Türk siyasetinde babadan oğula geçen bir miras tartışması, son günlerde yeniden alevlendi ve bu kez hedef tahtasında iş dünyasının en güçlü lobisi TÜSİAD oturuyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın küçük oğlu Bilal Erdoğan, İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı olarak katıldığı çeşitli programlarda ekonomiden dış politikaya, deprem yönetiminden özel sektörün sorumluluklarına kadar geniş bir yelpazede çarpıcı açıklamalar yaptı. Bu hafta özellikle yoğunlaşan konuşmalarında, Bilal Erdoğan'ın TÜSİAD'ı doğrudan hedef alan sert eleştirileri, sosyal medyada ve iş çevrelerinde yankı buldu. "Büyük sermaye sahibinin günahı vebali çok" diyerek başlayan bu çıkışlar, sadece bir eleştiri olmanın ötesinde, Türkiye'de özel sektörün toplumsal rolünü sorgulayan bir manifesto niteliği taşıyor. Peki, Bilal Erdoğan neden tam da bu dönemde TÜSİAD'ı mercek altına aldı? Bu sözler, AKP'nin geleceği ve 'oğul dönemi' iddialarını nasıl etkiliyor? Gelin, bu tartışmalı açıklamaların arka planını, detaylarını ve yarattığı dalgaları en ince ayrıntısına kadar inceleyelim; zira bu sadece bir konuşma değil, Türkiye'nin ekonomik ve siyasi dengelerini sarsabilecek bir hesaplaşmanın ilk adımı gibi duruyor.
Bilal Erdoğan'ın bu haftaki programlara katılımı, tesadüf eseri değil; aksine, son aylarda artan bir görünürlüğün parçası. İlim Yayma Vakfı'nın etkinliklerinde ve çeşitli televizyon programlarında boy gösteren Erdoğan, babasının siyasi mirasını taşıyan bir figür olarak uzun zamandır kulislerde konuşuluyor. 2025'in sonlarına doğru, ekonomik krizin derinleştiği, enflasyonun yüzde 70'leri aştığı ve deprem felaketlerinin yaralarının sarılmaya çalışıldığı bir dönemde, Bilal Erdoğan'ın sahneye çıkması dikkat çekici. İlk olarak, bir ekonomi panelinde özel sektörün devlet bağımlılığını ele aldı. Burada, Türkiye'nin son 23 yıldaki altyapı yatırımlarını överek başladı: Yol, köprü, hastane ve enerji projelerinin büyük kısmının devlet eliyle veya teşviklerle gerçekleştiğini vurguladı. Ancak, bu başarıyı özel sektörün sırtına yüklemek yerine, tam tersine bir eleştiri yağdırdı. *“Bizde eksik olan taraf özel finansman, yani illa devlet verecek. Türkiye bu kadar altyapı yatırımını gerçekleştirdikten sonra vatandaşın sıra bende, ben ne yapacağım diyor olması lazım”* diye konuştu. Bu ifade, orta sınıf vatandaşların "sıra bana gelmedi" yakınmasını dile getirirken, aslında büyük sermayenin pasifliğini suçluyordu. Erdoğan'a göre, devlet her şeyi sırtlanmışken, özel sektör neden kendi inisiyatifini almıyor? Bu soru, programın moderatörü tarafından da yankılandı ve izleyicilerden alkış topladı. Bilal Erdoğan, bu noktada Türkiye'nin ekonomik modelini bir "devletçi tekel" olarak nitelendirdi; özel sektörün, teşvikler olmadan hareketsiz kaldığını ima etti. Bu eleştiri, 2002'den beri AKP iktidarının altyapı hamlesini överken, aynı zamanda iş dünyasının "rahatlığını" hedef alıyordu – ve bu, TÜSİAD tartışmasının öncüsü oldu.
Konuşmalarının zirvesi ise, deprem felaketi bağlamında TÜSİAD'ı doğrudan hedef aldığı anlardı. Bilal Erdoğan, 2023 Kahramanmaraş depremleri gibi "asrın felaketleri"ni örnek göstererek, büyük sermayenin toplumsal sorumluluğunu masaya yatırdı. Deprem sonrası devlet kurumlarının seferber olduğunu, milyarlarca liralık yardım toplandığını hatırlatarak, özel sektörün katkısını yetersiz bulduğunu belirtti. *“Son 23 yılda yapılan yatırımlara baktığımız zaman ya devlet eliyle yapılmış ya devlet teşvikleri kadar yapılmış. Asrın felaketi olduğunda TÜSİAD nerede ya Allahınızı seversiniz ya”* Bu cümle, salonda buz gibi bir sessizlik yarattı; Erdoğan, ses tonunu yükselterek devam etti. TÜSİAD'ı, depremzedelerin acısını görmezden gelen bir "elit kulüp" olarak resmetti ve somut bir çağrıda bulundu: *“TÜSİAD çıkıp da şöyle 50 bin konutu TÜSİAD üyeleri olarak yapıyoruz diyemez miydi? Ne oldu, biriktirdiğiniz paralar nereye gitti. Yatırım yapmıyorsun, depremzedelerin 50 bin konutunu sen yap”* Bu talep, sadece bir öneri değil, adeta bir meydan okumaydı. Bilal Erdoğan, TÜSİAD üyelerinin birikimlerini – ki bunlar milyarlarca dolarlık servetler – deprem konutlarına yatırmalarını beklediğini vurguladı. Deprem sonrası AFAD'ın 500 bin konut hedefini hatırlatarak, özel sektörün en azından 50 binini üstlenmesini "ahlaki bir vecibe" olarak sundu. Bu sözler, 2023 depremlerinin üzerinden iki yıl geçmişken, hâlâ devam eden barınma krizini gündeme taşıdı; Hatay, Kahramanmaraş ve Adıyaman gibi illerdeki geçici konteyner yaşamları, Erdoğan'ın eleştirisini haklı kılan bir gerçeklik olarak duruyordu. Program sonrası sosyal medyada #TÜSİADNerede etiketi trend oldu; bazı kullanıcılar Erdoğan'ı "halkın sesi" diye överken, diğerleri "popülist bir saldırı" olarak nitelendirdi.
Bilal Erdoğan'ın TÜSİAD eleştirisi, sadece depremle sınırlı kalmadı; daha geniş bir ekonomik paradigmaya işaret ediyordu. Büyük sermaye sahiplerini "günahkâr" olarak niteleyerek, *“Bu ülkede büyük sermaye sahibinin günahı, vebali çok”* dedi. Bu ifade, İslami bir ahlak vurgusu taşıyordu; Erdoğan, servet biriktirmenin değil, topluma geri dönmenin önemini vurguladı. TÜSİAD'ı, Türkiye'nin ekonomik büyümesinden nemalanırken, kriz anlarında sessiz kalan bir yapı olarak eleştirdi. Hatırlayalım: TÜSİAD, 1971'de kurulan, 100'den fazla büyük şirketi temsil eden bir dernek; Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi ailelerin üye olduğu bu lobi, yıllardır hükümetlerle hem ittifak hem rekabet içinde. AKP iktidarının ilk yıllarında TÜSİAD, reform talepleriyle hükümeti desteklemiş, ama son dönemde enflasyon ve yargı bağımsızlığı gibi konularda eleştirel raporlar yayınlamıştı. Bilal Erdoğan'ın çıkışı, bu gerilimi tırmandırdı; sanki TÜSİAD'ı "devletin sırtından geçinen elitler" olarak damgalıyordu. Erdoğan, konuşmasında dış politika boyutuna da değindi: Türkiye'nin Afrika ve Orta Doğu'daki yatırımlarını överek, TÜSİAD'ın bu alanlara yönelmesini önerdi. *“Afrika'da, Ortadoğu'da fırsatlar var, neden oralara gitmiyorsunuz?”* diye sordu. Bu, TÜSİAD'ı iç piyasaya hapsolmuş bir yapı olarak eleştirirken, AKP'nin "yumuşak güç" politikalarını da dolaylı övüyordu. İlim Yayma Vakfı'nın Afrika'daki eğitim projelerini örnek göstererek, özel sektörün bu misyona katılmasını teşvik etti – ki bu, vakfın son yıllarda büyüyen rolünü de öne çıkarıyordu.
Bu açıklamaların siyasi boyutu ise, "oğul dönemi" iddialarını yeniden canlandırdı. Bilal Erdoğan, babası Recep Tayyip Erdoğan'ın 22 yıllık iktidarının gölgesinde büyümüş bir isim; 1987 doğumlu, Harvard'da eğitim almış ve İlim Yayma Vakfı'nı yöneterek sivil toplumda etkili. Kulislerde, 2028 seçimleri sonrası AKP'de bir "aile geçişi" konuşuluyor; Bilal Erdoğan'ın bu haftaki yoğun programı, bu iddiaları güçlendirdi. Muhalefet cephesinden CHP Sözcüsü Deniz Demir, *“Erdoğan ailesi, siyaseti şirket gibi yönetiyor. Bilal Bey'in TÜSİAD çıkışı, babasının intikamı mı?”* diye sordu. İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu ise, *“Büyük sermaye eleştirisi güzel, ama kendi vakıflarındaki şeffaflığı sorsak?”* diyerek İlim Yayma Vakfı'nın hesaplarını gündeme getirdi. TÜSİAD cephesinden ise resmi bir yanıt gecikmedi: Dernek Başkanı Erol Bilecik, *“Toplumsal sorumluluk bizim DNA'mızda var. Depremde 1 milyar liradan fazla yardım yaptık, ama daha fazlası için diyalog şart”* dedi. Bilecik, TÜSİAD'ın deprem sonrası Kızılay'a aktardığı kaynakları hatırlatarak, Erdoğan'ın "50 bin konut" talebini "gerçekçi olmayan bir hedef" olarak yorumladı. İş dünyasında ise bölünme var: Koç Holding gibi devler sessiz kalırken, küçük ve orta ölçekli sanayiciler Erdoğan'ı destekledi. Sosyal medyada, 10 binden fazla paylaşım yapıldı; bazıları *“Bilal Erdoğan haklı, TÜSİAD elitist”* derken, diğerleri *“Siyasi baskı bu, iş dünyasını sindirme hamlesi”* diye tepki gösterdi.
Bilal Erdoğan'ın konuşmalarının ekonomik bağlamı da derin. Türkiye, 2025 sonunda yüzde 8'lik büyüme hedeflerken, özel sektör yatırımları teşviklere bağımlı kalmış durumda. TÜİK verilerine göre, son 23 yılda özel sektörün gayrisafi sabit sermaye oluşumu, devletin yarısı kadar; bu, Erdoğan'ın "vatandaş sıra bende diyor" yakınmasını doğruluyor. Deprem eleştirisi ise, 2023 felaketinin yaralarını sarmada özel sektörün rolünü sorguluyor: AFAD, 650 bin konut ihtiyacından sadece 200 binini tamamladı; TÜSİAD'ın önerdiği 50 bin, sembolik bir rakam olsa da, prestij meselesi. Erdoğan, bu çağrıyı İslami vakıf geleneğine dayandırdı: *“Vakıflar gibi, servet paylaşılmalı”* Vakfının Afrika'da 100'den fazla okul açtığını örnek vererek, TÜSİAD'ı "hayırseverlikte" yarışmaya davet etti. Bu, AKP'nin "sosyal devlet" modelini özel sektöre yayma çabası olarak okunuyor. Ancak, eleştirmenler, Bilal Erdoğan'ın vakfının 2024'te 500 milyon liralık bağış aldığını, ama şeffaflık raporlarının yetersiz olduğunu söylüyor. Maliye Bakanlığı, vakıf denetimlerini artırdı; bu, Erdoğan'ın çıkışını tetiklemiş olabilir.
Uzun vadede, bu tartışma Türkiye'nin sermaye-devlet ilişkisini yeniden şekillendirebilir. TÜSİAD, son yıllarda "yeşil dönüşüm" ve "dijital ekonomi" raporlarıyla hükümeti yönlendirirken, Erdoğan'ın eleştirisi bu diyaloğu zedeliyor. İş dünyası, olası bir "oğul dönemi"nde Bilal Erdoğan'ı "daha sert bir aktör" olarak görüyor; babasının pragmatizmine karşı, oğulun ideolojik vurgusu ağır basıyor. Muhalefet, bu fırsatı "aile şirketi" eleştirisi için kullanıyor; CHP, TÜSİAD'la ittifak sinyali verdi. Ekonomistler, özel sektörün deprem gibi krizlerde daha fazla rol almasını desteklerken, *“Ama baskı altında katkı, gönüllü olmaz”* diyor. Bilal Erdoğan'ın dış politika yorumları da cabası: ABD ve AB'yi "çifte standartlı" diye eleştirerek, Türkiye'nin "bağımsız yol"unu savundu. Bu, AKP'nin geleneksel söylemini sürdürüyor, ama genç bir sesle.
Sonuç olarak, Bilal Erdoğan'ın TÜSİAD'ı hedef alan bu çıkışı, sadece bir eleştiri değil; Türk siyasetinde yeni bir dönemin habercisi. "Asrın felaketi olunca nerede?" sorusu, büyük sermayenin vicdanını sorgularken, "oğul dönemi" iddialarını somutlaştırıyor. Ekonomi, deprem ve sorumluluk ekseninde dönen bu tartışma, iş dünyasını harekete geçirecek mi? Yoksa yeni bir gerilim mi doğuracak? İzlemeye devam edin, çünkü bu sözler, yarının Türkiye'sini şekillendirecek – ve belki de 2028 seçimlerinde belirleyici olacak.