Orta Doğu’da dengeleri sarsan ve uluslararası kamuoyunun gözünü bölgeye çevirmesine neden olan çatışma sürecinin yankıları, Tel Aviv yönetiminde derin bir siyasi ve hukuki krizi tetikledi. Aylardır süren belirsizlik ve karşılıklı suçlamaların gölgesinde, devlet mekanizmasının en üst kademelerinde benzeri görülmemiş bir çatlak oluştu. Hükümet kanadı ile yargı erki arasında uzun süredir devam eden gerilim, son alınan kararlarla birlikte telafisi zor bir noktaya taşındı. Kamuoyu, yaşanan büyük güvenlik zafiyetinin sorumlularının ortaya çıkarılmasını beklerken, atılan adımlar sürecin şeffaflığı konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor.
İsrail kabinesi, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun öncülüğünde, 7 Ekim olaylarını inceleyecek soruşturma mekanizmasının yapısını kökten değiştirecek tartışmalı bir karara imza attı. Hükümet üyeleri, Başsavcılığın yetkilerini kısıtlayan ve soruşturma komisyonunun kurulması sürecindeki inisiyatifi yargıdan alıp siyasete devreden bir öneriyi onayladı. Bu hamle, ülkenin hukuk sistemi içerisinde bir "deprem" etkisi yaratırken, muhalefet ve hukuk çevreleri bu girişimi, gerçeklerin üzerini örtme çabası olarak nitelendiriyor. Onaylanan tasarı, devletin en kritik güvenlik başarısızlıklarından birini inceleyecek olan kurulun, bağımsız yargıçlar yerine hükümetin belirleyeceği isimlerden oluşmasının önünü açıyor.
Krizin merkezindeki isim olan İsrail Başsavcısı Gali Baharav-Miara, hükümetin bu hamlesine sert bir dille karşı çıktı. Başsavcı, kabinenin aldığı kararın hukuka aykırı olduğunu ve "Devlet Soruşturma Komisyonu" kurulmasının engellenmesinin, aslında ulusal çıkarlara zarar vereceğini savundu. Hukukçulara göre, tam yetkili ve bağımsız bir devlet komisyonu, uluslararası hukuk nezdinde İsrail’in kendi iç denetim mekanizmalarının çalıştığını kanıtlaması açısından hayati önem taşıyor. Ancak hükümetin tercih ettiği "siyasi veya hükümet kontrollü" bir komisyon modeli, uluslararası mahkemelerin (UCM ve UAD) İsrail aleyhine harekete geçme ihtimalini, "bağımsız yargılama yapılmadığı" gerekçesiyle güçlendirebilir.
Netanyahu ve hükümet ortaklarının bu ısrarının ardında ise siyasi kaygıların yattığı iddia ediliyor. Bağımsız bir Devlet Soruşturma Komisyonu, geniş yetkileri sayesinde Başbakan da dahil olmak üzere askeri ve istihbari tüm yetkilileri sorgulama, görevden alma tavsiyesinde bulunma ve tüm gizli belgelere erişme gücüne sahip oluyor. Hükümet kanadı ise bu tür bir komisyonun, devam eden savaş sürecinde orduyu ve yönetimi zayıflatacağını öne sürerek, daha sınırlı yetkilere sahip bir inceleme komitesi kurulmasını talep ediyor. Alınan son karar, Başsavcının hükümeti bu konuda zorlamasını engellemeyi amaçlayan yasal bir kalkan olarak değerlendiriliyor.
Tartışmaların odağındaki yasa teklifi, Başsavcının hükümet kararlarına müdahale etme yetkisini fiilen ortadan kaldırmayı hedefliyor. Adalet Bakanı Yariv Levin tarafından desteklenen bu girişim, yargının yürütme üzerindeki denetim mekanizmasını devre dışı bırakarak, soruşturmanın kapsamını ve derinliğini siyasi iradenin kontrolüne veriyor. Muhalefet liderleri, bu durumun 7 Ekim mağdurlarına ve ailelerine yapılmış büyük bir saygısızlık olduğunu belirterek, hükümetin kendi ihmallerini aklamak için yargı sistemini araçsallaştırdığını savunuyor.
Süreç, sadece iç politikada değil, uluslararası arenada da yakından takip ediliyor. Lahey'deki uluslararası mahkemelerin İsrailli yetkililer hakkında tutuklama emri çıkarma ihtimaline karşı en güçlü savunmanın "güçlü ve bağımsız bir iç soruşturma" olduğunu belirten hukuk uzmanları, Netanyahu'nun bu hamlesinin İsrail'i diplomatik ve hukuki açıdan daha savunmasız hale getireceği uyarısında bulunuyor. Siyasi analistler, bu hamlenin Netanyahu'nun koltuğunu koruma stratejisinin bir parçası olduğunu, ancak bu stratejinin devletin kurumsal yapısında kalıcı hasarlar bırakabileceğini vurguluyor. Hükümetin yargıya karşı başlattığı bu yeni cephe, önümüzdeki günlerde sokak protestolarını ve toplumsal kutuplaşmayı daha da artıracak gibi görünüyor.





