinde kalabiliyor. Aileler, çocuklarını emanet ettikleri bu yerlerde mutlak güven ararken, yaşanan her ihlal vicdanları yaralıyor. Peki, bir mesajlaşma grubunun tetiklediği gerilim, nasıl yatakhanede dehşete dönüşüyor? Olayın katmanlarını yavaş yavaş açarak, bu korku dolu gecenin sır perdesini aralayalım.

Olayın kökeni, İstanbul'un simgelerinden biri olan tarihi bir lisenin koridorlarında yatıyor. 24 Kasım Pazar gecesi, okulun yatakhanesi sessiz bir uykuya dalmışken, ani bir baskınla sarsıldı. 11. sınıf öğrencileri olarak bilinen bir grup, alt sınıfların kaldığı bölüme izinsiz girdi ve hedef aldığı 7 öğrenciyi hedef seçti. Bu öğrenciler, LGS'de şampiyonluk elde etmiş parlak gençlerdi; ancak o gece, başarılarının bedelini ağır bir şekilde ödediler. Grup, yaklaşık 10 kişilik bir kalabalıkla hareket ederek, yatakhanenin sinema odasını ele geçirdi. Bu odada başlayan sorgu, hızla şiddete evrildi; öğrenciler, korku içinde canlarını kurtarmak için yalvarır hale geldi. Olayın bu noktadan sonrası, sadece bir kavgadan öte, sistematik bir dehşet sahnesine dönüştü.

Baskının detayları, tanık ifadeleriyle gün yüzüne çıkıyor. Üst sınıflar, 9. sınıfların WhatsApp grubunda kız öğrencilerle ilgili uygunsuz mesajlar attığını iddia ederek harekete geçmişti. Bu yazışmalar, okul içinde hızla yayılmış ve öfkeyi körüklemişti. Gece yarısına doğru yatakhaneye dalan grup, hedeflerini topladıktan sonra tehditlerini somutlaştırmaya başladı. Bıçaklar ve muştalar havada sallanırken, öğrenciler tokatlandı, başları duvara sürttürüldü. En ağır bedeli ödeyenlerden biri, kulak zarı yırtılan genç oldu; bu yaralanma, sadece fiziksel bir hasar değil, kalıcı bir travma izi bıraktı. Ayrıca, bazı öğrencilerin telefon ve tabletleri zorla alındı, kişisel alanlarına izinsiz girildi. Bu sahneler, yatakhanenin dar koridorlarında yankılanırken, diğer öğrenciler uykularından sıçrayarak dehşeti yaşadı. Grup, amacına ulaştıktan sonra dağılırken, geride şok olmuş bir topluluk ve sessiz bir korku bıraktı.
Mağdur öğrenciler, o geceyi atlattıktan sonra durumu ailelerine aktardı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, aileler okula akın etti; ancak yetkili birimlerin ilk tepkisi gecikmeli kaldı. Şikayetler, hızla adli ve idari makamlara taşındı; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, olayın niteliğini ağırlaştırıcı unsurlarla değerlendirerek soruşturma başlattı. Savcılık, darp ve tehdit suçlarını mercek altına alırken, delil toplama süreci titizlikle yürütüldü. Öte yandan, Milli Eğitim Bakanlığı da idari bir inceleme başlattı; bu, okul yönetiminin sorumluluğunu sorgulayan bir adım olarak öne çıktı. Bakanlık kaynakları, olayın ciddiyetini kabul ederek, yatakhanedeki güvenlik protokollerini gözden geçirme sözü verdi. Bu çift yönlü soruşturma, hem bireysel cezaları hem de kurumsal reformları hedefliyor; zira benzer olayların tekrarı, eğitim sisteminin güvenilirliğini kökünden sarsabilir.
Olayın patlak vermesinin ardında, okulun sosyal dinamikleri yatıyor. LGS şampiyonlarının oluşturduğu bu grup, akademik baskının yanı sıra sosyal statü mücadelesi veriyordu. WhatsApp grubundaki mesajlar, ergenlik döneminin tipik çatışmalarını yansıtıyordu; ancak üst sınıfların müdahalesi, orantısız bir şiddete dönüştü. Tanık öğrenciler, "Canımızı zor kurtardık" diyerek yaşadıkları paniği anlattı; kulak zarı yırtılan mağdurun ailesi ise, çocuğunun işitme kaybı riskiyle karşı karşıya olduğunu belirterek öfkesini dile getirdi. Bu ifadeler, olayın sadece fiziksel değil, psikolojik boyutunu da ortaya koyuyor; öğrenciler arasında güven erozyonu, uzun vadeli travmalara yol açabilir. Okul yönetimi, ilk aşamada olayı yatıştırmaya çalışsa da, ailelerin baskısıyla gerçekler gün yüzüne çıktı. Bu süreç, velilerin çocuklarını yatılı okullara emanet etmedeki tereddütlerini artırdı.
Soruşturmaların ilerleyişi, olayın yankılarını genişletiyor. Savcılık, güvenlik kamera kayıtlarını ve tanık beyanlarını inceleyerek faillerin kimliklerini netleştirdi; 11. sınıf grubundan bazı isimler, ifadeye çağrıldı. Bıçak ve muştaların kullanımı, suçun nitelikli hale gelmesine neden olurken, telefon gaspı da ayrı bir dosya olarak ele alınıyor. MEB'in idari soruşturması, okulun disiplin yönetmeliğini test ediyor; olası cezalar arasında uzaklaştırma veya okuldan men gibi yaptırımlar gündemde. Uzmanlar, bu tür olayların, yatılı eğitimde mentorluk programlarının eksikliğinden kaynaklandığını savunuyor. Özellikle tarihi liselerde, geleneksel hiyerarşi kültürü, üst sınıfların alt sınıflara karşı "öğretici" rol üstlenmesini teşvik edebiliyor; ancak bu, şiddete evrilince toplumsal bir sorun haline geliyor. Aileler, bu süreçte hukuki destek ararken, sosyal medyada #OkulDehşeti gibi etiketler yayılmaya başladı.
Bu olay, Türkiye genelindeki eğitim kurumlarında güvenlik zafiyetlerini masaya yatırıyor. Yatakhanelerin gece saatlerindeki denetimi, birçok okulda yetersiz kalıyor; kapı kilitleri, personel devriyeleri ve acil müdahale protokolleri gibi unsurlar, sıkça göz ardı ediliyor. LGS şampiyonlarının hedef alınması, başarı baskısının ironik bir yansıması; zira bu gençler, toplumun umut ışığı olarak görülürken, kendi aralarında çatışmaya sürükleniyor. Psikologlar, ergenlik dönemindeki grup dinamiklerinin, sosyal medya üzerinden hızla tırmandığını belirtiyor. WhatsApp gibi platformlar, anonim tehditlerin yayılmasında rol oynarken, okulların dijital okuryazarlık eğitimine ihtiyacı artıyor. Bu vaka, sadece bir lise olayı değil, ulusal eğitim politikasının bir aynası; zira benzer baskınlar, Anadolu'nun dört bir yanında raporlanıyor.
Geniş perspektiften bakıldığında, İstanbul Erkek Lisesi'nin tarihi mirası, bu skandalı daha da trajik kılıyor. Yüzyıllık bir kurum olarak, sayısız neslin yetiştiği bu okul, şimdi dehşet gecesiyle anılıyor. Ailelerin savcılığa yönelmesi, adalet sisteminin hızını test ederken, MEB'in reform vaatleri umut verici olsa da, uygulama aşaması kritik. Mağdur aileler, çocuklarının tedavisini sürdürürken, "Bu nasıl bir okul ki, yatakhanede bıçak sallanıyor?" diye soruyor. Bu soru, tüm velileri düşündürüyor; zira eğitim, sadece diploma değil, güvenli bir sığınak olmalı. Soruşturmaların şeffaflığı, kamuoyunda güveni yeniden tesis edebilir; aksi takdirde, yatılı okullara talep düşüşü kaçınılmaz.
Olayın yankıları, okul camiasını da sarstı. Diğer öğrenciler, yatakhanede tedirginlik yaşarken, dersler arası sohbetler gerilimle dolu. Üst sınıflar arasında bölünme yaşanırken, bazıları olayı "iç mesele" olarak görmeye çalışıyor. Ancak, savcılığın delil toplama süreci, bu savunmaları boşa çıkarıyor. Kulak zarı yırtılan öğrencinin durumu stabil olsa da, psikolojik destek ihtiyacı ön planda. Aileler, toplu bir dava açma ihtimalini değerlendiriyor; bu, olayın emsal kararlara dönüşmesini sağlayabilir. Eğitim sendikaları, yatılı okullarda gece nöbeti zorunluluğu çağrısı yapıyor. Bu gelişmeler, olayın sadece bir geceyle sınırlı kalmadığını, eğitim ekosistemini dönüştürebileceğini gösteriyor.
Sonuç olarak, İstanbul Erkek Lisesi'ndeki bu korku gecesi, gençlerin geleceğini tehdit eden karanlık bir leke olarak tarihe geçiyor. 24 Kasım'daki baskın, mesajlaşma kavgasından şiddete uzanan bir zincirin halkası; ancak soruşturmalar adaleti sağlayabilir. MEB ve savcılığın kararlılığı, benzer dehşetleri önlemede kilit rol oynayacak. Ailelerin acısı, toplumun vicdanında yankılanırken, okulların güvenli limanlara dönüşmesi hepimizin sorumluluğu. Bu olay, eğitimde huzurun ne kadar kırılgan olduğunu hatırlatıyor; zira her öğrenci, korkusuz bir uyku ve parlak bir yarın hak ediyor. Değişim, ancak bu tür uyarılarla hızlanır.





