Yaşam

Çamurdan Doğan Dev Endüstri: O Çılgın Projenin Bilinmeyen Hikayesi

İmkansız denilen proje nasıl gerçeğe dönüştü? Bir yeşil Renault ve çamurlu yollardan dünya ligine uzanan bu başarı öyküsü, ekonominin gizli kahramanlarını anlatıyor.

Ekonominin çarklarının döndüğü, milyarlarca dolarlık iş hacminin yaratıldığı devasa bir sektörün, aslında bir zamanlar "delilik" olarak görüldüğünü biliyor muydunuz? Yokluk yıllarında, henüz dışa açılmanın ve serbest piyasanın adının bile anılmadığı dönemlerde, bir avuç vizyoner ismin "biz bu işi yaparız" diyerek çıktığı yolculuk, bugün ülkenin ticari kaderini değiştiren bir başarı destanına dönüştü. O günlerde kimsenin inanmadığı, hatta bürokratik engellerle durdurulmaya çalışılan bu girişim, şimdilerde dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biri haline geldi. (Video görüntüsü makalenin aşağısında verilmiştir.)

Her şey 1970'lerin sonunda, Almanya'dan dönecek işçilerin ne iş yapacağına dair yapılan bir pazar araştırmasıyla başladı. O dönemde, ülkedeki ticari hayatın dışa kapalı olduğu, dövizin yasak olduğu ve ihracat kavramının henüz yerleşmediği bir atmosfer hakimdi. Ancak dünyada yükselen bir trend vardı: Fuarcılık. Birkaç cesur girişimci, İstanbul'da spor salonlarını kiralayarak, hatta otellerin altındaki atıl çarşıların duvarlarını kesip birleştirerek derme çatma alanlarda ilk organizasyonları yapmaya başladı. O günlerde "bu ülkede fuar mı olur?" diyenlere inat, spor müsabakalarının yapıldığı salonların tuvaletleri bile temizlenerek ticari alanlara dönüştürüldü.

Bu serüvenin en çarpıcı kırılma noktalarından biri, henüz diplomatik ilişkilerin bile tam oturmadığı, kapalı kutu olarak bilinen Çin'e yapılan seyahatti. 1980'lerin başında Pekin'e gidip "biz burada fuar yapacağız" dendiğinde, hem içeride hem dışarıda herkes bu ekibe şüpheyle bakıyordu. O dönemde Pekin'de bisiklet dışında araç bulmanın zor olduğu, insanların tek tip giyindiği bir ortamda, bu coğrafyanın mallarını tanıtmak, sadece ticari bir hamle değil, aynı zamanda diplomatik bir buz kırma operasyonuydu. Bu cesur adım, daha sonraki yıllarda meyvelerini verecek ve ticaretin yönünü değiştirecekti.

Ancak asıl büyük sıçrama, 1990'ların ortasında, şehrin çok uzağında, kuş uçmaz kervan geçmez denilen bir arazide başladı. Bugün yüz binlerce metrekarelik devasa bir komplekse dönüşen o alan, o günlerde sadece bir çamur deryasıydı. Hatta o dönemde projeyi görmeye gelen Japon bir iş insanı, yeşil bir Renault otomobille çamurlar içindeki araziye götürüldüğünde, ayakkabıları çamura saplanıp kalmış, "benim standım nerede?" diye sormuştu. Sadece 9 ay gibi rekor bir sürede, bürokratik engellere ve "yetişmez" raporlarına rağmen tamamlanan bu merkez, bölgenin ticaret üssü olma yolundaki en büyük adımı oldu.

Bugün gelinen noktada, Moskova ve Dubai ile birlikte bölgenin en önemli üç saç ayağından biri haline gelen İstanbul, fuarcılık endüstrisinde dünya liginde oynuyor. Sadece bir bina veya organizasyon değil, yarattığı ekosistemle otellerden hava yollarına, lojistikten yeme-içme sektörüne kadar devasa bir katma değer sağlıyor. Özellikle Avrupa'daki vize sorunları ve maliyet artışları, bu coğrafyayı daha cazip bir buluşma noktası haline getirirken, her yıl yüz binlerce yabancı alıcı, milyarlarca dolarlık iş bağlantısı için bu salonları dolduruyor.

Bir zamanlar "hayalperestlik" olarak suçlanan bu vizyon, şimdilerde 120 bin metrekareyi aşan kapalı alanları ve dünya sıralamasındaki yeriyle göğüs kabartıyor. "Olgun meyveleri toplamaya geldik" diyen yabancı devlerin ilgisi de gösteriyor ki, bu topraklar artık sadece bir pazar değil, ticaretin kurallarının belirlendiği küresel bir merkez. Kendi fuar alanını kendi yapan, elektriğinden suyuna, lojistiğinden konaklamasına kadar her detayıyla bir fabrika kurar gibi fuar kuran bu endüstri, "imkansız" kelimesinin sadece bir görüşten ibaret olduğunu her yıl yeniden kanıtlıyor.