Türkiye'nin sokaklarında hayat pahalılığı feryatları yükselirken, ekranlardaki borsa grafikleri kırmızıya boyanmış, ceplerdeki paralar eriyip gidiyor; ama yarın, 16 Eylül 2025'te Ankara'daki mahkeme salonundan çıkacak karar, tüm bu kaosun üzerine tuz biber ekecek gibi duruyor. Yüksek enflasyonun pençesinde kıvranan milyonlar, artan işsizliğin gölgesinde ekmek derdine düşmüş, dengesiz büyümenin yarattığı gelir uçurumu ise toplumun her katmanını zehirlemişken, gündem bir kez daha Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) kurultay iptali davasına kilitleniyor. Bu dava, sadece parti koridorlarını değil, Borsa İstanbul'un nabzını da hızlandırıyor; zira ekonomistler, "mutlak butlan" gibi bir kararın çıkması halinde, Mart ayındaki o korkunç çöküşün bisiklet gibi geri dönebileceğini fısıldıyor. Piyasalar, son iki haftada yüzde 10'un üzerinde erimişken, bu siyasi gölge borsayı 10 bin puanın altına gömebilir mi? Kulislerdeki fısıltılar, döviz kuyruklarının yeniden uzanacağını söylüyor; Merkez Bankası'nın rezervleri eriyecek, faizler zıplayacak ve yıl sonu hedefleri suya düşecek. Ama asıl trajedi, bu belirsizliğin ekonomiyi siyasete kurban etmesi; uzmanlar, "Türkiye'nin temel meselelerini konuşamıyoruz, sorunlar derinleşiyor" diye haykırıyor.
Bu gerilimin tohumları, aylardır toprağa ekilmiş gibi; 4-5 Kasım 2023'teki 38. Olağan Kurultay, Kemal Kılıçdaroğlu'nun tahtından indirilip Özgür Özel'in koltuğa oturmasıyla tarihe geçmişti, ama zaferin tadı çabuk kaçmıştı. Usulsüzlük iddiaları, delege manipülasyonları ve hile suçlamaları havada uçuşurken, eski Hatay Belediye Başkanı Lütfü Savaş öncülüğünde açılan davalar, 15 Şubat 2025'te birleştirilmişti. Nisan'dan beri dört duruşma geride kalmış, savcılığın Haziran'daki iddianamesi Ekrem İmamoğlu gibi isimleri şüpheli sırasına oturtmuştu. 6 Nisan'daki 21. Olağanüstü Kurultay da iptal taleplerine eklenince, dava iki kurultayı birden yutmuş, ertelemeler belirsizliği şişirmişti. Şimdi, Dışkapı Adliyesi'nde saat 10:00'da başlayacak beşinci duruşma, dört ana senaryoyu masaya yatırıyor: Reddetme, erteleme, çağrı heyeti atama veya yıkıcı mutlak butlan. Eğer bu sonuncusu gelirse, kurultaylar yok hükmünde sayılacak, Kılıçdaroğlu'nun eski yönetimi geri dönecek, parti kaosa sürüklenecek ve muhalefet bloku çatırdayacak. Eski CHP'li Hikmet Çetin'in T24'e verdiği röportajda ima ettiği gibi, Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan çevresiyle temasları bu senaryoyu güçlendiriyorsa, işler daha da karışacak; zira bu, sadece iç çekişme değil, iktidar-muhalefet arasında gizli bir köprü gibi kokuyor.
Ekonomistlerin radarında ise bu davanın borsaya yapacağı darbe ön planda; son iki haftada BIST 100 endeksi yüzde 10 gerileyerek 10.372 puana demir atmışken, siyasi gündem olmasa 13-14 bin bandını zorlayacağı söyleniyor. ALB Yatırım Başekonomisti Doç. Dr. Filiz Eryılmaz, "Mutlak butlan ihtimalinde 10 bin puanın altını görürüz, 9.600 destek olur" diye uyarıyor; erteleme ilk başta rahatlatsa da, belirsizliği uzatarak yükselişleri baltalayacak. En iyi senaryo, davanın reddi: Borsa 11.500-11.600'e ralli yapacak, yatırımcılar nefes alacak. Ama tedbirli mutlak butlan gibi bir ara yol? Dr. Artunç Kocabalkan'a göre en negatif tablo: Risk primi fırlar, kur baskılanır, faizler yukarı sıçrar ve Borsa İstanbul'da sert satış dalgası kopar. Ekonomist Murat Sağman ise, siyasi gelişmeler olmasaydı endeksin şu an 13-14 bin, yıl sonunda 15-16 bin olabileceğini belirtiyor; bu kayıplar, zaten enflasyonun yüzde 30'ların üzerinde gezindiği bir ortamda cepleri daha da delik deşik edecek. X platformunda (eski Twitter) ND Eğitim'in analisti Uğur Özarslan, yarınki duruşmayı beş senaryoya ayırarak piyasaların temkinli pozisyon almasını salık veriyor: Ret kararı rahatlama, iptal belirsizlik, mutlak butlan güçlü şok, çağrı heyeti teknik düzeltme, erteleme ise ani tepkiler. Benzer şekilde Eagle'ın paylaşımı, TCMB'nin 11 Eylül faiz kararını ve davayı kritik görerek, endeksin 10.600 desteğini izlemeyi öneriyor; Haziran'daki bir başka yorumda ise Akif Güllüoğlu, iptal senaryosunun TL varlıklarda baskı yaratacağını öngörmüştü.
Peki, bu dava neden ekonomiyi bu kadar titretüyor? Kökeninde, 19 Mart 2025'teki o kara gün yatıyor; Ekrem İmamoğlu'nun yolsuzluk suçlamasıyla gözaltına alınması, ülke çapında protesto dalgalarını tetiklemiş, döviz talebi patlamış ve TCMB rezervleri erimişti. Vikipedi'ye göre, 19 Mart-15 Nisan arası net dış varlıklar 43 milyar dolar azalarak 25 milyara gerilemiş, Merkez Bankası 25 milyar dolarlık satışla lirayı savunmuş, ama faizler zıplamış, enflasyon tahminleri yüzde 75'e revize edilmişti. Bu çöküş, yabancı yatırımcı güvenini yerle bir etmiş, Ekonomi Bakanı Mehmet Şimşek'in istikrar çabalarını baltalamıştı. Bugün, mutlak butlan kararı benzer bir paniği ateşlerse, döviz kuyrukları yeniden uzanır; Prof. Dr. Aziz Konukman, "19 Mart sorunları tekrarlanabilir, rezerv satışı kaçınılmaz" diyor ve Türkiye'nin temel meselelerini konuşamadığımız için üzüntüsünü dile getiriyor. Geniş tanımlı işsizlik 12 milyonu aşmışken, bu belirsizlik işsiz ordusunu kabartabilir; enflasyon zaten yüzde 2,95 aylık artışla (TÜİK Ağustos 2025 verisi) hayat pahalılığını körüklüyor, kıdem tazminatı tartışmalarıyla birleşince sendikalar ayağa kalkacak. Konukman, iktisatçı olarak "Türkiye için üzülüyorum" derken, piyasaların bu siyasi oyuna kurban gitmesinden yakınıyor; zira dengesiz büyüme, gelir dağılımını daha da bozmuş, zengin-fakir uçurumu uçuruma dönüşmüş.
Ama bu sadece buzdağının görünen yüzü; ekonomistlerin ortak sesi, krizden çıkışın anahtarının demokrasi olduğu. İsveç merkezli V-Dem Enstitüsü'nün 2024 hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye, 179 ülke arasında 147'nci sıraya çökmüş; 1789 Osmanlı padişahlık döneminden bile düşük puan almış, Ürdün, Irak, Uganda ve Mısır'ı bile geçmiş. Raporda "seçimli otokrasi" diye etiketlenmiş; Prof. Dr. Hakan Kara, "19. yüzyıl seviyesinin altında" diye haykırıyor. Bu tablo, yabancı sermayeyi kaçırıyor, risk primini şişiriyor ve büyüme hayallerini suya düşürüyor. Dünya Adalet Projesi'nin 2024 endeksinde de Türkiye 142 ülke arasında gerilerde, Avrupa'da "demokratik olmayan" dörtlüden biri; Mahfi Eğilmez'in blogunda vurgulandığı gibi, Danimarka zirvedeyken biz Rusya ve Lübnan'la aynı kulvarda. Bu hukuksuzluk zinciri, CHP davasını daha da zehirliyor; zira mahkeme salonu, sadece delilleri değil, ülkenin vicdanını da tartıyor. Eğer mutlak butlan gelirse, parti bölünür, sokaklar karışır ve 19 Mart protestoları gibi dalgalar ekonomiyi yutar; döviz fırlar, borsa çöker, işsizlik patlar. Reddedilirse, borsa ralliye geçer, ama gölge kalır; erteleme ise belirsizliği uzatarak her şeyi zehirler.
Tarihe dönüp bakınca, benzer siyasi sarsıntıların ekonomiye ne yaptığını görüyoruz; 2018 kur krizinde borsa yüzde 40 erimiş, 2023 seçimlerinde endeks dalgalanmıştı. Şimdi, 2025'in bu dönemeçte, TES gibi emeklilik reformları bile gölgede kalıyor; maaş kesintileriyle geleceği güvenceye alma hayali, siyasi fırtınada uçup gidiyor. X'te yayılan panellerde, "CHP davası borsa tuzağı mı?" sorusu alevleniyor; Eagle'ın teknik analizinde 10.600 desteği kırılırsa 10.450'ye iniş, ND Eğitim'in senaryolarında ise temkinli duruş çağrısı yankılanıyor. Ekonomistler, "Piyasalar siyasi netlik bekliyor" derken, Konukman gibi isimler demokrasi reformu talep ediyor; zira hukukun üstünlüğü olmadan büyüme pamuk ipliğinde. Bu dava, sadece CHP'yi değil, Türkiye'nin ekonomik damarlarını keskin bir bıçak gibi doğrayabilir; mutlak butlanla rezervler erir, işsizlik 12 milyonu aşar, enflasyon yüzde 30'larda gezinirken hayat pahalılığı isyanı körükler. Ama reddedilirse, borsa 11.600'e koşar, yatırımcılar döner ve belki bir nefes alma şansı doğar.
Yarınki salon, sadece hakimlerin değil, tüm ülkenin kaderini yazacak; Tandoğan Meydanı'ndaki protestolar, Genel Merkez'deki nöbetler, ekran başındaki milyonlar hepsi kilitlenmiş. Eğer Çetin'in iddiaları doğruysa, Kılıçdaroğlu'nun Erdoğan temasları bu kararı şekillendiriyorsa, muhalefet iyice zayıflar ve ekonomi daha derin bir çukura yuvarlanır. Bahçeli'nin danışmanı Yıldıray Çiçek'in "yeni paralel yapı" uyarısı da cabası; milli kadrolar tasfiye edilirken, emniyet ve TSK gibi kurumlar sızmalara açık hale gelirse, kaos kaçınılmaz. Bu zincir, CHP davasından başlayıp borsaya, enflasyona, işsizliğe uzanıyor; uzmanlar, "Demokrasi olmadan kriz bitmez" diye bağırıyor. V-Dem'in o utanç verici 147'nci sırası, Osmanlı'dan beter bir tablo çizerken, Kara Hoca'nın sözleri kulaklarda çınlıyor: "19. yüzyılın altında." Piyasalar, son iki haftanın yüzde 10 kaybıyla zaten yaralı; mutlak butlanla 9.600'e inerse, yıl sonu 14 bin hayali suya düşer, Sağman'ın öngördüğü 15-16 bin rüya olur. Kocabalkan'ın risk primi uyarısı, Eryılmaz'ın ralli tahmini, hepsi yarınki karara bağlı; döviz talebi artarsa rezerv satışı başlar, 19 Mart'ın gölgesi uzar.
Bu fırtına, Türkiye'yi siyasete kurban etmenin bedelini ödetiyor; yüksek enflasyonun aylık yüzde 2,95'lik sıçrayışı (TÜİK Ağustos), işsizliğin yüzde 8'e gerilemesine rağmen geniş tanımlı 12 milyonluk ordusu, dengesiz büyümenin yarattığı adaletsizlik... Hepsi, dava gölgesinde büyüyecek. Konukman'ın üzüntüsü, hepimizin payı; "Sorunlar derinleşiyor" derken, ekonomiyi konuşmak yerine mahkeme koridorlarında pinekliyoruz. X'teki fısıltılar, Güllüoğlu'nun özetinde gibi: İptal TL'yi ezer, ret istikrar getirir. Ama ya erteleme? Belirsizlik, en zehirli zehir; borsa dirençlerde satış yer, desteklerde tepki alır. Gelecekte ne olur? Mutlak butlanla kaos, reddle toparlanma; ama hukukun üstünlüğü endeksindeki o rezil 147'nci sıra değişmedikçe, her karar pamuk ipliğinde. Bu dava, ekonomiyi siyasete feda etmenin timsali; yarınki karar, borsayı ralliye mi çökmeye mi sürükleyecek? Milyonlar bekliyor, nefesler tutulmuş – Türkiye'nin yarınları, o salonun kapısında yatıyor.