Magazin

Ekranların Efsanevi Babası Aramızdan Ayrıldı

Televizyon tarihinin unutulmaz sahnelerinden birinin kahramanı, sessizce veda ederken hayran kalplerde fırtına koparıyor. Tiyatro sahnelerinden dizi setlerine uzanan o muhteşem yolculuk, Darülaceze'nin huzurlu koridorlarında son nefesini verirken, eski dizilerin hayaletleri canlanıyor. Kurtlar Vadisi'nin o gizemli figürü, Sıla'nın renkli dünyasında bıraktığı izler ve tiyatro tutkusuyla dolu anılar, nostalji rüzgarlarını estiriyor – bu veda, seyircileri gözyaşına boğacak kadar dokunaklı

Tiyatro sahne ışıklarının altında, bir aktörün adımları her zaman bir hikaye anlatır; perde açıldığında kalabalık alkışlar, perde kapandığında ise sessiz bir yansıma kalır geride. İstanbul'un o eski günlerinde, 1945'in serin bir baharında doğan bir ruh, bu ışıkları ömrü boyunca kucaklamıştı. Dar sokaklardan büyük setlere, prova odalarından ekranlara sıçrayan bir kariyer; her rolünde bir parça yürek, her sahnede bir tutam tutku. Ama bazen, o ışıklar ansızın söner; bir telefon çalmasıyla, bir haberle dünya durur. Darülaceze'nin o sakin duvarları arasında, bir veda gecesi yaşanmıştı. Neden tam orada, neden o yaşta? Bu sorular, hayranların zihninde dönüp dururken, anılar birer birer canlanmaya başlıyor. O adam, sadece bir oyuncu değildi; bir devrin aynası, bir hikayenin bekçisiydi. Ve şimdi, o hikayenin son satırları yazılıyor, ama yankıları sonsuza dek sürecek gibi.

Namık Kemal Yiğittürk, o ismi duyunca gözlerin önüne gelen ilk görüntü, muhtemelen bir koltukta derin bir bakış, elinde tespih, etrafında dönen entrikalar olurdu. 80 yaşına merdiven dayamış bu usta, Darülaceze'nin huzurlu odalarından birinde, son nefesini vermişti. Haber, magazin dünyasının nabzını tutan Onur Akay'ın paylaşımıyla yayılmıştı; ses sanatçısı ve yazar, sosyal medyada o cümleleri dökerken, ekranlar dolup taşmıştı. "Kurtlar Vadisi’nin Baba Memduh’u, Sıla dizisinin Firuz Ağa’sı usta oyuncu Namık Kemal Yiğittürk’ü 80 yaşında kaybettik. Kaldığı Darülaceze’de vefat eden değerli sanatçımıza Allah’tan rahmet diliyorum," diye yazmıştı Akay. O kelimeler, birer ok gibi saplanmıştı yüreklere; çünkü Yiğittürk, sadece bir isim değil, bir ikondu. İstanbul doğumlu bu adam, sanatın tozlu yollarında yürümüş, tiyatro tahtlarında taç giymişti. Ölüm nedeni sessizce saklı kalmıştı belki, ama veda, bir devrin kapanışı gibiydi. Darülaceze, yılların yorgunluğunu dinlendirdiği son durak olmuştu; orada, pencereden sızan ışıkta, eski sahneleri yeniden yaşamıştı belki.

Sanat yolculuğu, tiyatro sahne tahtalarının gıcırtısıyla başlamıştı Yiğittürk için. Gençliğinde, İstanbul'un küçük tiyatrolarında, perde arkasındaki o telaşın içinde yoğrulmuştu. Seyircilerin nefeslerini tutuşu, alkışların sıcaklığı; hepsi, damarlarında akan bir ateş gibiydi. Televizyon dünyasına adım attığı 2002 yılı, Sırlar Dünyası dizisiyle olmuştu; o ilk sahneler, izleyiciyi bir anda yakalamıştı. Uzun yıllar, çeşitli filmlerde ve dizilerde boy göstermiş, her rolünde biraz daha derinlere inmişti. Ama asıl patlama, o gizemli vadide, kurtların uluması arasında gelmişti. Yiğittürk, bir aktörden öte, karakterlerine ruh üfleyen bir heykeltıraş gibiydi; her bakışında bir hikaye, her jestinde bir sır saklıyordu. Tiyatro günleri, onu disiplinli kılmıştı; setlerdeki aceleye rağmen, her repliği bir şiir gibi okumuştu. O yıllarda, İstanbul'un kültürel dokusunda, tiyatrocuların kahvehanelerinde saatlerce sohbetler etmiş, yeni nesle yol göstermişti. Kariyeri, bir nehir gibi akmış; bazen sakin, bazen coşkun, ama hep derin.

Ve o rol, Kurtlar Vadisi'ndeki Baba Memduh... Ah, o karakter, dizinin damarlarında akan kan gibiydi. Yiğittürk, Memduh'u canlandırırken, ekrana bir ağırlık, bir bilgelik katmıştı. Vadinin entrikaları arasında, o baba figürü, hem korku hem sevgi uyandıran bir devdi. Saçları akmış, gözleri yılların yükünü taşıyan o adam, repliklerini söylerken sesi titremezdi; aksine, bir fırtına gibi eserdi. Dizinin hayranları, hâlâ o sahneleri konuşur; Memduh'un karar anları, ailesine bakışları, düşmanlarına fısıldadığı tehditler. Yiğittürk, bu rolü öyle bir içselleştirmişti ki, rol bitse de karakter izleyiciyle yürümeye devam etmişti. Set arkasında, genç oyunculara nasihatler yağdırırdı; "Oyunculuk, kalpten gelir," derdi, bir fincan çay eşliğinde. Kurtlar Vadisi, onu efsaneleştirmişti; vadinin tozu, hâlâ üstünde gibiydi. O dönem, dizi Türkiye'nin nabzını tutarken, Yiğittürk'ün performansı, eleştirmenlerin dilinden düşmemişti. Memduh'un ölümü bile, izleyicileri haftalarca yas tutturmuştu; şimdi ise, gerçek hayattaki veda, o acıyı katmerliyordu.

Ama Yiğittürk'ün dünyası, sadece bir vadiyle sınırlı değildi; Sıla dizisindeki Firuz Ağa, bambaşka bir renk katmıştı kariyerine. O rol, Osmanlı'nın renkli dehlizlerinde gezinen bir figürdü; kurnaz, neşeli, ama bir o kadar da derin. Yiğittürk, Firuz'u oynarken, kostümün içinden taşan bir enerjiyle sahneleri doldurmuştu. Dizinin setlerinde, kahkahalar onunla yükselirdi; gençlere şakalar yapar, prova aralarında hikâyeler anlatırdı. Diğer işler de cabası; çeşitli filmlerde yan rollerde bile parlamış, her sahnede iz bırakmıştı. Tiyatro sahnelerine dönüşleri, hep bir bayram gibiydi; eski dostlarla yeniden bir araya gelmek, perde önünde alkışlanmak... Yiğittürk, çok yönlü bir adamdı; bazen dramatik bir baba, bazen komik bir ağa. Bu çeşitlilik, onu unutulmaz kılıyordu; her proje, onun paletinden yeni bir renk eklemişti. Set çalışanları, hâlâ o günleri özler; "Abi, seninle çalışmak ayrıcalıktı," derlerdi, bir sigara molasında.

Veda haberi düştüğünde, yankılar sosyal medyadan taşmıştı; Onur Akay'ın paylaşımı, binlerce yorumla dolup taşmıştı. Hayranlar, eski klipleri paylaşmış, "Baba Memduh ölmesin" diye haykırmıştı. Oyuncu arkadaşları, sessiz paylaşımlarla anmıştı onu; bir fotoğraf, bir dua... Aile fertleri, Darülaceze'nin kapısında gözyaşlarını saklamaya çalışmıştı; Yiğittürk, yalnız bir kurt gibiydi belki, ama sevdikleri hep yanındaydı. Tiyatro camiası, bir anma gecesi düzenlemişti; sahnede onun replikleri okunmuş, alkışlar göğe yükselmişti. Bu tepkiler, Yiğittürk'ün ne kadar sevildiğini gösteriyordu; bir aktörün gücü, perde kapandığında anlaşılırdı. Akay'ın rahmet duası, herkesin dilindeydi; "Değerli sanatçımıza Allah’tan rahmet diliyorum," sözleri, birer teselli gibi dolaşıyordu. Cenaze, sakin bir törenle yapılmıştı; İstanbul'un bir köşesinde, dua edenler arasında eski set arkadaşları da vardı.

Yiğittürk'ün mirası, ekranların ötesinde yaşıyordu; tiyatro okullarındaki gençler, hâlâ onun sahnelerini izler, repliklerini ezberlerdi. Kurtlar Vadisi, yeni nesillere aktarılırken, Baba Memduh'un gölgesi uzardı. Darülaceze günleri, belki yorgunluğunu dinlendirdiği son mola olmuştu; ama ruhu, sahnelerde dolaşmaya devam ederdi. O 80 yıl, bir ömre sığmamıştı; her rol, bir kitap sayfası gibiydi. Hayranlar, geceleri videoları açar, o derin bakışı arardı; "Abi, geri dön," diye içinden geçirirdi. Sanat dünyası, böyle vedalarla zenginleşir; Yiğittürk, bir yıldız gibi parlamış, şimdi gökte iz bırakmıştı. Tiyatro sahnesi, biraz daha boşalmıştı; ama anıları, dolup taşardı. O veda, bir son değil; bir yankıydı, sonsuza dek sürecek bir alkış gibi.