Gerçek Gündem Haberleri

İktidarın Yeni Dönem Senaryosu ve Masadaki "Veliaht" Tartışması

Başkent kulislerinde fırtınalar estiren o iddia ve gelecek seçimlere dair çarpıcı analizler... Türkiye'nin siyasi kaderini ve sandık güvenliğini derinden etkileyecek kritik planın detayları bu yazıda.

Son günlerde Ankara’da siyasetin nabzı hiç olmadığı kadar yüksek atıyor ve kapalı kapılar ardında konuşulanlar, Türkiye’nin yakın geleceğine dair çok kritik ipuçları barındırıyor. İktidar kanadında sessiz sedasız yürütülen bir hazırlık süreci, kulislerdeki deneyimli isimlerin radarına takılmış durumda. Özellikle yaklaşan dönemde siyasi arenada taşların yerinden oynayacağı ve bugüne kadar yüksek sesle dile getirilmeyen bazı senaryoların artık masaya yatırıldığı konuşuluyor. Halkın ekonomik gündemle boğuştuğu bir süreçte, siyasetin tepesinde yaşanan bu hareketlilik, sadece bir yönetim değişikliği değil, aynı zamanda sistemin devamlılığını sağlama çabası olarak da yorumlanıyor. Ancak bu planların hayata geçirilip geçirilemeyeceği, hem toplumsal reaksiyona hem de hukuki süreçlere bağlı görünüyor.

Kulislerde en çok konuşulan ve siyasi gündemi sarsan asıl mesele, mevcut iktidarın geleceğini garanti altına almak adına aradığı "güvenli liman" arayışıdır. Üçüncü kez Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan ismin, olası bir erken seçim veya siyasi kariyerinin sonlanması durumunda, partiyi ve devleti kime emanet edeceği sorusu yanıt bulmaya başladı. İddialara göre, parti bütünlüğünü korumak ve geçmiş dönemin hesabının sorulmasını engellemek amacıyla, aile içinden bir ismin, yani bir "veliahtın" yönetime hazırlanması fikri giderek ağırlık kazanıyor. Geçmişte Hazine'nin damat Berat Albayrak'a teslim edilmesi örneğinde olduğu gibi, şimdi de Cumhurbaşkanlığı makamı veya parti liderliği için Bilal Erdoğan isminin öne çıktığı, bu ismin "emin eller" olarak görüldüğü ifade ediliyor.

Bu "veliaht" senaryosunun teknik ve hukuki altyapısı da tartışmaların bir diğer boyutunu oluşturuyor. Cumhurbaşkanı adayı olabilmek için gerekli olan 40 yaşını doldurma, üniversite mezuniyeti, askerlik ve sabıka kaydı gibi kriterlerin Bilal Erdoğan tarafından sağlanıp sağlanmadığı mercek altına alınıyor. Hukukçular ve siyasi analistler, kağıt üzerinde bu şartların sağlanabileceğini, ancak meselenin sadece yasal uygunluk olmadığını belirtiyor. Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz yıllık birikimi, demokrasi kültürü ve "Sultanlık" sistemine olan mesafesi göz önüne alındığında, babadan oğula geçecek bir yönetim modelinin halk nezdinde nasıl karşılanacağı büyük bir soru işareti. 10 Kasım gibi sembolik günlerde Anıtkabir'e akan insan selinin, aslında Cumhuriyet değerlerine sahip çıkma refleksi olduğu ve dayatmalara karşı sandıkta benzer bir tepki verilebileceği vurgulanıyor.

İktidarın bu planı hayata geçirirken, karşısına çıkabilecek güçlü rakipleri de oyun dışı bırakma stratejisi izlediği gözlemleniyor. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş gibi potansiyel adayların, çeşitli hukuki gerekçelerle ve davalarla siyaset sahnesinden silinmeye çalışıldığı iddia ediliyor. "Diploma tartışmaları" veya devam eden diğer yargı süreçleri üzerinden, muhalefetin en güçlü aktörlerinin önünün kesilmesi ve meydanın iktidarın belirlediği isme bırakılması hedefleniyor. Bu durum, seçimlerin sadece adaylar arasında değil, yargı ve bürokrasi mekanizmalarıyla da şekillenen bir mücadeleye dönüşeceğinin sinyallerini veriyor.

Ancak tüm bu senaryoların düğüm noktası, seçim güvenliği ve sandık hakimiyetinde yatıyor. Anayasa'nın 127. maddesi gereği her beş yılda bir yapılması zorunlu olan yerel seçimler ve olası genel seçimler öncesinde, muhalefetin atması gereken hayati adımlar bulunuyor. Uzmanlar, iktidarın her seçim öncesinde yasaları kendi lehine değiştirdiğini hatırlatarak, sadece sandık başında durmanın artık yeterli olmayacağı uyarısında bulunuyor. Islak imzalı tutanakları almanın ötesinde, oyların bulunduğu çuvalların İlçe Seçim Kurullarına taşınması sırasında araçlara bizzat binilmesi, gerekirse çuvalların üzerinde yatılarak nöbet tutulması gerektiği belirtiliyor.

Seçim güvenliği konusundaki en büyük zafiyetin, hazırlıkların son aylara bırakılması olduğu ifade ediliyor. Olası bir baskın seçime veya planlı bir takvime karşı, siyasi partilerin ilçe ve mahalle örgütlerini şimdiden harekete geçirmesi, her bir sandık görevlisini bugünden belirlemesi şart koşuluyor. Sandık başından seçim kuruluna kadar olan o kritik yolculukta oluşabilecek en ufak bir boşluğun, seçim sonuçlarını değiştirme potansiyeline sahip olduğu, geçmiş tecrübelerle sabit.

Sonuç olarak Türkiye, demokrasi tarihinin en kritik virajlarından birine girerken, masada hem bir "hanedanlık" girişimi hem de buna karşı verilecek anayasal mücadele duruyor. Bir yanda iktidarını aileye devrederek sürdürmek isteyen bir irade, diğer yanda Cumhuriyetin kurucu değerlerine ve sandık namusuna sahip çıkmaya çalışan bir toplum yapısı var. Önümüzdeki süreç, sadece kimin yöneteceği değil, Türkiye'nin nasıl bir rejimle yönetileceğinin de oylandığı tarihi bir dönemeç olacak gibi görünüyor.