Eğitim

Eğitim Gölgesinde Çocuk İşçiliğinin Karanlık Yüzü

Milli Eğitim'in vitrin projesi mi yoksa kitlesel sömürü aracı mı? MESEM'de güvencesiz işlerde can veren çocuklar, protesto eden öğrencilerin gözaltıları ve öğretmenlerin feryatları, yoksulluğun eğitim kisvesi altındaki trajedisini gözler önüne seriyor. Bu sistem, geleceğin nesillerini nasıl yutuyor; detaylar, vicdanları sarsıyor ve değişim çağrılarını yükseltiyor.

Türkiye'nin eğitim koridorları, son yıllarda sadece ders kitapları ve sınav maratonlarıyla değil, beklenmedik trajedilerle de yankılanıyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) gururla sunduğu projeler, bazen bir umut ışığı gibi parlasa da, arkasında gizlenen karanlık gerçekler, yoksul ailelerin çocuklarını bir girdaba sürüklüyor. Özellikle mesleki eğitimde sunulan "fırsatlar", genç bedenleri ağır yüklerin altına iterek, hayalleri paramparça ediyor. Bu durum, sadece bireysel hikayelerle sınırlı kalmıyor; toplumsal bir yara olarak, binlerce ailenin geleceğini tehdit ediyor. Kamuoyunda yankı bulan protestolar, bu yarayı kaşıyarak, eğitim sisteminin adalet terazisini sorgulatıyor. Peki, bir zirvenin gölgesinde patlak veren feryatlar, bu karanlığı nasıl aydınlatıyor ve çocuklar için gerçek bir kurtuluş ne kadar uzak? Adım adım inerek, bu trajik tablonun perde arkasını keşfedelim.

İstanbul'un kalabalık caddeleri, Milli Eğitim Bakanlığı'nın "Türkiye Yüzyılı Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi"nin coşkusunu yaşarken, bir grup üniversite öğrencisi sessiz bir isyanı haykırdı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi gençler, ellerinde "Çocukların kanı elinizde" yazılı bir pankartla zirveyi protesto etti. Bu cesur eylem, MESEM'lerde yaşanan çocuk iş cinayetlerini gündeme taşırken, özel güvenliğin sert müdahalesiyle son buldu. 17 öğrenciden 16'sı gözaltına alındı ve tutuklandı; bu görüntü, zirvenin parlak ışıkları altında bir utanç lekesi gibi durdu. Aynı gün, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası üyeleri de meydanlara indi: "Bu düzen çocuklarımızı öldürüyor" sloganlarıyla MESEM'in kapatılmasını talep ettiler. Sendika Genel Başkanı Eren Edabali'nin de aralarında bulunduğu öğretmenler, ters kelepçeyle gözaltına alındı; bu müdahale, hükümetin "vitrin projesi" olarak parlatmaya çalıştığı MESEM'in gerçek yüzünü bir kez daha ifşa etti. Protestocuların feryatları, İstanbul'un soğuk rüzgarlarında yankılanırken, soru net: Bu eğitim modeli kimin yararına ve çocuklar için ne anlama geliyor?

MESEM, yani Mesleki Eğitim Merkezleri, eski çıraklık sisteminin modern bir kılıfı gibi duruyor. 2016'da 4+4+4 eğitim sistemiyle örgün ve zorunlu eğitime entegre edilen bu model, en az ortaokul mezunu ve 14 yaşını doldurmuş çocukları hedef alıyor. Haftanın dört günü işletmelerde "pratik eğitim", bir günü okulda teorik ders; kulağa cazip gelen bu formül, gerçekte yoksul ailelerin çocuklarını erken yaşta işgücüne iten bir tuzak olarak işliyor. Eğitim Reformu Girişimi'nin (ERG) 2025 Eğitim İzleme Raporu'na göre, 2024-2025 eğitim-öğretim yılında 15-18 yaş grubunda MESEM'e devam eden öğrenci sayısı tam 392 bin 887'ye ulaşmış. Bu gençler, asgari ücretin belirli bir oranı kadar ücret alıyor; ancak emeklilik primleri yatmıyor ve işyeri koşulları patronların insafına terk edilmiş. ERG raporu, bu sistemin okulla bağları kopardığını, yoksul çocukları eğitimden uzaklaştırarak güvencesiz emeğe mahkum ettiğini vurguluyor. Bu tablo, sadece bir istatistik değil; her rakamın ardında bir çocuğun hayali yatıyor ve bu hayaller, ağır makinelerin altında eziliyor.

MESEM'in karanlık yüzü, çocuk iş cinayetleriyle somutlaşıyor; zira bu "eğitim" kisvesi altındaki sömürü, minik bedenleri ölümcül risklere atıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi'nin verileri tüyler ürpertiyor: 2024'te 71 çocuk işçi çalışırken hayatını kaybetmiş; bu yıl ise Kasım ayı sonunda bu sayı 85'e fırlamış. 2023-2024 ve 2024-2025 eğitim yıllarında MESEM'li en az 15 çocuğun sanayi veya inşaatlarda can verdiği kaydedilmiş. İSİG, bu ölümleri "istisna" diye geçiştirmenin imkansız olduğunu haykırıyor; zira çocuk iş cinayetleri, tarımdan kente kaymış ve sanayi, inşaat, hizmet sektörlerinde patlama yapmış. MESEM, organize sanayi bölgeleri ve sanayi sitelerinde çocuk işçiliğinin "normalleşmesinin" baş aktörü; "bir gün okul, dört gün işyeri" formülü, bu sömürüyü meşrulaştırıyor. TÜİK'in 15-17 yaş grubunda 1 milyon çocuğun işgücünde olduğu verisi, buzdağının görünen yüzü; uzmanlar, MESEM'liler, kayıt dışı çalışanlar ve 15 yaş altı çocuklar eklendiğinde sayının 3-4 milyona yaklaştığını söylüyor. Bu devasa rakamlar, devletin çocuk haklarını korumak yerine, ucuz emek ordusu yarattığını ifşa ediyor.

Çocukların kendi ağzından dökülen hikayeler, MESEM'in trajik gerçekliğini en çıplak haliyle gözler önüne seriyor. FİSA Çocuk Hakları Merkezi'nin MESEM öğrencileriyle yaptığı saha görüşmeleri, yürekleri dağlıyor. Görüşülen çocukların çoğu, MESEM'den önce ücretli çalışmaya başlamış; çalışma yaşı 11-12'ye, bazı örneklerde 9'a kadar inmiş. Uzun mesailer, ağır işler, meslek dışı görevler ve iş güvenliği eksikliği, bu gençlerin ortak kaderi. Bir öğrenci, "Çalıştığım iş yerinin belgeleri burada geçmiyor dediler, başka yerde kayıtlıyım" diye anlatıyor; bu, sistemin kaotik yapısını özetliyor. Gün boyu 12 saate varan vardiyalar, koruyucu ekipmansız çalışma, yetişkinlerin bile zorlandığı işler... İş kazaları sık, ama çoğu kayda bile alınmıyor. Fiziksel koşullar ise vahim: Yemekhane, duş veya dinlenme alanı olmayan işyerleri, çocuklar için bir cehennem. Günün büyük kısmı işyerinde geçtiği için ders çalışacak vakit yok; okulun tek günü bile işe gitmekle heba oluyor. FİSA, "Çocukların haftanın 4-5 gününü riskli işlerde geçirdiği bir sistem, eğitim mi yoksa sömürü mü?" diye soruyor ve cevabı net: MESEM, çocuk işçiliğini eğitim adı altında gizleyen bir örtüye dönüşmüş.

Tehlikeli işlerin mağdurları, MESEM'in ölümcül gölgesini somutlaştırıyor. Son yıllarda bu sistem kapsamında can veren çocuklar, yürek parçalayan hikayelerle dolu. Ocak 2024'te staj yaptığı yerde başı sac büküm makinesine 16 dakika sıkışan 14 yaşındaki Arda Tonbul, hayatını kaybetti. Aynı ay 15 yaşındaki Erol Can Yavuz, üzerine devrilen sunta bloklarla ezildi. Kasım 2025'te Isparta Mesleki Eğitim Merkezi öğrencisi 15 yaşındaki Umut Eren Gökçen, hafta sonu inşaatta asansör boşluğuna düştü; iş güvenliği yoktu ve soruşturma bile açılmadı. Mersin Anamur'da 16 yaşındaki Alperen Uygun, üçüncü kattan asansör boşluğuna yuvarlandı. Konya Karapınar'da 16 yaşındaki Eren Dağ, elektrik panosunda akıma kapıldı; dava aylar sonra başladı ve bilirkişi raporu işvereni kusurlu buldu. Hepsi MESEM'liydi; hepsi, çocuklara yasak riskli işlerdeydi. Bu ölümler, denetimsizliğin ve yoksulluğun birleşiminin sonucuydu; çocuk hakları savunucuları, bu vakaların istisna olmadığını, her gün binlerce çocuğun benzer risklerle karşı karşıya olduğunu haykırıyor. Politika değişikliği yapılmazsa, yeni cinayetler kaçınılmaz; zira MESEM, çocukların eğitim hakkını fiilen gasp ediyor.

Eğitimciler ve sendikalar, MESEM'e karşı net bir cephe oluşturmuş durumda. Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, sistemi "patronlara ucuz işgücü sağlayan, çocukların hayatına mal olan bir tuzak" diye tanımlıyor; son gözaltıların eleştirileri bastırma girişimi olduğunu söylüyor. Veli-Der, Eğitim-İş ve Eğitim Sen, "Yoksul öğrencileri güvencesiz emeğe mahkum eden bu model, çocukluktan ve eğitimden soyutluyor" diyerek kapatılmasını talep ediyor. İSİG Meclisi, MESEM'i "revize edilemeyecek kadar sorunlu" bulurken, FİSA zorunlu eğitim kapsamına alınmasının çocukları hem okuldan hem çocukluktan kopardığını vurguluyor. Milli Eğitim Bakanlığı ise MESEM'i "gençlere meslek kazandıran, okurken gelir sağlayan bir fırsat" diye savunuyor; resmi söylemde asgari ücret oranı, usta öğreticiler eşliğinde beceri kazancı ön planda. Ancak saha gerçekleri, bu söylemle uçurumda: Protesto eden 16 TİP'li öğrenci ve ters kelepçeli öğretmenler, "iş öğrenen öğrenciler" masalının arkasındaki kanlı gerçekliği ifşa ediyor. Bu çelişki, hükümetin vitrin projesini sorgulatıyor; zira çocuklar ölürken, zirveler parıldıyor.

Bu trajedi, Türkiye'deki çocuk işçiliğinin daha geniş bir resmini çiziyor. TÜİK'in verileri buzdağının ucu; gerçek sayı milyonları aşıyor. MESEM, yoksulluğun eğitim kisvesi altındaki sömürüsünü kitleselleştiriyor; çocuklar, haftanın çoğunu riskli işlerde geçirirken, ara dinlenmesi veya yaz tatili yok. Bu model, özellikle organize sanayi bölgelerinde "normalleşmeyi" getiriyor; denetimsiz işyerleri, çocukların hayatlarını hiçe sayıyor. Çocuk hakları örgütleri, MESEM'in kaldırılmasını ve nitelikli, ücretsiz eğitimin güçlendirilmesini talep ediyor; zira devlet, çocukları korumak yerine, ucuz emek kaynağına dönüştürüyor. Protestoların gözaltılarla bastırılması, eleştirilerin susturulma çabasını gösteriyor; ancak, Arda, Erol, Umut Eren gibi isimlerin hikayeleri, sessiz kalmayacak.

Sonuç olarak, MESEM'in eğitim gölgesindeki çocuk işçiliği, yoksul ailelerin çocuklarını güvencesiz emeğe ve ölüme sürükleyen bir tuzak olarak duruyor. Protesto eden öğrencilerin ve öğretmenlerin feryatları, zirvelerin parlak ışıkları altında bir utanç lekesi; İSİG ve FİSA'nın verileri, bu sömürünün kitlesel ölçeğini haykırıyor. Devlet, çocuk haklarını korumak için bu modeli terk etmeli; aksi takdirde, yeni cinayetler kaçınılmaz. Bu sistem, geleceğin nesillerini yutuyor; değişim, çocukların kanıyla değil, vicdanla gelmeli.