İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) beklenen iddianamesi nihayet gün yüzüne çıktı ve Türkiye'nin siyasi arenasını bir kez daha sarsmaya başladı. Sekiz aydır merakla beklenen bu belge, tam 3 bin 900 sayfa uzunluğunda bir hacme sahip. Savcılığın kaleme aldığı metin, Ekrem İmamoğlu ve ekibini yolsuzluk ağı kurmakla suçlarken, adeta bir siyasi fırtınanın habercisi niteliğinde. Gazeteci Can Dündar, bu iddianameyi "asrın siyasi suikasti" olarak nitelendirerek, olayın derinliklerini çarpıcı bir şekilde yorumladı. İmamoğlu'nun yükselişi, Erdoğan'ın seçim yenilgileri ve yargı eliyle yürütülen bir intikam operasyonu... Bu hikaye, Türkiye'nin yakın tarihine damga vuracak unsurlarla dolu.
İddianamenin özeti, adeta bir suç örgütü senaryosunu andırıyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İmamoğlu'nu ve yakın çevresini, "yolsuzluk örgütü kurmak ve yönetmek"le itham ediyor. Belgeye göre, bu örgütlenme bir ahtapotun kolları gibi yayılmış; belediyenin ihalelerinden, projelerinden ve kaynaklarından milyarlarca lira kar elde edilmiş. Savcılar, İmamoğlu'nun bu "ahtapot"un başı olduğunu öne sürerek, detaylı bir mali inceleme raporu sunuyor. İhale usulsüzlükleri, ihalelerin belirli şirketlere yönlendirilmesi, belediye bütçesinden aktarılan fonların gizli hesaplara kaydırılması gibi iddialar, metnin ana hatlarını oluşturuyor. Bu suçlamalar, İmamoğlu'nun ömür boyu hapisle yargılanmasına yol açabilecek ağırlıkta. Ancak Dündar, bu iddiaların ötesinde bir tablo çiziyor: "Gerçek şu ki, İmamoğlu iki büyük suç işledi. Birincisi, İstanbul'u Erdoğan'ın elinden almak. İkincisi, ona karşı cumhurbaşkanlığına aday olmak."
Ekrem İmamoğlu'nun siyasi yükselişi, bu iddianamenin arka planında yatan en kritik unsur. 2019 yerel seçimlerinde, AKP'li aday Binali Yıldırım'ı yenerek İBB Başkanlığı'nı kazanan İmamoğlu, Erdoğan için tam bir şok etkisi yaratmıştı. Seçim sonuçlarını kabul etmek istemeyen iktidar, Yüksek Seçim Kurulu'na itiraz ederek İstanbul seçimlerini iptal ettirmişti. Tekrarlanan seçimde ise İmamoğlu, bu kez daha büyük bir farkla zaferini perçinlemişti. Bu yenilgi, Erdoğan'ı derinden etkilemiş gibi görünüyor. Dündar, bu noktada çarpıcı bir benzetme yapıyor: * "Hatırlarsınız, ilk suçundan sonra Erdoğan İstanbul seçimlerini iptal ettirmişti. İkinci seçimde yine yenilince iyice öfkelenmişti. Özellikle İmamoğlu'nun İstanbul'da sunduğu hizmetlerle popülaritesi artınca, CHP içinde parladı ve yavaş yavaş Erdoğan'a karşı partinin adayı haline geldi." * İmamoğlu'nun belediye yönetiminde attığı adımlar – deprem hazırlıkları, sosyal yardımlar, yeşil alan projeleri ve ulaşım yatırımları – halk nezdinde büyük takdir toplamıştı. Anketlerde cumhurbaşkanlığı için en güçlü adaylardan biri olarak öne çıkması, onu kaçınılmaz bir hedef haline getirdi.
Bu hedefe yönelik hamleler, sistematik bir şekilde devreye girdi. Erdoğan, benzer bir stratejiyi daha önce HDP'nin eski eş başkanı Selahattin Demirtaş'a karşı uygulamıştı. 2016'dan beri cezaevinde tutulan Demirtaş, cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklamasıyla birlikte "terör örgütü propagandası" suçlamasıyla yargılanmıştı. Dündar, İmamoğlu vakasını bu örneğe benzeterek şöyle diyor: * "Erdoğan, yükselen bir başka cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ı hapse atarak cezalandırmıştı. İmamoğlu'na da aynısını yaptı. Önce hapse attırdı, sonra diplomasını iptal ettirip adaylığını engelledi, ardından yolsuzluk, rüşvet ve yetmedi casuslukla suçladı." * İmamoğlu'nun gözaltına alınması, diploma iptali davası ve siyasi yasak girişimleri, bu zincirin halkalarıydı. Her adım, İmamoğlu'nun siyasi hayatını baltalamayı amaçlıyordu. İstanbul'u kaybetmenin acısını çıkaramayan iktidar, belediyeye kayyum atama planını devreye sokmuştu. Bu plan, CHP'nin direnişi ve kamuoyu baskısıyla püskürtülse de, şimdi yargı üzerinden yeni bir cephe açılmış durumda.
İddianamenin en ürkütücü yanı, sadece İmamoğlu'nu değil, tüm CHP'yi hedef alması. Savcılık, yolsuzluk iddialarını CHP kongresine bağlayarak, partinin ele geçirilmesi amacıyla bu suçların işlendiğini öne sürüyor. Bu bilgi, doğrudan Yargıtay Başsavcılığı'na iletilmiş; CHP'nin kapatılması için zemin hazırlanıyor. Dündar, bu detayı vurgularken, kamuoyunda yankı uyandıran bir uyarıda bulunuyor: * "İddianame ayrıca, bu yolsuzlukların CHP kongresinde partiyi ele geçirmek için yapıldığını belirterek Yargıtay Başsavcılığı'na iletiyor, böylece CHP'nin kapatılmasının yolunu açıyor. O kadar çok şey oldu ki insanlar 'böyle bir şey olmaz' diyordu, ama bu sefer kimse bu iddiayı hafife almıyor." * CHP'nin kapatılması girişimi, Türkiye'nin çok partili demokrasi geleneğine ağır bir darbe olurdu. Parti içinde İmamoğlu'nun yükselişi, Özgür Özel'in liderliğiyle birleşince, iktidar için tehdit olarak algılanıyor. Bu iddianame, sadece bir belediye soruşturması değil; muhalefetin kökünü kazıma operasyonu olarak yorumlanıyor.
Pro-government medyanın bu olayı "yüzyılın dolandırıcılığı" diye pompalaması, kamuoyunda kutuplaşmayı derinleştiriyor. Ancak Dündar, gerçek tabloyu tersine çevirerek, * "İmamoğlu davası, hükümet yanlısı medyanın 'yüzyılın dolandırıcılığı' dediği, tarihe gerçek bir siyasi suikast olarak geçecek." * diyor. Bu ifade, otoriter rejimlerin klasik taktiğini işaret ediyor: Sandıkta yenemediği rakipleri, yargı veya mafya eliyle saf dışı bırakmak. Rusya'da Putin'in Aleksey Navalny'ye uyguladığı zehirleme ve hapis zinciri, bu yöntemin en çarpıcı örneği. Navalny, muhalefetin umudu olarak yükselirken, sistematik bir yok etme kampanyasıyla karşılaştı ve sonunda trajik bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Dündar, bu paralelliği kurarken, * "Bazen Putin'in Navalny'ye yaptığı gibi başarılı oluyor. Bazen de Adnan Menderes örneğinde olduğu gibi, muhalefet partiyi kapatma girişiminde bulunanların partisinden kapatıyor." * diye ekliyor.
Adnan Menderes'in 1960 darbesi sonrası idamı ve Demokrat Parti'nin kapatılması, Türkiye'nin yakın tarihinden silinmez bir yara. O dönemde iktidar, muhalefeti yargı yoluyla ezmeye çalışmış, ancak bu hamle uzun vadede demokrasiye zarar vermişti. Bugün İmamoğlu davası, benzer bir risk taşıyor. Dündar, son sözünde umut verici bir not düşüyor: * "Toplumun direnişi, sonucun ne olacağını bir ölçüde belirleyecek. Şimdi o direnişi göreceğimiz döneme giriyoruz." * Kamuoyunun tepkisi, CHP'nin örgütlenme gücü ve uluslararası gözlemcilerin ilgisi, bu sürecin seyrini değiştirebilir. Sokak protestoları, sosyal medya kampanyaları ve hukuki itirazlar, İmamoğlu'nun lehine dönebilir mi? Bu sorular, önümüzdeki haftalarda yanıt bulacak.
Bu iddianame, Türkiye'nin siyasi iklimini yeniden şekillendirme potansiyeline sahip. İmamoğlu'nun milyarlarca liralık yolsuzluk ağı iddiası, eğer kanıtlanırsa belediye yönetimini kökten etkileyecek. Ancak delillerin gücü, tanık ifadeleri ve mali kayıtların incelenmesi, davanın kaderini belirleyecek unsurlar. Savcılığın "ahtapot kolları" metaforu, suçlamaların ne kadar geniş bir ağı kapsadığını gösteriyor: İhale komisyonlarından, proje müteahhitlerine kadar uzanan bir zincir. İmamoğlu'nun savunması ise net: Tüm bu iddiaların siyasi motivasyonlu olduğunu, belediye hizmetlerinin şeffaf şekilde yürütüldüğünü savunuyor. Taraftarları, bu davanın bir "cadı avı" olduğunu haykırıyor.
Can Dündar'ın yorumu, konuya gazeteci kimliğiyle yaklaşan bir perspektif sunuyor. Yılların deneyimiyle, olayları sadece yüzeysel değil, tarihsel ve karşılaştırmalı bir bağlamda ele alıyor. İmamoğlu'nun İstanbul zaferi, sadece bir yerel seçim sonucu değil; ulusal ölçekte bir dönüm noktasıydı. Erdoğan'ın İstanbul'u kaybetmesi, 1994'te kendi kazandığı zaferin simgesini elinden almak anlamına geliyordu. Bu simgesel yenilgi, intikam duygusunu körüklemiş olabilir. Dündar'ın * "Erdoğan, İstanbul'u sandıkta kaybettiği için kayyumla geri almayı planlamıştı. O plan CHP'nin direnişiyle püskürtüldü. Şimdi savcılar aracılığıyla İmamoğlu'nu ömür boyu hapse attıracak bir hamle yapıyor." * sözleri, bu planın evrimini özetliyor.
Davayı izleyen hukukçular, iddianamenin hacminin bile bir strateji olduğunu düşünüyor. 3 bin 900 sayfa, muhtemelen kamuoyunda "büyük skandal" algısı yaratmak için şişirilmiş. Ancak detaylara inildiğinde, somut delillerin ne kadar güçlü olduğu tartışmalı. CHP cephesi, bu belgeyi "siyasi bir kurgu" olarak reddediyor ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınacağını belirtiyor. İmamoğlu'nun tutuklanması ihtimali, muhalefeti ayağa kaldırabilir. Parti içinde birlik çağrıları artarken, Özgür Özel gibi isimler, "Bu dava CHP'nin değil, demokrasinin davasıdır" mesajı veriyor.
Sonuç olarak, bu olay Türkiye'nin geleceğini belirleyecek bir dönemeç. İmamoğlu'nun cumhurbaşkanlığı adaylığı, eğer bu dava onu saf dışı bırakırsa, muhalefetin elini zayıflatır. Dündar'ın vurguladığı gibi, toplumun direnişi burada kilit rol oynayacak. Sokaklar, mahkemeler ve sandık, önümüzdeki aylarda test edilecek. Bu "asrın siyasi suikasti", ya bir demokrasi zaferine dönüşür ya da otoriter bir gölgeyi daha kalınlaştırır. İzleyen herkes, nefesini tutmuş bekliyor.