Dünya siyasetinde bazen bir anlaşma, barışın habercisi gibi görünür ama altında yatan fırtınalar her şeyi altüst eder. Özellikle Gazze gibi hassas bir bölgede, ateşkes ilanları umut verse de, asıl zorluklar genellikle arkadan gelir. Bu tür gelişmeler, hem yerel halkı hem de küresel aktörleri uzun süre meşgul eder, çünkü her detay bir domino taşı gibi diğerini etkiler. Peki, bu seferki ateşkes neden bir başlangıç değil de bir krizin eşiği? Neden uzmanlar, esas sorunun şimdi başladığını söylüyor? Gelin, bu karmaşık tabloyu yavaş yavaş açığa çıkaralım, çünkü her parça sizi daha da meraklandıracak.
Aslında her şey, ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze planıyla şekilleniyor. Bu plan, üç temel aşamadan oluşuyor: Önce ateşkesin sağlanması, ardından acil tedbirlerin uygulanması – yani insani yardımların ulaştırılması, rehinelerin takası gibi ivedi adımlar – ve son olarak Gazze'nin yönetimi ile yeniden inşası. İlk iki aşama, imzalanan bir belgeyle resmileşti ve uygulamaya geçildi. Silahlar sustu, yardımlar akmaya başladı, rehineler ailelerine kavuşuyor. Ancak üçüncü aşama, yani Gazze'nin geleceği, henüz net bir çerçeveye oturtulmuş değil. İşte tam burada, yönetim meselesi devreye giriyor ve işler karışıyor. Bu aşama, kolay bir süreç olmayacak; çünkü Gazze'nin idaresi, uluslararası güç dengelerini doğrudan ilgilendiriyor.
Trump'ın vizyonuna göre, Gazze'nin yönetiminde en üst merci bir Barış Konseyi olacak. Bu konsey, Trump'ın kendisi, Tony Blair gibi isimler ve yakında açıklanacak diğer üyelerden oluşacak. Stratejik kararlar burada alınacak, büyük resim buradan yönetilecek. Konseyin himayesinde ise Filistinli uzmanlar ve uluslararası temsilcilerden oluşan bir komite kurulacak. Bu komite, günlük operasyonları yürütecek ve beş komiserden meydana gelecek. Görünen o ki, Gazze'nin kaderi büyük ölçüde bu konseyin elinde olacak. Ancak ateşkesin hemen ardından itiraz sesleri yükselmeye başladı. Birçok kesim, bu yapının Filistin'in egemenliğini zedeleyeceğini düşünüyor; çünkü karar alma mekanizmasında dış müdahale ağır basıyor. Bu itirazlar, planın uygulanmasını zorlaştırabilir ve yeni gerilimlere kapı aralayabilir.
Planın bir diğer kritik unsuru, güvenlik mekanizması. Trump'ın ana taslağında 'görev gücü' diye bir şey yok; onun yerine Birleşmiş Milletler (BM) tarafından yetkilendirilecek bir Uluslararası Stabilizasyon Gücü öngörülüyor. Bu güç, Arap devletleri öncülüğünde kurulacak ve Gazze'nin güvenliğini sağlayacak. Polisler, gözlemciler kesin; askerlerin dahil olup olmayacağı ise henüz belirsiz. Komuta yapısı da net değil: Arap Birliği mi yoksa BM mi ön planda olacak? Önümüzdeki günlerde BM Güvenlik Konseyi'nde bu konuda bir karar çıkması bekleniyor. Katılım teklifleri gelecek, İsrail askerleri çekildikten sonra bu güç devreye girecek. Hem güvenliği temin edecek hem de Filistin polisini eğitecek, kapasitesini artıracak. Bu yapı, Gazze'de istikrarı sağlamayı hedefliyor ama oluşumu kolay olmayacak; çünkü uluslararası uzlaşı gerektiriyor.
Bu noktada, Doğu Timor modeli örnek alınıyor. Hatırlayın, Doğu Timor'da Avustralya liderliğinde bir barış gücü kurulmuştu ve güvenlik ağırlıklı olarak polisler tarafından sağlanmıştı. Türkiye de o dönemde polis katkısı vermişti. Benzer şekilde, Gazze'de de asker yerine polis odaklı bir yaklaşım gündemde. Kamuoyunda Türkiye'nin asker göndereceği konuşuluyor ama polis katkısı daha olası görünüyor. Bu, hem deneyim hem de siyasi açıdan daha az riskli olabilir. Zaten Türk polisi, kriz bölgelerinde önemli roller üstlenmiş; örneğin Fildişi Sahilleri'ndeki iç çatışmalarda 47 Türk polisi, 2 bin kişilik BM gücünün parçası olmuştu. Orada, Birinci sınıf Emniyet Müdürü Şerafettin Bural tam 8 yıl Kurmay Başkanı olarak görev yapmıştı. Polisler, yerel güçleri eğitmiş, silah kullanma yetkisiyle çatışmaları önlemişti.
Şimdi, geçici bir 'görev gücü' devreye giriyor. Barış gücü tam olarak kurulana kadar bu yapı, ateşkesin denetimini üstlenecek. Rehine takaslarını izleyecek, insani yardımların dağılımını kontrol edecek, anlaşmaya uyumu sağlayacak. Bu gücün üyeleri: Türkiye, ABD, İsrail, Mısır ve Katar. BM şemsiyesi altında olmayacak, geçici bir oluşum. ABD, 200 askerini İsrail'e göndereceğini açıkladı ama bunlar Gazze'de görev yapmayacak. Türkiye'nin katkısı ise belirsiz: Asker mi, polis mi yoksa AFAD, Dışişleri ve istihbarat görevlileri mi? Emekli Hakim Albay Cengiz Demirtaş, bu konuda net konuşuyor: Görev gücünün fonksiyonu, yönetimi ve esasları belli olduğunda Türkiye karar verecek. Bu belirsizlik, süreci daha da karmaşıklaştırıyor.
Türk polisinin geçmiş deneyimlerine bakınca, bu rol için hazır oldukları görülüyor. BM'nin görev sistemi şöyle işliyor: Ülkeler, dil bilen polislerini seçip BM'ye gönderiyor. Sınavlar, mülakatlar yapılıyor, İçişleri Bakanı onaylıyor ve görev başlıyor. Türk polisleri, Fransızca konuşulan misyonlarda Orta Afrika, Mali, Kongo ve Fildişi Sahilleri'nde çalıştı. İngilizce misyonlarda ise Darfur, Doğu Timor, Haiti, Kosova ve Bosna'da. Hatta halen Güney Sudan'da devam ediyor. Şerafettin Bural'ın anlattıkları çarpıcı: BM'nin Barış Operasyonları Uygulama El Kitabı'nda her detay var. Polisler, silahlı yetkiyle yerel güçleri yetiştiriyor, istikrarı sağlıyor. Bu deneyimler, Gazze'de Türkiye'ye avantaj sağlayabilir.
Ancak tüm bu planlar, büyük soru işaretleriyle dolu. Barış Konseyi'nin hakimiyeti, Filistin'in özerkliğini nasıl etkileyecek? Uluslararası Stabilizasyon Gücü'nün kompozisyonu ne olacak? Arap devletleri gerçekten liderlik yapacak mı? BM Güvenlik Konseyi kararı gecikirse ne olur? Geçici görev gücü, bu boşluğu doldurabilecek mi? ABD'nin askerleri İsrail'de kalırken, diğer ülkeler ne kadar risk alacak? Türkiye'nin polis katkısı, kamuoyunda nasıl karşılanacak? Bu sorular, ateşkesin ötesinde bir krizin habercisi. Gazze'nin yeniden inşası, milyarlarca dolarlık yatırımlar gerektirecek; ama yönetim belirsizliği, her şeyi tıkayabilir.
Düşünün, ateşkesle gelen sessizlik, aslında bir fırtınanın habercisi. Rehineler serbest bırakılırken, yardımlar akarken, arka planda güç savaşları yaşanıyor. Trump'ın planı, Blair'in katılımı, BM'nin rolü – hepsi bir araya gelince, Orta Doğu'nun dengeleri değişebilir. Türkiye'nin pozisyonu kritik; polis mi asker mi, karar verme zamanı yaklaşıyor. Emekli uzmanların uyarıları önemli: Görev gücünün esasları netleşmeden adım atmak riskli. Geçmiş örnekler gibi, Doğu Timor veya Fildişi'nde olduğu üzere, başarı eğitim ve koordinasyonda yatıyor.
Bu süreç, sadece Gazze'yle sınırlı kalmayacak. Bölgesel istikrarı etkileyecek, belki yeni ittifaklar doğuracak. İtirazlar artarsa, plan revize edilebilir; ama şu anki belirsizlik, esas sorunu büyütüyor. Uluslararası toplum, bu gücü nasıl finanse edecek? Katılım teklifleri ne kadar güçlü olacak? Filistin polisinin eğitimi ne kadar sürecek? Her detay, bir sonraki adımı belirleyecek. Gazze halkı, ateşkesle nefes aldı ama yönetim krizi, uzun vadeli bir sınav olacak.
Sonuçta, ateşkes bir zafer gibi görünse de, Gazze'nin geleceği pamuk ipliğine bağlı. Barış Konseyi, stabilizasyon gücü, görev gücü – bu unsurlar uyumlu çalışırsa belki bir şans var. Türkiye'nin deneyimli polisleri, bu denklemde kilit rol oynayabilir. Ama belirsizlikler çözülmezse, kriz derinleşecek. Bu heyecan verici ama tedirgin edici dönemde, her gelişme izlenmeye değer.
            
            
                            
                            
                            



