Türkiye, tarihi birikimi ve tecrübesiyle dikkat çeken bir ismin, 99 yaşındaki duayen siyasetçi Ali Naili Erdem’in çarpıcı değerlendirmeleriyle gündemde. Saygı Öztürk’ün kaleminden aktarılan bu tespitler, ülkenin geçmişinden günümüze uzanan siyasi ve ekonomik panoramasını gözler önüne sererken, içinde bulunduğumuz dönemi İkinci Dünya Savaşı yıllarına benzetmesiyle derin yankı uyandırdı. Erdem’in bu benzetmesi, sadece bir yaşlı siyasetçinin anıları olmanın ötesinde, Türkiye’nin bugün karşı karşıya olduğu zorlukların ciddiyetini ve tarihsel bağlamını anlamak adına kritik bir önem taşıyor.

Ali Naili Erdem, siyasi kariyerine Demokrat Parti saflarında başlamış, beş dönem milletvekilliği yapmış, Sanayi, Çalışma ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi önemli görevlerde bulunmuş bir isimdir. Adalet Partisi’nde uzun yıllar Grup Başkanvekilliği görevini üstlenmiş olmasına rağmen, Ankara’da asansörü olmayan bir apartmanın dördüncü katında ikamet etmesi ve eşinden kalan bir yazlık dışında mal varlığı bulunmaması, onun siyasi yaşamındaki dürüstlük ve tevazu anlayışının bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Konuşmaktan çok yazmayı tercih eden Erdem, düşüncelerini daktilosunun başına geçerek kaleme almakta ve bu yazılarıyla ülkenin nabzını tutmaktadır. Türkiye’nin hayattaki en yaşlı siyasetçisinin bu sözleri, geçmişin ışığında geleceğe dair önemli ipuçları sunmaktadır.

Erdem’in aktardığına göre, tek parti döneminde halk kıt kanaat geçinmiş, emekçiler ve ameleler boğaz tokluğuna çalışarak “şükür” içinde yaşamıştır. O günlerin en büyük serveti bir ipli yorgan olmuş, ancak insanlar umutsuzluğa kapılmadan “Sabah olacaktır geceler” diyerek Batı medeniyetinin yollarından sapmamışlardır. 1946’da çoğulcu demokrasiye geçişle birlikte, 14 Mayıs 1950 seçimlerini Demokrat Parti kazanmış ve iktidar el değiştirmiştir. Bu dönemde Türkiye adeta bir şantiye haline gelmiş, Salihli Demir Köprü barajı gibi büyük projelerle kalkınma hamlesi başlatılmıştır. O günlerde görülen devasa makineler, halk için büyük bir şaşkınlık ve umut kaynağı olmuştur.

Ancak bu kalkınma ve demokrasi süreci, 27 Mayıs 1960’taki askeri darbeyle kesintiye uğramıştır. Erdem, bu dönemi “ihtilal oldu” diyerek özetlerken, Demokrat Parti’nin toptan suçlandığı ve Yassıada’da kurulan mahkemelerde bazı siyasetçilerin idam edildiği acı günleri hatırlatmaktadır. Aradan geçen 65 yıla yakın zamana rağmen, o günlerin izleri hala silinmemiştir. Erdem, o dönemin siyasetçilerinin geriye insanca bir ülke bıraktığını, kalkınma tamamlanmamış olsa da önemli mesafeler katedildiğini belirtmektedir.

1961’de silahların gölgesinde açılan TBMM ile koalisyonlar dönemi başlamış, İsmet İnönü başbakanlık yapmıştır. İhtilalin yaraları kolay kapanmamış, siyasi çalkantılar ülkeyi derinden etkilemiştir. Erdem, o günleri “zaman, demirden bir leblebi gibiydi” sözleriyle tasvir ederken, deneyimli siyasetçilerin Meclis’i açık tutma çabalarını vurgulamaktadır. Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde Türkiye, yüzde beş enflasyon ve yüzde yedi kalkınma ile “Altın Çağını” yaşamış, millet refah içinde bir dönem geçirmiştir. Ancak bu başarı, 12 Eylül 1980 darbesiyle yine kesintiye uğramış ve Erdem’e göre bugünler, o yılların bir uzantısıdır.

Günümüz Türkiye’sine gelindiğinde ise Ali Naili Erdem, ülkenin içinde bulunduğu durumu “adeta İkinci Dünya Savaşı’nı aratmayan günlerdeyiz” sözleriyle özetlemektedir. Son yıllarda yaşanan tabii afetler, milleti canından bezdirmiş, fay hatları dur durak bilmemektedir. Yüz binlerce insan yaşam mücadelesi verirken, hayati ihtiyaçların peşinde koşanlar perişan haldedir. Hastaneler dolup taşmakta, cezaevleri yetersiz kalmaktadır. Ülkede gergin bir ortam hakim, öfke yaygınlaşmış, gülen yüzler azalmıştır. Ekmekler küçülmüş, pahalılık nefes aldırmaz hale gelmiştir. İnsanlar aç ve açık kalmamak, ucuz bir şeye sahip olmak için kuyruklarda beklemektedir. Özellikle emekliler başta olmak üzere ahalinin önemli bir kısmı feryat içindedir. Bu tablo, Erdem’in İkinci Dünya Savaşı benzetmesinin ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarına dönüldüğünde ise 1920’lerin Türkiye’sinde Atatürk ve arkadaşları, çağdaş bir Türkiye var etme mücadelesi vermiş, büyük hedefler peşinde koşmuşlardır. Vatandaşın çarşıda, pazarda, bahçede, parkta, yolda, kahvede özgür olması gerektiğini vurgulayarak demokrasiyi adeta altın bir tepside sunmuşlardır. Ancak bu değerlerin kıymetini bilenler olduğu gibi bilmeyenler de olmuştur. Batının emperyalist güçleri, diri ve sağlıklı bir Türkiye istemedikleri için saldırmış, ancak kaybetmişlerdir. Bu durumdan faydalanmak isteyen bazı kişiler ise kurtarıcı rolünde ortaya çıkmıştır.

Türk halkı, demokrasiden asla vazgeçmeyeceğini haykırarak bugünlere gelmiştir. Ancak Erdem, şu anda yarım yamalak bir demokrasiye sahip olduğumuzu belirtmektedir. Aydınlanmayı sevmeyen kesimlerin boş durmadığını, köhnemiş kavramları ülkenin başına geçirmeye çalıştığını ifade etmektedir. Bereket ki aklı başında olanlar, yobaz takımına, inkarcılara ve bölücülere hayat hakkı tanımamanın şerefi içinde görevlerini yapmaktadırlar.

Erdem, 23 Nisan 1920’den bu yana yaşananlara bakıldığında Cumhuriyetin bir eser olduğunu, kopya veya taklit olmadığını vurgulamaktadır. Cumhuriyeti kuranları ve bu toprakları vatan kılanları minnet ve şükranla anmanın bir görev olduğunu belirtmektedir. Yaklaşık bir asırlık ömründe Cumhuriyetin güzelliklerini, sevecen, merhametli ve adil dünyasında yaşadığını dile getirmektedir. Bağımsızlık ve özgürlüğün devletin felsefesi olduğu terbiyesiyle ülkeye hizmet ettiklerini, daha zengin, daha adil ve daha güzel bir Türkiye için çalıştıklarını ifade etmektedir. “İslamsız ve Atatürksüz bir Türkiye olmaz. Biz Türkiye için varız” sözleriyle de bu anlayışını pekiştirmektedir.

Borsa İstanbul'da 5 Hisseye Yeni Tedbir: Yatırımcılar Nasıl Etkilenecek?
Borsa İstanbul'da 5 Hisseye Yeni Tedbir: Yatırımcılar Nasıl Etkilenecek?
İçeriği Görüntüle

Erdem, millet olarak en büyük ideal olan Türklüğü, laboratuvar milliyetçiliğine veya kafatası ölçümlerine gitmeden kültürümüz içinde değerlendirenlere teşekkür etmektedir. “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi içinde yaşama kararlılığında olduklarını ancak toprak bütünlüğüne dil uzatanların varlığına dikkat çekmektedir. Ege’deki adaları işgal eden Yunanlıların oralarda sirtaki oynamasına değinerek, ülkeyi yönetenlerin bu konudaki düşüncelerini bilmediklerini ifade etmektedir. Şeref ve haysiyetle yaşamak isteyen bir millet olarak bundan vazgeçilemeyeceği, bunun her yurtsever ve milliyetçinin amentüsü olduğu vurgulanmaktadır.

Önümüzde bir seçim olduğunu belirten Ali Naili Erdem, ülkeyi saygın, zengin, adil ve özgür kılacak olanların kazanmasını dilemektedir. Yazısını okuyanlara teşekkür ederek, yarınların huzurlu Türkiye’sinde sağlık ve afiyetler dilemektedir. Bu makale, Ali Naili Erdem’in derin tecrübelerinden süzülmüş, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu zorlukları ve umutları bir arada sunan önemli bir metin olarak tarihe not düşmektedir.