Türkiye'nin tarihsel yolculuğunda, geçmiş dönemler ile bugünkü yapı arasında belirgin karşılaştırmalar yapmak, toplumun genel algısını şekillendiriyor. Bu tür değerlendirmeler, genellikle günlük sohbetlerde veya medya tartışmalarında yer alıyor ve insanları daha derin düşünmeye sevk ediyor. Özellikle son yıllarda, bu konu etrafında çeşitli görüşler paylaşılıyor, ancak asıl detaylar incelendiğinde ortaya çıkan tablo, oldukça ilgi çekici bir panorama sunuyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un yakın zamanda yaptığı açıklamada, "Türkiye artık eski Türkiye değil" ifadesi, geniş yankı uyandırdı. Bu söz, olumlu bir gelişmeyi işaret etmek amacıyla kullanılsa da, gerçekte eski dönemlerin sunduğu huzur ve rahatlık açısından bir karşılaştırma yapıldığında, farklı bir resim ortaya çıkıyor. Eski Türkiye'de, eleştiri özgürlüğü daha geniş bir alanda ifade edilebiliyor, toplumun farklı kesimleri arasında bir uyum sağlanıyordu. İktidarı sorgulayan görüşler, hızlı bir şekilde yasal süreçlere dönüşmüyor, insanlar günlük hayatlarında daha az baskı hissediyordu.
Ekonomi açısından bakıldığında, eski Türkiye'nin bugünkünden daha dengeli bir yapıya sahip olduğu görülüyor. Asgari ücretle geçim daha kolay sağlanıyor, emekliler geleceğe dair daha olumlu bakabiliyorlardı. Emekli ikramiyeleriyle önemli yatırımlar yapılabiliyor, dış borç seviyeleri bugünkünden belirgin şekilde düşük tutuluyordu. Devlet yönetimi sırasında yurt dışı seyahatlerde israf ön planda değildi, kaynaklar daha verimli kullanılıyordu. Düşünce ve ifade özgürlüğü, toplumun her katmanında daha fazla yer buluyor, bu da genel bir memnuniyet yaratıyordu.
Uluslararası itibar da eski dönemlerde daha yüksek seviyedeydi. Türk pasaportu, yabancı ülkelerde saygı görüyor, vize başvuruları daha olumlu sonuçlanıyordu. Sınırlar arasında hareket etmek, bugünkü gibi zorluklarla dolu değildi. Dünya genelinde Türkiye, itibarlı bir konumda yer alıyor, yabancı yatırımcılar ülkeye akın ediyor, yeni iş fırsatları yaratıyordu. Bu durum, ekonomiye pozitif katkı sağlıyor, büyüme ivmesini artırıyordu.
Günümüzde ise durum farklı bir hal aldı. Yurt dışı finansal destek arayışları, ekonomi bakanlarının yoğun çabalarını gerektiriyor. Siyasi alanda, parti liderleri ve seçilmiş temsilcilerle ilgili süreçler, demokrasi tartışmalarını alevlendiriyor. Anayasa Mahkemesi kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hükümleri, uygulama aşamasında zorluklar yaşıyor. Muhalefet belediyelerine yönelik idari atamalar, kamuoyunda geniş yankı buluyor.
Medya özgürlüğü bağlamında, eleştirel yayın yapan kanallara yönelik gelişmeler dikkat çekiyor. Tele-1 televizyonu gibi platformlara idari müdahaleler, genel yayın yönetmenleri ve siyasi figürler üzerinde etkiler yaratıyor. Örneğin, Merdan Yanardağ'ın durumu ve Ekrem İmamoğlu'na ilişkin iddialar, bu alandaki tartışmaları derinleştiriyor. Avrupa'nın Türkiye'ye bakış açısı, kıskançlık yerine şaşkınlık ve endişe karışımı bir hal alıyor.
Teğmenlerin ordu içindeki ifadeleri, kurumsal yapıları etkileyen unsurlar arasında yer alıyor. Tüm bunlar, Adalet Bakanı'nın sözünü istemeden de olsa doğruluyor: Türkiye gerçekten eski Türkiye değil. Bu değişim, toplumun her alanında hissediliyor ve geleceğe dair soruları artırıyor.
Tarım sektörü de bu karşılaştırmada önemli bir yer tutuyor. Bir buğday tanesinin potansiyeli, doğru kullanıldığında muazzam sonuçlar doğuruyor. Bir tohum, ilk hasatta 800, sonraki aşamalarda milyonlarca tohuma dönüşebiliyor. Eski Türkiye'de buğday üretimi, hem iç talebi karşılıyor hem de ihracatla döviz getirisi sağlıyordu. Yılda 20 milyon ton üretim, ihtiyacın ötesine geçiyordu.
Şimdi ise üretim 20 milyon ton civarında kalırken, ihtiyaç 24.5 milyon tona ulaştı. Bu fark, Ukrayna ve Rusya gibi ülkelerden ithalatla kapatılıyor. Mısır ve Endonezya'dan sonra dünyada en çok buğday ithal eden üçüncü ülke konumuna gelindi. Geniş ve verimli topraklara rağmen, 126 ülkeden gıda ürünleri almak, tarım politikalarının yeniden değerlendirilmesini gerektiriyor.
Güncel gelişmelerde, 2025 yılında yabancı ilgisinin artması bekleniyor. Eski Mossad Başkanı'nın Erdoğan hakkında yaptığı açıklamalar, Osmanlı mirasına dair tartışmaları canlandırıyor. Gençlik karşılaştırmalarında, 1979 ile 2025 arasındaki farklar, sosyal medya üzerinden viral hale geliyor. Tarihsel kökler, Türklerin sahneye çıkışını anlatan programlar, kültürel mirası vurguluyor.
Siyasi liderlerin fotoğrafları ve açıklamaları, eski-yeni farkını somutlaştırıyor. Türkiye Yüzyılı vizyonu, millî ülkü olarak parlıyor. Demirperde benzeri ekonomik engeller, 2025'te zararlar doğuruyor. Eski Türkiye'de üçlü sınıf yapısı varken, şimdi orta direk etkileniyor. Hukuk bağımsızlığı, eski dönemlerde daha güçlüydü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadeleri, Türkiye'nin yeni dönemin kurucu aktörü olduğunu belirtiyor. Bu karşılaştırmalar, doğruluk ve erdemin sonunda ortaya çıkacağını hatırlatıyor. Doğruluk ve erdem güneş gibidir, nasıl olsa doğar. Bu söz, tüm tartışmaların özünü yansıtıyor ve geleceğe umutla bakmayı teşvik ediyor.