Gerçek Gündem Haberleri

Erdoğan'ı Uyaran Dev Kurum: AKP-MHP Tutanakları Saklıyor!

Türkiye'nin en kritik siyasi sırrı ortaya çıkıyor! İmralı'da Öcalan'ın sansürlü 12 sayfalık tutanakları neden gizleniyor? AKP-MHP'nin seçim hamlesi mi, yoksa uluslararası komplo mu? Erdoğan'ın sessizliği, yargı skandalları ve ABD baskısı... Bu haber, aradığınız tüm detayları şok edici gerçeklerle açıklıyor – hemen okuyun, gerçeği kaçırmayın!

Türkiye'nin siyasi arenası, son günlerde adeta bir fırtınanın ortasında savruluyor. 6 Aralık 2025'te gündeme bomba gibi düşen gelişmeler, devletin en üst düzey kurumlarından gelen uyarılarla sarsıldı. Özellikle İmralı'da Abdullah Öcalan ile gerçekleştirilen görüşmelerin tutanakları, sansürün ve gizliliğin gölgesinde kalmaya devam ediyor. Toplam 16 sayfalık bu kritik belgenin yalnızca 4 sayfası kamuoyuyla paylaşılırken, kalan 12 sayfa –yani tutanağın dörtte biri– adeta bir sır perdesinin ardına gizlendi. Bu durum, hem parlamento temsilcilerini hem de Türk milletini aptal yerine koymakla suçlanıyor.

Peki, bu sansürün arkasında yatan gerçekler neler? AKP ve MHP'nin bu gizliliği neden bu kadar ısrarla koruduğu, uluslararası istihbaratların bile haberdar olduğu bu detaylar, Türkiye'nin geleceğini nasıl etkileyecek?

Görüşmelerin tutanakları, TBMM Komisyonu'nda üçüncü taraf temsilciler tarafından tam olarak yayınlanması talebiyle gündeme geldi. Ancak, yayınlanan kısım bile şüpheler altında. Tutanakların imzalarının eksik olduğu, hatta bazı bölümlerin sahte olduğu iddiaları havada uçuşuyor. Komisyon üyeleri, bu gizliliğin bir kaçış stratejisi olduğunu düşünüyor. Dünya kamuoyu –Kandil'deki PKK liderlerinden Avrupa istihbaratlarına kadar– tüm detayları bilirken, Türk halkı ve kendi temsilcileri neden dışlanıyor? Bu soru, siyasi kulisleri karıştırmaya yetti.

Özellikle, AKP'li Şamil Tayyar'ın çarpıcı açıklaması, bu sansürün perde arkasını aydınlatıyor. Tayyar, tam tutanakların yayınlanmasının "en büyük zararı Demokrat Parti ve Apo'ya vereceğini" söylüyor. Ona göre, bu durum PKK ile Barzani arasında bir savaşı tetikleyebilir, Numan Kurtulmuş'un yüzüne bakılamaz hale gelebilir ve Suriye'de Şeriat anlaşmalarını imkansızlaştırır. AKP'nin samimiyetsizliği burada su yüzüne çıkıyor: Her şey seçim hesaplarına dayanıyor, gerçek bir çözüm iradesi yok.

MHP cephesinde ise hava biraz daha sakin görünse de, gerçekler bambaşka. MHP'li Fethi Yıldız ile yapılan görüşmelerin "çok iyi geçtiği" ve "olumsuz bir şey olmadığı" iddia ediliyor. Ancak, tutanakların dörtte birinin hala gizli kalması, bu iddiaları havada bırakıyor. Komisyonun rolü burada kritik: Gösteri için mi kuruldu, yoksa gerçek bir uzlaşı platformu mu? CHP'nin komisyona katılmaması için saraydan uyarı geldiği söyleniyor.

"Tek yetkili Recep Tayyip Erdoğan" ifadesi, bu uyarıların tonunu yansıtıyor. Olumlu bir sonuç çıkması imkansızlaşıyor, çünkü her karar Erdoğan'ın onayıyla şekilleniyor. DEVA Partisi üyesi Yiğit Koç'un iddiaları ise sansürün boyutunu gözler önüne seriyor. Yayınlanan 4 sayfanın gerçek olmadığını vurgulayan Koç, Öcalan'ın YPG'nin silahsızlanıp dağılmasını değil, güçlerini ikiye ayırarak bir kısmını Suriye ordusuna, diğerini Kürt bölgesinin güvenlik güçlerine katılmasını önerdiğini belirtiyor. Gizli 12 sayfada ise Öcalan'ın Barzani ve IŞİD hakkındaki sert ifadeleri, federasyon ipuçları ve daha pek çok bomba detay yatıyor. Bu gizlilik, sadece iç politikayı değil, bölgesel dengeleri de sarsacak nitelikte.

Numan Kurtulmuş'un sessizliği de dikkat çekiyor. Geçen hafta sarayda uyarıldığı ve söz vermesine rağmen suskun kaldığı belirtiliyor. Bu durum, AKP'nin stratejik hamlelerini özetliyor: Seçim öncesi algı yönetimi ve koltuk koruma önceliği. Erdoğan ve Bahçeli'nin iç politikadaki sıkışıklığı, yeni bir anayasa hamlesini zorunlu kılıyor. Af çıkarma hesapları dönüyor –Öcalan ve 9 bin PKK'lı için– ve bu tutanak gizliliği, tam da bu planların parçası. Tarihi paralellikler ise ürpertici: 15 Temmuz darbe komisyonunun tutanakları yayınlanmadı, hatta yok edildi. Bugün Apo tutanakları aynı kaderi paylaşıyor.

Ekrem İmamoğlu davalarının TRT'de yayınlanması önerisi bile uygulanmadı, çünkü kaybedeceklerini biliyorlar. Eğer Kandil tutanakları yayınlansaydı, muhalefet desteği yüzde 70'lerden yüzde 90'lara fırlardı. Sürecin başından beri samimiyetsiz olduğu açık: AKP ve Apo, kendini kurtarma hamlesi peşinde. 2019'daki mektup değiş tokuşu gibi, bu da bir oyalama taktiği.

PKK'nın bu süreçten kazancı ise devasa. Müzakere ortağı statüsüne yükseldi, özel statü elde etti ve uluslararası arenada meşrulaştı. YPG'nin patronu Öcalan değil, ABD ve İsrail; onlara silah sağlıyorlar ve tam kontrol altında tutuyorlar. AKP-MHP'nin Apo'yu kullanma planı gerçekdışı kalıyor: İdeolojik bir figür, güçle yarışamaz. Öcalan'ın serbest kalması halinde ABD-İsrail saflarına katılması riski var, Erdoğan bunu görüyor ama iç hesaplar için devam ediyor. Bahçeli ve bürokratlar ise hayal dünyasında yaşıyor. Bu tablo, Türkiye'nin Kürt sorunu çözümünü değil, derinleşmesini işaret ediyor.

Uluslararası baskılar da cabası. ABD Ankara Büyükelçisi Tom Barak'ın açıklaması, Türkiye'yi ayağa kaldırdı. Türkiye'nin S-400'lerden –ki F-400 olarak anılıyor– yakında kurtulacağını iddia eden Barak, 2.5 milyar dolar peşin ödenen bu sistemin geleceğini hiçe sayıyor. Bu, büyük bir saygısızlık. AKP hükümeti –Erdoğan, Hakan Fidan ve sözcüler– neden sessiz? Ambargo, Türkiye'yi ABD protektorası mı yapıyor? İslamcı kesimlerin yabancı güçlere karşı suskunluğu, çelişkileri artırıyor. Bu gelişme, savunma politikalarımızı sorgulatıyor ve NATO içindeki konumumuzu zayıflatıyor.

Yargı cephesinde ise skandallar bitmek bilmiyor. Panorama verilerine göre, halkın en büyük endişeleri ekonomi ve yargı yorgunluğu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi davasında 11 kişi serbest bırakıldı ama hemen yeniden tutuklandı –kanıt yok, siyasi karar net. Algı yönetimi için tasarlanmış bir operasyon. Aynı haber için Ankara'da kovuşturma yokken, İstanbul'da 9 yıl hapis istenmesi (İsmail Arıa örneğinde) adaletsizliği haykırıyor. Hasan Köksoy'un, sokak röportajında halk şiiri okuyan bir vatandaş için tutuklanması, basın özgürlüğünün halihazırdaki durumunu özetliyor. Anayasa Mahkemesi'nin basın özgürlüğü yorumu umut verici: Hakaret veya şok edici ifadeler bile cezalandırılamaz. Erdoğan ve Gül'ün atadığı üyeler bile bu yönde karar verdi, ama uygulama zayıf kalıyor.

Ekonomik alanda da gerilim yüksek. Başkan Yardımcısı Cevdet Yılmaz'ın ENAG'ı hedef alması, gerçek enflasyonu yayınladıkları için. ENAG, TÜİK'ten daha güvenilir –halkın yüzde 70'i onu tercih ediyor. Hükümetin operasyon planı, ekonomi eleştirisini suç sayma girişimi. Bu baskı, şeffaflığı yok ediyor ve halkın öfkesini büyütüyor.

Diğer skandallar da çürümeyi gözler önüne seriyor. Ahmet Çakar ve Murat Sancak'ın kumar operasyonları, zamanlaması manidar: Apo tutanaklarını örtbas için mi? Çakar, yıllarca başkalarını suçlarken kendisi kumarla anılıyor. Abdullah Gül'ün Mehmet Altan'a mektup yazması ise tartışma yaratıyor. Altan kardeşler FETÖ/PKK'ya yakın değil, ama Gül'ün bu hamlesi onu zor durumda bırakıyor. Fatih Altaylı'ya benzer bir mektup yok, çünkü o waveredi –yani tutarlı kaldı.

Bu gelişmeler, Türkiye'nin siyasi, yargısal ve ekonomik yapısını derinden sarsıyor. Sansür, gizlilik ve uluslararası müdahaleler, geleceğimizi belirsiz kılıyor. Halkın merak ettiği tüm detaylar –Öcalan'ın gizli ifadeleri, AKP-MHP'nin seçim taktikleri, yargıdaki adaletsizlikler– burada bir araya geliyor. Peki, bu fırtına nereye varacak? Erdoğan'ın uyarıları dikkate alacak mı, yoksa gizlilik perdesi daha da kalınlaşacak mı? Gelişmeleri takip etmek, her vatandaşın hakkı –ve görevi.