Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) yaşanan tartışmalı ihraçlar, bir yıl sonra yeniden gündeme oturdu. Geçtiğimiz yıl, 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerinde kılıçlarını çekip yemin eden ve coşkulu bir şekilde "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganı atan beş teğmen, bu eylem nedeniyle disiplin soruşturmasına uğramış ve nihayetinde ordudan atılmıştı. Olay, o dönemde kamuoyunda büyük yankı uyandırmış, teğmenlerin vatanseverlik vurgusuyla Atatürk'e bağlılıklarını haykırması, bazı kesimlerde takdir toplarken, resmi makamlarda ise sert bir tepkiyle karşılaşmıştı. Bugün ise bu beş subay, adalet arayışlarında kritik bir eşik atladı: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın suç duyurularını reddetmesine karşı Ankara Bölge İdare Mahkemesi'ne itiraz dilekçesi sundular. Bu adım, ihraç sürecinin perde arkasındaki iddiaları bir kez daha gün yüzüne çıkarmaya hazırlanıyor ve TSK içindeki disiplin mekanizmalarına dair şüpheleri derinleştiriyor.
Olayların kökenine inelim. 30 Ağustos 2024 Zafer Bayramı kutlamaları sırasında, Harbiye'deki törenlerde kılıçlarını kaldıran teğmenler, yeminlerini tamamladıktan sonra kalabalığa dönerek "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diye seslenmişlerdi. Bu slogan, Atatürk'ün mirasına vurgu yapan bir ifade olarak algılanmış, ancak dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Selçuk Bayraktaroğlu'nun emriyle başlatılan soruşturma, teğmenleri Yüksek Disiplin Kurulu'nun gündemine taşımıştı. Kurul, teğmenlerin bu eylemini "disiplin ihlali" olarak nitelendirmiş ve ihraç kararını resmileştirmişti. Ancak teğmenler, bu kararın arkasında yatan süreci sorguluyor. Onlara göre, ihraç bir disiplin meselesi olmanın ötesinde, üst düzey bir müdahalenin ürünüydü.
Teğmenlerin iddiaları, Yüksek Disiplin Kurulu'ndaki oylama sürecine odaklanıyor. Suç duyurularında detaylandırılan bilgilere göre, kurulun ilk oylaması teğmenler lehine sonuçlanmıştı: 7'ye 2 oyla beraat kararı çıkmıştı. Bu, teğmenlerin eyleminin disiplin suçu teşkil etmediğini gösteriyordu. Ne var ki, iddiaya göre Orgeneral Bayraktaroğlu'nun doğrudan müdahalesi devreye girdi. Komutan, kurul üyelerine baskı uygulayarak oylamayı yeniden yaptırmış ve bu sefer sonuç 5'e 4 lehine değiştirilmişti. Bu manipülasyon, teğmenlerin ihraç edilmesinin yolunu açmıştı. Teğmenler, bu süreci belgeleyen delillerle birlikte 8 Ekim 2024 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na resmi bir suç duyurusunda bulunmuşlardı. Duyuruda, Bayraktaroğlu'nun görevi kötüye kullandığı, adil yargılamayı engellediği ve disiplin kurulunu siyasallaştırdığı öne sürülüyordu. Bu hamle, ihraç edilen subayların sessiz kalmayacağının ilk sinyaliydi ve kamuoyunda TSK'daki liyakat tartışmalarını alevlendirmişti.
Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, teğmenlerin bu cesur adımını beklenmedik bir şekilde sonuçsuz bıraktı. Başsavcılık, suç duyurusunu "somut delil yetersizliği" gerekçesiyle işleme koymadı. Bu karar, teğmenler için tam bir hayal kırıklığıydı. Onlar, oylama tutanaklarının, tanık beyanlarının ve kurul içindeki yazışmaların yeterli delil teşkil ettiğini savunuyorlardı. Başsavcılığın bu tutumu, teğmenlerin gözünde adalet sistemine dair derin bir güvensizliği tetikledi. Neden somut delillerin göz ardı edildiği, neden bir komutanın müdahalesinin soruşturulmadığı soruları, dilekçelerde açıkça dile getirildi. Teğmenler, bu reddin arkasında daha büyük bir sessizlik politikası olduğunu ima ederek, "Gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyen bir yapı var" diye yakınmışlardı. Bu ifade, itiraz dilekçelerinin ruhunu yansıtıyor ve olayın sadece bireysel bir mücadele olmadığını gösteriyor.
Şimdi sahne, Ankara Bölge İdare Mahkemesi'nde açılıyor. Teğmenler, başsavcılığın kararını iptal ettirmek ve suç duyurusunun yeniden işleme alınmasını talep etmek üzere kapsamlı bir itiraz dilekçesi hazırladılar. Dilekçede, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın tutumuna yönelik sert eleştiriler yer alıyor. Teğmenler, başsavcılığın delilleri yeterince incelemediğini, olayın ciddiyetini hafife aldığını ve nihayetinde adil bir soruşturmayı engellediğini savunuyorlar. Bu itiraz, ihraç sürecinin hukuki boyutunu genişletiyor ve TSK içindeki disiplin kurullarının şeffaflığına dair bir emsal oluşturma potansiyeli taşıyor. Eğer mahkeme teğmenlerin lehine karar verirse, Bayraktaroğlu hakkında yeni bir soruşturma kapısı aralanabilir. Bu da, ordudaki liyakat ve adalet mekanizmalarını kökten sorgulatabilir.
Bu gelişme, teğmenlerin mücadelesini sadece hukuki bir çerçeveye sığdırmıyor; aynı zamanda Türkiye'nin yakın tarihine dair bir yansıma sunuyor. 30 Ağustos Zafer Bayramı, her yıl milyonlarca vatandaşı Atatürk'ün zafer ruhuyla buluştururken, bu yılki törenlerdeki o kılıçlı yemin ve slogan, genç subayların vatanseverliklerini en saf haliyle ortaya koymuştu. "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" ifadesi, elbette ki bir sloganın ötesinde, Cumhuriyet'in temel değerlerine bağlılığın bir simgesiydi. Ancak bu bağlılık, neden disiplin ihlali olarak damgalandı? Teğmenler, ihraç edildikten sonra sivil hayatta zorluklarla boğuşurken, bu soruyu sormaya devam ediyorlar. Bazıları işsiz kaldı, bazıları ailelerini geçindirmek için ek işlere yöneldi. Ama hiçbiri pes etmedi. Suç duyurusu ve itiraz, onların direncinin bir kanıtı.
Yüksek Disiplin Kurulu'nun işleyişi de bu olayla birlikte mercek altına giriyor. Kurul, TSK personeli hakkında en üst düzey disiplin kararlarını veren bir mekanizma. Oylamaların gizli tutulması, üyelerin bağımsızlığı ve komutan müdahalelerinin önlenmesi gibi konular, yıllardır tartışılıyor. Teğmenlerin iddiası doğruysa, bu oylama değişikliği, kurulun tarafsızlığını zedeliyor ve benzer ihraçlarda emsal teşkil edebilir. Hatırlanacağı üzere, 15 Temmuz sonrası dönemde TSK'da binlerce subay ve astsubay ihraç edilmiş, bu süreçler sıkça eleştirilmişti. Teğmenlerin vakası, o dönemin mirasını taşıyor: Siyasi motivasyonlu disiplin cezaları mı yoksa gerçek ihlaller mi? Bu soru, kamuoyunu meşgul etmeye devam ediyor.
Ankara Bölge İdare Mahkemesi'nin vereceği karar, sadece beş teğmenin kaderini belirlemekle kalmayacak; TSK'daki adalet anlayışını da test edecek. Teğmenler, itiraz dilekçelerinde umut dolu bir ton kullanıyorlar: "Gerçeğin bir gün mutlaka ortaya çıkacağına inanıyoruz." Bu inanç, onların mücadelesini motive eden en güçlü unsur. Kamuoyu da yakından takip ediyor; sosyal medyada #TeğmenlerAdaletİstiyor gibi etiketler dolaşıma girerken, benzer mağduriyet yaşayan eski askerler destek mesajları yağdırıyor. Bu itiraz, bireysel bir dava olmaktan çıkıp, sistematik bir değişim talebine dönüşebilir.
Sonuç olarak, ihraç edilen teğmenlerin bu yeni adımı, Türkiye'nin askeri ve hukuki yapısındaki kırılganlıkları bir kez daha gözler önüne seriyor. 30 Ağustos'un coşkusuyla başlayan hikaye, bir yıl sonra adalet saraylarında yankılanıyor. Selçuk Bayraktaroğlu'nun rolü, oylama skandalı ve başsavcılığın tutumu gibi unsurlar, detaylı bir incelemeyi hak ediyor. Teğmenler, pes etmeden yollarına devam ederken, bizler de bu sürecin nasıl şekilleneceğini merakla bekliyoruz. Adalet, er ya da geç tecelli edecek mi? Zaman gösterecek, ama bu mücadele, vatanseverliğin bedelini ödemek isteyen gençlerin sesini duyurmaya yetiyor.