Türkiye siyaseti, son yerel seçimlerin ardından yeni bir dönemece girdi. Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) ülke genelinde elde ettiği tarihi başarı ve İstanbul’daki sarsılmaz konumu, tüm dikkatleri bir kez daha bu partinin üzerine çevirdi. Ancak bu zaferin yankıları devam ederken, partinin en önemli kalelerinden biri olan İstanbul örgütlenmesine karşı adli makamlarca atılan adımlar, siyasi arenada gerilimi tırmandırdı. Parti yönetiminin “yargı eliyle siyaseti dizayn etme” olarak yorumladığı bu süreç, derin bir hukuk ve siyaset krizinin habercisi olarak değerlendiriliyor.
Son günlerde kamuoyunu sarsan en önemli gelişme, CHP İstanbul İl Başkanlığı'nın iç işleyişine yönelik alınan yargı kararları oldu. Partinin geçtiğimiz yıl yapılan il kongresinde seçilen mevcut yönetiminin, İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından tedbiren görevden uzaklaştırılması ve yerine geçici bir heyetin atanması, siyasi çevrelerde şok etkisi yarattı. Yargının siyasi partilerin olağan kongre süreçlerine bu denli müdahale etmesi, emsal teşkil eden ve tartışmalı bir karar olarak tarihe geçti. Bu gelişme, aynı zamanda, daha önce ortaya çıkan ve “para sayma” olarak adlandırılan görüntülerle ilgili yürütülen soruşturmalarla da birleşince, CHP’ye yönelik çok yönlü bir operasyonun yürütüldüğü iddialarını güçlendirdi.
Siyasi kulislerde konuşulanlara göre, partiye yönelik bu hamleler yalnızca adli bir süreçten ibaret değil; ardında siyaseti şekillendirme, muhalefeti zayıflatma ve sandıktan çıkan iradeyi yok sayma amacı taşıyan büyük bir strateji yatıyor. Özellikle 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’da elde ettiği büyük zaferin ardından yargı kararıyla belediye başkanlığı elinden alınmak istenen ancak halkın iradesiyle yeniden kazanan Ekrem İmamoğlu’nun yaşadıkları, bu iddiaları destekler nitelikte. Kendisine yönelik davalar nedeniyle siyasi yasak tehdidiyle karşı karşıya kalan İmamoğlu, yargı kararlarına sık sık sert tepkiler gösterdi ve bu durumu "sarayın ikiyüzlü adaleti" olarak nitelendirdi.
Ancak tüm bu süreçte en dikkat çekici açıklama, geçtiğimiz günlerde kürsüye çıkan bir parti liderinden geldi. O konuşmasında, bu baskıların sadece bir partiye değil, tüm Türkiye’nin demokrasi kültürüne yapıldığını savunan lider, 15 Temmuz sonrası ilan edilen ve adeta kalıcı hale getirilen olağanüstü hal rejimine vurgu yaptı. Akademisyenlerin yaşadığı baskılardan, ekonominin geldiği duruma kadar birçok konuya değinerek hükümetin icraatlarını sert dille eleştirdi. Konuşmasında, partisinin İstanbul il başkanlığı binasına karşı açılan davada il başkanına 22 yıla varan bir hapis cezası istendiğini ifade eden lider, bu tür baskıların kendilerini yıldırmayacağını ve mücadelelerini kararlılıkla sürdüreceklerini belirtti.
Tüm bu yaşananlar, Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin ne kadar hassas bir dengede durduğunu gözler önüne seriyor. Bir yandan siyasi bir partinin iç işlerine yönelik eşi benzeri görülmemiş bir müdahale yaşanırken, diğer yandan iktidarın muhalefete karşı yargıyı bir "sopa" olarak kullandığı iddiaları ayyuka çıkıyor. İşte tam da bu gerilimin ortasında, partisinin İstanbul il yönetimini görevden uzaklaştıran mahkeme kararı, sadece bir hukuk davası olmaktan çıkıp, ülkenin yakın geleceğini şekillendirecek siyasi bir hamle olarak tarihe geçiyor. Bu kararın ana hedefine bakıldığında, 31 Mart seçimlerinin mimarı olarak görülen İstanbul’daki parti örgütünün hedef alındığı ve bu hamleyle CHP’nin iktidar yürüyüşünün engellenmeye çalışıldığı net bir şekilde anlaşılıyor.