Türkiye siyasetinin derin kulislerinde uzun süredir konuşulan ancak henüz su yüzüne çıkmamış en büyük kriz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sonrasının nasıl dizayn edileceği sorusu etrafında şekilleniyor. Yapılan analizlere göre, mevcut siyasi gerilimin ardındaki ana nokta, devletin nasıl yönetileceği ve bu “oyunun baş karakterlerinin” kimler olacağıdır. Bu planın merkezinde ise dikkatler, uzun süredir siyasetin mutfağında staj yaptığı gözlenen Bilal Erdoğan üzerinde toplanmaktadır.
Analizler, bu durumun basit bir “adaylık” meselesi olmadığını, aksine ince bir “siyaset mühendisliği” ürünü olduğunu açıkça gösteriyor. Muhalif kesimlerin “Bilal Erdoğan’ın oy potansiyeli yok” şeklindeki küçümseyici yaklaşımlarının, 20 yıl önce Sayın Erdoğan için “Muhtar bile olamaz” diyenlerin düştüğü yanılgıya benzer şekilde ciddiye alınması gerektiği vurgulanıyor.
Anayasa Değişikliği ve Seçimli Cumhurbaşkanı Yardımcılığı Hamlesi
Söz konusu senaryo, 2027 ya da 2028 yılında yapılması konuşulan seçimlere odaklanıyor. İddialara göre, bu seçimlerden önce gerçekleşecek bir anayasa değişikliği, mevcut sistemin köklü bir dönüşümünü hedefliyor. Değişikliğin en kritik maddesi, Cumhurbaşkanı’nın yanı sıra, ona yardımcı olacak ismin de atanmış değil, doğrudan seçim sandığından çıkmasını öngörüyor. Yani partiler, “Ben başkanım ama iki tane de başkan yardımcım var ona göre bana oy ver” diyerek milletin karşısına çıkacak.
Bu hamlenin temel amacı, mevcut Cumhurbaşkanı’nın hem tekrar aday olabilmesini sağlamak hem de kendisinden sonraki dönemi güvence altına almaktır. Eğer Erdoğan 2028’de tekrar seçilirse ve kanunen seçilmiş başkan yardımcısı göreve gelirse, Cumhurbaşkanı’nın “biyolojik gerçekler” veya sağlık sorunları nedeniyle görevini bırakması durumunda, seçilmiş başkan yardımcısı 2033’e kadar ülkeyi yönetecek. Yorumculara göre bu, ABD desteği ve diğer dış destekler de dikkate alındığında, 2053’e kadar sürebilecek bir “Bilal Erdoğan dönemi” potansiyelini yaratmaktadır.
Devlet Bahçeli’nin Planı Bozan Hamlesi
Cumhur İttifakı içindeki en büyük gerilim noktası da tam bu senaryonun önlenmesine dayanıyor. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 2021 yılında sunduğu 101 maddelik anayasa değişikliği teklifi, aslında bu planın tam karşısında duran bir refleks olarak görülüyor. Bahçeli, sözde Cumhurbaşkanını “tek adamlıktan kurtarmak” ve denetleme mekanizması kurmak amacıyla, aynı sandıktan çıkmış iki başkan yardımcısının olmasını öngörmüştü.
Bu teklif, Cumhurbaşkanlığı kanadınca bir kenara konulsa da, şu anda sivil anayasa çalışmaları adı altında bu madde yeniden gündeme getiriliyor. Analistler, MHP liderinin bu girişimiyle, rejimin Amerikan destekli şekilde tasarlandığı gibi devam etmesine karşı bir duruş sergilediğini düşünüyor. Bahçeli’nin Kıbrıs ve Gazze ateşkesi gibi dış politika konularında dahi kamuoyuna demeçler vererek “Bu tiyatroya ne bu kadar seviniyorsun?” demesi, iç ve dış politikada derin görüş ayrılıklarının ve “Kantarı topuzunun kaçtığı” hissinin göstergesi olarak yorumlanıyor.
Staj Süreci ve Kontrol Edilemez Güç
Bilal Erdoğan’ın son dönemdeki hareketliliği bu siyaset mühendisliği planının bir parçası olarak değerlendiriliyor. Kendisi, resmi heyetlere katılıyor, dış gezilerde bulunuyor ve protokole dâhil oluyor. Bu durum, bir “staj süreci” olarak kabul edilmekte. Yorumlarda, “Kartal İmam Hatip’ten başlayarak devlette ciddi bir kadrolaşma harekâtı içinde olduğu” ve AK Parti teşkilatlarının teşkilatlanma ve dizayn edilmesinde etkili olduğu belirtiliyor. Ayrıca vakıflar yoluyla da bu mekanizmalara girdiği açıkça dile getiriliyor.
Asıl ciddiyet, iktidarın elindeki devasa ve kontrol edilemez güçte yatıyor. Bu gücün sadece askeriye, polis, yargı veya bürokrasi ile sınırlı olmadığı; sermayenin, medyanın, sivil toplum örgütlerinin, hatta “toplumsal mezheplerin, cemaatlerin, tarikatlerin” dahi nüfuz edilip kontrol altında tutulduğu bir mekanizmayı içerdiği ifade ediliyor. Bir yorumcu, “O güçten bağımsız bir sermaye yok olamaz” diyerek durumun vahametini ortaya koyuyor. Bu denli büyük bir güce sahip bir liderin, kendisinden sonraki dönemi, kan bağı olmayan kimseye, hatta damatlara bile güvenmeyerek, “oğluna ya da en kötü çok yakınına” bırakmak isteyeceği kaçınılmaz bir gerçektir.
Cumhur İttifakı'nı Çökertecek Tek Neden
Pek çok kişi Cumhur İttifakı’nın çatladığı, dağılacağı yönünde yorumlar yapsa da, analizler bu iddiaları “tali konular” olarak nitelendiriyor. Bürokrasideki atamalar, MHP’lilerin görevden alınması gibi konuların Bahçeli için “talih” ve “belirleyici olmayan” konular olduğu ileri sürülüyor. İttifakın devam etmesinin sebebi, iki tarafın da 50+1 ihtiyacına dayanmasıdır. Bu, karşılıklı gülöfler ve sübliminal mesajlarla, anayasa değişikliği yapılana kadar devam edecek bir “organik ihtiyaç ittifakıdır.”
Ancak siyasi kehanetin tek mümkün olduğu nokta şudur: “Cumhur İttifakı’nın dağılmasının tek sebebi olsa olsa bu olabilir.” Eğer AK Parti, rejimi 40+1 ile götürmeye kalkarsa, ya da cumhurbaşkanı seçim sandığında kendisine yardımcı olarak veliaht olarak seçtiği oğlunu koyarsa, o gün ittifak ipi kopar ve siyasi bir çatışma kaçınılmaz olur. Muhalefet liderlerine yönelik uyarı ise nettir: “Olayın ciddiyetinin farkında mısınız?” diyerek, bu “babadan oğula” geçiş senaryosuna karşı siyaseten net bir duruş sergilenmesi gerektiği belirtilmektedir. Aksi takdirde, bu korkunç gücün tesis ettiği sisteme karşı çıkmak neredeyse imkânsız hale gelecektir.