Son günlerde uluslararası diplomasi çevrelerinde ve iş dünyasında yaşanan gelişmeler, Türkiye'nin hem siyasi hem de ekonomik geleceği üzerinde kara bulutların dolaştığına işaret ediyor. Özellikle 16 Ekim 2025 tarihinde Slovenya’da gerçekleşen NATO parlamenter toplantılarında sunulan bir rapor, bölgedeki gerginliği tırmandıracak nitelikteki tartışmaları beraberinde getirdi. Bu raporun içeriği ve ana muhalefet partisinden bir milletvekilinin pozisyonu gereği bu belgenin altında imzasının bulunması, Türkiye'nin Ortadoğu politikalarındaki kritik yol ayrımını gözler önüne seriyor.
Bu tartışmalı rapor, ana muhalefet partisi CHP milletvekillerinden Utku Çakıröz tarafından sunuldu. Melike’nin sorusu üzerine, Levent Gültekin rapordaki temel fikirlerin İran'a yönelik kısıtlayıcı tedbirler alınmasını önerdiğini ve İsrail’in yanında pozisyon alınması gerektiğini savunduğunu aktardı. Rapor, İran'ın bölge için ne denli büyük bir tehdit oluşturduğunu uzun uzadıya anlatıyor ve İran’ın ‘terbiye edilmesi’ gerektiğini öne sürüyor. Dahası, Kürecik radarının NATO’ya kullandırılmasının ne kadar önemli olduğu ve NATO’nun Irak’taki varlığının artırılması gerektiği de raporda yer alıyor. Utku Çakıröz, gelen yoğun tepkiler üzerine bir açıklama yaparak, bu belgenin ne kendi şahsi fikri ne de partisinin ya da ülkenin raporu olmadığını, sadece NATO Parlamenter Asamblesi'nin (Akdeniz ve Ortadoğu özel grubu) kolektif bir dokümanı olduğunu belirtti. Ancak Levent Gültekin, Çakıröz’ün komisyon başkanlığının geçici olarak kendisine düşmesi nedeniyle bu raporun altında imzasının bulunmasının, ana muhalefet partisi CHP’yi de bir anlamda bağlayan bir durum oluşturduğunu söyledi.
BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİNİN SON AŞAMASI: İRAN
Bu raporun ortaya çıkış şekli ve zamanlaması, bölgede uzun süredir dillendirilen büyük bir jeopolitik planın bir parçası olarak değerlendiriliyor. Levent Gültekin, Irak'ın paramparça edildiğini, ardından Suriye'nin aynı akıbeti yaşadığını hatırlatarak, sıranın İran'a ve muhtemelen ardından Türkiye'ye geleceği yönündeki politikaların artık komplo teorisi olmaktan çıkıp ete kemiğe bürünmüş bir gerçeklik olarak önümüzde durduğunu ifade etti. Bu bağlamda, Türkiye’nin ana muhalefet partisinden bir milletvekilinin, İran’ın masaya yem olarak konulmasına onay veren bir belgede yer alması, durumu daha da vahim bir boyuta taşıyor.
Levent Gültekin, ABD ve İsrail’in muhtemel bir İran operasyonunda Türkiye’yi İsrail’in yanında konumlandırma çabasında olduğunu düşünüyor. Hatta bu amaca hizmet eden dezenformasyonun, İran'ın PKK ve Pejak gibi örgütleri kışkırttığı ve desteklediği bilgileri üzerinden yayıldığını, böylece Türkiye’de bir İran düşmanlığının meşrulaştırılmaya çalışıldığını dile getirdi. Aynı zamanda, Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) bazı kollarından da, ABD/İsrail’in İran ile savaşa tutuşması durumunda Türkiye’nin çıkarına İsrail safında olmanın gerektiği yorumlarını içeren benzer raporların hazırlandığı da konuşuluyor.
Melike’nin son dönemde artan tehdit mesajlarının nedeninin İran olup olmadığı sorusu üzerine, Levent Gültekin Gazze meselesinin çok apar topar geliştiğini ve Gazze barış anlaşması imzalandıktan sonra yeniden bir İran gerginliğinin oluşmaya başladığını vurguladı. Gültekin, kendi okumalarına göre bu gelişmelerin "her şey İran için mi yapıldı?" sorusunu akıllara getirdiğini, Suriye ve Irak halledildikten sonra İran'ı da halletme projesinden asla vazgeçilmediğini belirtti. Hatta, 2023 seçimlerinin dahi, Tayyip Erdoğan'a İran karşılığında devam etme izni verilmesi yönünde bir pazarlık sonucu olabileceği yorumunu yaptığını, o dönemde (2022 yaz sonları) İsrail Cumhurbaşkanı, Birleşik Arap Emirlikleri Kralı ve NATO genel sekreterinin peş peşe Türkiye'ye gelmesini buna dayandırdığını açıkladı.
TRUMP’IN ÖVGÜLERİ VE EKONOMİK SIKIŞMIŞLIK
Bu jeopolitik gerilimin arttığı dönemde, eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik övgüleri de Levent Gültekin’e göre çok önemli sinyaller veriyor. Gültekin, Trump’ın her konuşmasında Erdoğan’ı överken özellikle Türk ordusunun ne kadar güçlü olduğuna vurgu yapmasının (özellikle Suriye’deki zaferlerden sonra) manidar olduğunu dile getirdi. Bu övgülerin aslında, Erdoğan’a İran operasyonunda rol alması için “gaz verme” anlamına geldiğini düşünüyor.
Öte yandan, Türkiye'nin ekonomik durumu, bu tür bölgesel politikaların dışında kalabilme yeteneğini ciddi şekilde sınırlıyor. Levent Gültekin, Türkiye’nin son bir yılda 1 trilyon 200 küsür milyar TL faiz ödemesi yaptığını (Milli Eğitimin bütçesinden daha fazla) ve göbekten sermayeye, faize ve krediye bağlı hale geldiğini belirtti. Bu ekonomik kündeye getirilme durumu nedeniyle, Erdoğan’ın dış güçlere, özellikle Amerika'ya, "hayır" diyebilecek takatinin kalmadığına dikkat çekti. Gültekin, eğer Türkiye bu işlerin bir parçasına dönerse, sıranın bir sonraki aşamada kendisine geldiğini bilmesi gerektiğini vurguladı, zira Suriye’de de Amerika’nın Türkiye’nin eliyle Suriye’yi dağıttığı unutulmamalı.
Ayrıca, Gazze barışının Mısır'da imzalanan anlaşmasında Türkiye’nin Katar, BAE ve Mısır ile birlikte masada bulunmasının ve garantörlük rolü üstlenmesinin, Türkiye’nin İbrahimi anlaşmalar grubunun bir parçasına dönüşmüş olması anlamına geldiğini ve bunun da İran meselesinde alınacak pozisyonun hazırlığı olduğunu yorumladı.
İŞ DÜNYASININ ÇARESİZLİK ÇIĞLIĞI
Dış politikadaki bu zorlu denklemler yaşanırken, yurt içinde ekonomi ve hukuk alanındaki yıkım da hız kesmeden devam ediyor. Hazır giyim ve tekstil sektöründeki büyük oyuncular, yaşadıkları felaketi açıkça dile getiriyor. Melike, KİĞİ Yönetim Kurulu Başkanı Abdullah Kiğılı’nın "büyük bir felaket bekliyor, 6 ay sonra üretim duracak" açıklamasını gündeme getirdi.
Levent Gültekin, Türkiye’nin tekstil sektöründe majör bir oyuncu olmasına rağmen, Çin’e ve şimdi de Mısır’a pazar kaptırdığını, Colins gibi büyük markaların dahi Türkiye’deki fabrikalarını Mısır’a kaydırdığını hatırlattı. Bu durumun temel nedenleri arasında Türkiye’deki yüksek enflasyon ve özellikle hukukun yoksunluğundan kaynaklanan güvensiz ortam yatıyor. Gültekin, iş adamlarının önünde ya yurt dışına kaçma ya da her an kapılarının polis tarafından çalınma riskini göze alma seçeneklerinin bulunduğunu ifade etti. Gültekin, siyasetin bozuk olduğu bir ülkede ekonominin, eğitimin, yargının veya üretimin iyi olmasının mümkün olmadığını, hukukun olmadığı bir ortamda iş adamının perişan hale geldiğini vurguladı. Bu çürümenin siyasetteki 'bozuk domates'ten yayıldığını ve sıranın iş dünyasına geldiğini, mal varlıklarına el konulma riskleri (Turgay Ciner örneği) ve ekonominin çöküşünün etkileriyle hissedildiğini aktardı.
HUKUKUN ESNEKLİĞİ VE SKANDAL KAÇIŞ
İş dünyası ve siyaset arasındaki çürümeye dair en somut örneklerden biri de eski AKP milletvekili eşi ve THK Üniversitesi rektörü olan Ünsal Ban’ın yurt dışına kaçış girişimi ve sonrasındaki serbest bırakılmasıdır. Melike, Ban'ın eşi Zehra Taşkesenlioğlu ile boşanma davası sürecinde rüşvet iddialarıyla (SPK Başkanı Ali Fuat Taşkesenlioğlu’nu da içeren) gündeme geldiğini ve hakkında üç ayrı yurt dışı yasağı bulunduğunu hatırlattı.
Hakkında yolsuzluk iddiaları olan, hatta yurt dışına kaçarken yakalanan birisinin (Ünsal Ban) tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması, ülkedeki adalet sisteminin çarpıklığını gösteriyor. Levent Gültekin, bu durumu Bayrampaşa veya Ekrem İmamoğlu gibi muhalif isimler hakkındaki yolsuzluk iddianamelerinin dahi olmamasına rağmen tutuklu yargılanmalarına kıyasla değerlendirdi ve Ban’ın kaçışına muhtemelen göz yumulduğunu ve önünün açıldığını söyledi. Bu durum, iktidar partisinden birine yönelik suçlamalar söz konusu olduğunda hukukun esnek davrandığını açıkça gösteriyor.
ORTA ÇAĞ'A GERİ DÖNÜŞ SİNYALİ: 11. YARGI PAKETİ
Yurt dışı ve ekonomi meselelerinin yanı sıra, gündeme gelen 11. Yargı Paketi taslağına ilişkin iddialar da toplumsal bir gerilemenin habercisi niteliğinde. Melike ve Levent Gültekin, taslakta LGBTİ+ bireylere yönelik hapis cezası öngören, "doğuştan gelen cinsiyete aykırı davranan ya da bunu özendiren kişilere" 3 yıla kadar hapis cezası getirilmesi teklif edilen bir maddenin bulunduğunu tartıştılar.
Levent Gültekin, bu tarz cinsel yönelimlerin teşvikle, özendirmeyle olmadığını, bu durumun insanın doğuştan gelen bir özelliği olduğunu ve bunun bir hastalık olarak görülerek başkalarına bulaştırma olarak addedilmesinin akıl dışı olduğunu vurguladı. Gültekin, eğer bu taslak onaylanırsa bunun Türkiye’yi çok daha geriye, hatta Orta Çağ’daki engizisyon mahkemelerine benzer bir noktaya taşıyacağını dile getirdi. Gültekin, AKP’nin böyle bir deliliğe kalkışmaması gerektiğini, çünkü bu durumun ülkeyi daha da lig düşürerek beşinci lige doğru götüreceğini belirtti.
Tüm bu gelişmeler, hem uluslararası arenada Türkiye'nin üzerine büyük yükler bindirildiğini hem de içeride siyaset, ekonomi ve toplumsal yaşamın hızla bozulduğunu gözler önüne seriyor. Levent Gültekin’in de belirttiği gibi, tek adam rejiminin yarattığı bu yıkım, eninde sonunda sadece toplumu değil, bu sistemi kuranları dahi uçuruma doğru sürükleyecektir.