Gerçek Gündem Haberleri

Erdoğan-Bahçeli Çatışması AKP'yi Sarsıyor: İttifak Çöküşte mi?

AKP tabanı isyan bayrağı açtı, Erdoğan'ın karizması yerle bir! Bahçeli'nin İmralı çıkışı ittifakı parçalıyor, CHP'nin kararı skandalı tetikleyecek. Türkiye siyasetinde deprem: Kim kazanacak, kim kaybedecek? Bu sırlar sizi şok edecek!

Türkiye siyaset sahnesinde fırtınalı bir Cuma sabahı yaşanıyor. 22 Kasım 2025 tarihi, dün geceki gelişmelerin yankılarının hâlâ sürdüğü bir gün olarak hafızalara kazınıyor. Herkesin gözü kulağı, Devlet Bahçeli'nin "Gerekirse üç arkadaşımı alıp giderim" sözleriyle zirveye çıkan İmralı tartışmasında. Bu tartışma, sadece bir heyetin adaya gidip gitmemesi meselesi değil; yıllardır inşa edilmiş bir ittifakın, bir liderin karizmasının ve hatta bir partinin geleceğinin sorgulandığı bir dönüm noktası. Halkın nabzı atıyor, sosyal medyada binlerce yorum yağıyor ve herkes merakla bekliyor: Bu gerginlik nereye varacak? Erdoğan'ın sessizliği mi yoksa Bahçeli'nin meydan okuması mı üstün gelecek? Gelin, bu karmaşık tabloyu adım adım inceleyelim, çünkü bu sadece bir tartışma değil, Türkiye'nin siyasi kaderini belirleyecek bir fırtına.

Uzun yıllardır Türkiye'nin gündemini belirleyen isim Recep Tayyip Erdoğan'dı. Hatırlayın, ne dediyse o olurdu. Bir kelimeyle milyonları peşinden sürükler, bir eleştiriyle rakiplerini köşeye sıkıştırırdı. Baykal günlerinden Kılıçdaroğlu'na, oradan Özgür Özel'e kadar uzanan bu süreçte, Erdoğan hep ajandayı elinde tutan, "yerli ve milli" söylemiyle kimliğini pekiştiren bir liderdi. AKP'nin kurucusu olarak, partiyi bir ideolojik kale haline getirmişti. Muhafazakâr demokrasi vurgusu, merkez-periferi çatışmasında halkın sesi olma iddiası, hepsi onun imzasını taşıyordu. Ama son iki günde yaşananlar, bu imajı adeta paramparça etti. AKP tabanında öyle bir deprem koptu ki, yılların birikimi bir anda yüzeye vurdu. Taban, liderinin bu sessizliğini, bu belirsizliğini affetmiyor. Sokaklarda, kahvehanelerde, sosyal medyada aynı soru yankılanıyor: "Neden susuyorsun, Erdoğan?"

Bu gerilimin kökenine inelim. Her şey, Bahçeli'nin meclis kürsüsünden el uzatmasıyla başladı. Parlamentoda kurulan komisyon, 21 AKP'li, 10 CHP'li, 4 DEM Partili, 4 MHP'li, 3 Yeniden Yol Partili ve diğer partilerden birer üye ile oluşturuldu. Bu komisyon, bürokrasi ve sivil toplumdan onlarca kişiyi dinledi. Toplantı üstüne toplantı yapıldı; tam altı, yedi kez bir araya geldiler. Ama sonuç? Tıkanıklık. Tartışmalar, İmralı'ya gidip gitmemek ekseninde döndü. Bahçeli, bir zamanlar "çocuk katili" diye nitelediği Abdullah Öcalan'ı şimdi "kurucu lider" olarak anmaya başladı. Bu 180 derecelik U-dönüşü, Erdoğan'ı köşeye sıkıştırdı. Erdoğan yıllarca grup toplantılarında, basın açıklamalarında, mitinglerde, uçak yolculuklarında ne demişti? "HDP ya da DEM eşittir CHP, CHP eşittir PKK. Bunlar hainler, teröristler." Şimdi ise Bahçeli'nin öncülüğünde, sanki kuyruk gibi peşinden gidiyor. "Kardeşim, gitmiyor musun?" sorusuna ne diyecek? Komisyonun kararı diye topu taca atıyor, ama taban yutmuyor. "Komisyon karar verecek, saygı duyarız" diyor, ama bu, yılların söylemini yalanlıyor.

Dün CHP'nin "Gitmiyoruz" kararı, Sözcü Gazetesi'nde manşet oldu. Ama bu kararın arkasında Özgür Özel var ve yutulması zor bir lokma. Özel, Özlem Gürses'e verdiği röportajda ne demişti? "Bize CHP tabanından 'Bu komisyona nasıl girersiniz?' diye eleştiri geliyor. Biz ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Komisyona gidelim, dinleyelim, dahil olalım. Vatandaşlarımız ve milletimiz adına orada olalım." Güzel bir savunma, değil mi? Ama İmralı'ya gidilirse? Kapıların ardında Öcalan'dan talimat mı alınacak? Özel'in bu sözleri, şimdi bir kelepçe gibi boynuna dolanmış durumda. CHP tabanı zaten huzursuz; "Nasıl olur da teröristlerle masaya oturursunuz?" diye veryansın ediyor. Eğer bugün birkaç saat içinde CHP İmralı'ya gitme kararı alırsa, bu Özel'i doğrudan işaret edecek. Özel'in cumhurbaşkanlığı adaylığı, İmamoğlu ve Yavaş gibi isimleri gölgede bırakma çabası, hepsi bu kararla test edilecek. Hatırlayın, Özel aylardır Mansur Yavaş'ı hiç öne çıkarmadı. "Cumhurbaşkanımız Mansur" diye bir cümle duymadık ondan. Neden? Belki de bu oyunun bir parçası, belki de bir tiyatro. Eğer İmralı'ya gidilirse, Özel'i bu sahnede "oyuncu" olarak görmek kaçınılmaz olacak.

Şimdi asıl meseleye gelelim: Bu gerilimin Erdoğan'a maliyeti ne? Üç ayaklı bir tablo var önümüzde ve her ayak, ittifakın temelini sarsıyor. İlk ayak, ideolojik zemin. AKP, 90'lardan beri örülmüş muhafazakâr demokrasi söylemiyle ayakta duruyordu. "Jakoben, üstüncül, seküler, Kemalist yapı milleti ezer, biz halkız, biz yerli ve milliyiz" diye yıllarca anlatıldı. Bu, merkezin periferiye zulmü, milletin sesi olma iddiasıydı. Ama Bahçeli'nin çıkışı, bu zemini delik deşik etti. İdeolojik güvenilirlik yerle bir oldu. Taban, "Değerlerimiz ne olacak?" diye soruyor. Erdoğan'ın sessizliği, bu yarayı daha da derinleştiriyor.

İkinci ayak, sosyal yapı. AKP, Türkiye'de en çok üyeye sahip parti. En ücra köşedeki kasabada, köyde, mahallede bir örgütlenme ağı var. Bu, canlı bir beden gibi; sinir uçları toplumun her yerinde. Seçim kampanyalarında neden Türkiye turu atılıyor? Neden meydanlara iniliyor, kahvelerde sohbet ediliyor? Göz göze gelmek, sorunları paylaşmak, duygusal bağ kurmak için. Vatandaş inanacak, oy verecek, destekleyecek. Ama ekonomik çöküş zaten emeklileri vurdu, aileleri perişan etti. Üstüne bu değerler krizi eklenince? Bağlar koptu. AKP ilçe binalarında telefonlar suskun, kapılar çalınıyor ama açılmıyor. Neden? Çünkü açan, anında "Kardeşim, ne yapıyorsunuz siz?" diye azar işitecek. Tabanın öfkesi, örgütlenmeyi felç etti. Bu, sadece bir gerilim değil; milyonlarca insanın duygusal kopuşu.

Üçüncü ayak ise devlet mekanizması. 15 Temmuz sonrası, bürokraside, yargıda, sağlıkta, her yerde Erdoğan'ın kadroları yerleşti. Tarikatlar üzerinden ağ örüldü, sistem ele geçirildi. Ama şimdi? Devlet memurları, polisler, belediye çalışanları kendi derdinde. "Karım ve ben çalışıyoruz, ay sonunu getiremiyoruz, çocuğumu okula gönderemiyorum" diyorlar. AKP'li bir memur, eskiden "Bunlar gitmez, ben istediğimi yaparım" diye düşünürdü. FETÖ günlerini hatırlayın; kafa tutanlar ezilirdi. Ama çöküş sinyali gelince? Fabrika ayarlarına dönüş. "Durun bakalım, bu böyle gitmez" diyorlar. Devlet, sadece AKP'nin değil; bu çatlak, bürokrasiyi de Erdoğan'dan uzaklaştırıyor. Sonuç? Rejim çöküşünün kaydı tutuluyor. Erdoğan, anayasa değişikliğiyle süreyi uzatma peşinde, ama Özel'i de bu oyuna çekmiş gibi. Özel'in Yavaş'ı yok sayması, İmamoğlu'nun çocuklarına dokunmama vaadi, hepsi bir bulmaca parçası.

Bu tablo, sadece İmralı heyetiyle sınırlı değil. Af tartışması geliyor, anayasa değişikliği gündemde. Bahçeli'nin "Üç arkadaşımı alıp giderim" çıkışı, Erdoğan'ı zaman kazanmaya itiyor. Sessiz kalacak, izleyecek, süreci uzatacak. Ama alternatif maliyet? İttifakın dağılması, AKP'nin ideolojik, sosyal ve devlet ayağının çökmesi. Feth Yıldız'ın sözleri gibi: "İmralı'ya gitmişiz, ama gitmemişiz. Kimse gelmese de partililerle gideriz." Bu inat, gerilimi körüklüyor.

Sonuç olarak, 22 Kasım 2025'te Türkiye, bir rejim krizinin eşiğinde. Erdoğan'ın karizması sarsıldı, Bahçeli meydan okuyor, CHP köşeye sıkıştı. Bu deprem, aylarca sürecek. Tabanın öfkesi diner mi? İttifak toparlanır mı? Yoksa yeni bir sayfa mı açılıyor? Cevaplar, önümüzdeki saatlerde netleşecek. Ama bir şey kesin: Siyasetin bu fırtınası, herkesi etkileyecek. İzlemeye devam edin, çünkü hikaye burada bitmedi.