Türkiye gündemi 20 Kasım itibarıyla hem siyasi arenadaki kritik açıklamalarla hem de bürokraside patlak veren büyük bir skandalla sarsıldı. Özellikle siyasi kulislerde, Selahattin Demirtaş’ın Bülent Arınç aracılığıyla ilettiği iddia edilen mesajlar dengeleri değiştirecek nitelikte. Demirtaş’ın, kendisinin de devlete hizmet ettiğini ve geçmişteki yanlışların karşılıklı olabileceğini belirterek, bundan sonraki süreçte siyasi bir adaylık veya rekabet düşünmediğini, sadece ülke barışı için elinden geleni yapmaya hazır olduğunu ifade ettiği belirtiliyor. Bu çıkış, iktidar kanadında ve özellikle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin son dönemdeki İmralı çıkışlarıyla birleşince yeni bir çözüm sürecinin ayak sesleri olarak yorumlanıyor. Ancak Ankara’daki bu siyasi satrancın gölgesinde, devletin temelini sarsan çok daha büyük bir tehlike, belgeleriyle gün yüzüne çıktı.
Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ve idari mahkemeler üçgeninde kurulan ve "denklik borsası" olarak adlandırılan sistem, liyakatsizliğin boyutlarını gözler önüne seriyor. Ortaya çıkan belgelere göre, yurt dışında eğitim almış gibi görünen ancak aslında dil bile bilmeyen binlerce kişinin, parayla satın aldıkları diplomalar sayesinde Türkiye’de denklik alarak hakimlik, savcılık, doktorluk ve mühendislik gibi kritik görevlere getirildiği iddia ediliyor. Sayıştay’ın 2016 yılında hazırladığı raporda, denklik başvurularının bir kısmının doğrudan kabul edilirken, bir kısmının reddedildiği ve bu sürecin belirli avukatlar aracılığıyla yürütülen davalarla bir kazanç kapısına dönüştürüldüğü açıkça tespit edilmiş durumda. Raporda, kaybedilen davaların hep aynı avukatlar tarafından takip edildiği ve kurum aleyhine ciddi kamu zararı oluşturulduğu vurgulanıyor.
Skandalın yargı ayağında ise durum çok daha vahim. Ankara Bölge İdare Mahkemesi ve ilgili dava dairelerinin, YÖK’ün eksik belgelerine rağmen şablon kararlarla öğrencilerin denklik taleplerini reddettiği, ancak "belirli" kişilerin davalarının ise sorunsuz şekilde onaylandığı görülüyor. Özellikle 2018 yılında mahkeme başkanlarına YÖK tarafından verilen özel brifinglerin ardından, standart vatandaşların davalarının reddedildiği, fakat arkası sağlam olan veya bu kurulan çarka dahil olan kişilerin diplomalarının hızla onaylandığı belirtiliyor. Bu sistemin başında bulunan Tanıma ve Denklik Komisyonu üyelerinin ise, karar verdikleri alanlarla hiçbir ilgilerinin olmaması dikkat çekiyor. Örneğin hukuk diplomalarına denklik veren komisyonda hukukçu bulunmadığı, ilahiyatçı, tarihçi ve mühendislerden oluşan bir heyetin hukukçuların yeterliliğine karar verdiği ifade ediliyor.
Bu çarpık sistemin işleyişi ise tam bir organize suç örgütü yöntemini andırıyor. Belirli danışmanlık şirketleri aracılığıyla, yurt dışındaki üniversitelere gitmeden, sahte transkriptlerle kayıt yaptıran kişiler, daha sonra Türkiye’deki üniversitelere yatay geçiş yaparak mezun oluyorlar. Hiçbir dil yeterliliği veya ÖSYM puanı aranmadan sisteme giren bu kişiler, parayı bastırarak aldıkları diplomalarla devletin en kritik kademelerine yerleşiyor. Özellikle Kuzey Makedonya’daki Uluslararası Vizyon Üniversitesi’nden mezun olan 195 kişiden 66’sına tanınan ayrıcalık, bu eşitsizliği somut bir belgeyle kanıtlıyor. Aynı okuldan, aynı dönemde mezun olan diğer öğrencilerin denklikleri reddedilirken, bu 66 kişiye doğrudan denklik verilmesi, "Bu kişiler kim ve kimin yakını?" sorusunu akıllara getiriyor.
Yaşanan bu liyakatsizlik ve hukuksuzluk sarmalı, sadece bir yolsuzluk haberi olmanın ötesinde, devlet sisteminin çöküşü anlamına geliyor. Tıpkı geçmişte soruların çalınmasıyla liyakatsiz kişilerin devlete sızması gibi, bugün de parayla alınan diplomalarla doktor, mühendis ve hakim olanlar, gelecekte yaşanacak depremlerde yıkılacak binaların, yanlış kararlarla karartılacak hayatların sorumlusu olacaklar. Tuzun koktuğu, adaletin çöktüğü ve eğitimin ticarete döküldüğü bu tabloda, yeni Türkiye’nin inşa edildiği söylenen sistemin, aslında içeriden çürüyen bir yapıya dönüştüğü gerçeğiyle yüzleşiliyor.