Beykoz'un sakin sokaklarında, sonbahar yaprakları savrulurken, belediye binasının koridorlarında bir sessizlik hâkimdi – ama o sessizlik, her an patlamaya hazır bir volkan gibiydi. İstanbul'un bu yeşil ilçesinde, meclis salonları yıllardır tartışmaların odağı; ama son haftalarda hava iyice ağırlaştı. Vatandaşlar, kahvehanelerde, pazarlarda, sosyal medyada aynı soruyu fısıldıyordu: "Meclis ne olacak?" Günlük hayatın akışında, yol çalışmaları, çöp toplama, park düzenlemeleri... Her şey sıradan görünürken, içeride bir fırtına kopuyordu. Taraftarlar, hayranlar, muhalifler... Herkes ekranlara kilitlenmişti; peki, bu gerilimin kökeni nerede yatıyordu? Kimin eliyle alevlendi o sloganlar? Herkes merak ediyordu, ama asıl hikaye, o kapalı kapılar ardındaki vekâlet savaşında gizliydi. Sabırlı olun, çünkü her oturum bir sahne, her protesto bir perde – ve inanın, sonu nefes kesici.
Beykoz Belediye Meclisi, İstanbul'un siyasi arenalarından biri olarak hep hareketliydi; ama 6 Ekim'deki toplanma, adeta bir tiyatro provası gibi dağıldı. İçeride CHP'li üyelerin öfkeli tepkileri, dışarıda Beykozlu vatandaşların protesto sesleri... Salon, bir anda gerilim yuvasına döndü. Toplantı, Ekim ayı gündemi için çağrılmıştı; ama hava o kadar elektrikliydi ki, herkesin gözü kürsüdeydi. CHP grubu, grup odasından meclis salonuna doğru yürürken, "Hak, hukuk, adalet" sloganları yankılandı koridorlarda – bu, sadece bir giriş değil, bir meydan okumaydı. AKP'li üyeler, koltuklarında kıpır kıpır; meclis başkanvekili Özlem Vural Gürzel'in yüzü, her zamankinden daha sertti. Bu erteleme, sadece bir mola mıydı, yoksa derin bir hesaplaşmanın habercisi mi? 10 Ekim'e ertelenen oturum, o sorunun cevabını verecekti; ama kimse, o günün bir protesto fırtınasına dönüşeceğini tahmin etmiyordu.
İşte o kritik tarih: 10 Ekim sabahı, Beykoz Belediye Meclisi yeniden toplandı – saatler erken, hava serin, ama salon sıcaktı. CHP'li üyeler, koltuklarına otururken, ilk sözü aldı; Ekrem İmamoğlu'na ve tutuklu Belediye Başkanı Alaattin Köseler'e selam gönderdiler. Konuşmalar, adeta bir manifesto gibiydi: Özlem Vural Gürzel'in CHP'den istifa edip AKP'ye geçişi, eleştirilerin tam ortasındaydı. "Bu vekâlet, bir ihanet mi?" diye soran sesler yükseldi; alınan kararlar, bir bir masaya yatırıldı. AKP'li üyelerle arbede gibi tartışmalar patlak verdi – sözler sertleşti, bakışlar kilitlendi. Saat 15:00'te ara verildiğinde, salon bir savaş alanını andırıyordu; herkes, ikinci oturumu merakla bekliyordu. Bu ilk tur, sadece bir ısınma mıydı, yoksa asıl fırtına mı geliyordu? CHP'liler, dışarıda toplanan vatandaşlara el sallarken, içten içe bir plan kuruyor gibiydi – ve o plan, öğleden sonra devreye girecekti.
Ama ikinci oturum, adeta bir şok dalgası gibi vurdu – saat 15:00'te salon dolarken, ilk oturumda sırası gelen CHP'li üyelerin isimleri okundu, ama söz hakkı tanınmadı. Bu, sadece bir usul hatası mıydı, yoksa kasıtlı bir engelleme mi? Esengül Yılmaz Gül, ayağa fırladı; sesi salonu inletiyordu: "Yanlış yapıyorsunuz. Bu kadar korkuyorsunuz. Burası çocuk oyuncağı olmuş. Ayıp. Meclisin düştüğü duruma bak." Bu sözler, bir tokat gibi indi – Özlem Vural Gürzel'e dönük bir haykırış, meclis üyelerini ayağa kaldırdı. CHP grubu, toplu bir protesto başlattı; sloganlar yeniden yükseldi, koltuklar terk edildi. Salon, bir anda boşalmaya başladı – CHP'liler, dışarıdaki kalabalığa karıştı, protestoyu sokaklara taşıdı. Bu terk ediş, sadece bir isyan değil; bir sembol gibiydi – konuşma hakkı gaspı, demokrasinin nabzını sorgulatıyordu. Dışarıda, Beykozlu vatandaşlar alkışlarla karşıladı onları; pankartlar açıldı, megafonlar konuştu. Peki, bu engelleme nereden kaynaklanıyordu? Vekâlet savaşının gölgesinde mi yatıyordu?
Arka planda, Alaattin Köseler'in hikayesi her şeyi aydınlatıyordu – Beykoz'un sevilen başkanı, CHP'li belediyelere yönelik operasyonların kurbanı gibiydi. 4 Eylül'de, İstanbul Anadolu 17. Ağır Ceza Mahkemesi'nin tahliye kararıyla özgürlüğüne kavuşmuştu; Silivri'deki Marmara Cezaevi kapıları açılmış, ailesi gözyaşları içindeydi. Ama 5 Eylül sabahı, savcılığın itirazı gibi bir gölge düştü – Köseler, ikinci kez kelepçelendi, hücreye döndü. Bu iniş-çıkış, Beykoz'u yasa boğmuştu; vekâlet, Özlem Vural Gürzel'e kalmıştı. Gürzel, o süreçte CHP'den istifa etti; AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katıldığı bir törende, partiye katıldı. Bu geçiş, meclisi ikiye böldü – CHP'liler için bir ihanet, AKP'liler için bir zafer gibiydi. Köseler'in tutukluluğu, sadece bir dava mıydı, yoksa siyasi bir hesap mı? CHP grubu, her konuşmada bunu hatırlatıyordu; İmamoğlu'na selamlar, Köseler'e dua gibiydi. Bu arka plan, protestoyu anlamlı kılıyordu – engelleme, sadece bir oturum değil, bir sistemin yansıması gibiydi.
Meclis koridorlarında, o gün yaşananlar unutulmazdı – Esengül Yılmaz Gül'ün öfkesi, salonu titretti; diğer CHP'liler, sırtlarını dönüp çıktı. AKP'li üyeler, sessizce izledi; ama yüzlerinde bir tedirginlik vardı. Dışarıda, protesto büyüdü; Beykozlu vatandaşlar, "Adalet!" diye haykırdı, pankartlar açıldı. Bu terk ediş, sosyal medyayı salladı – #BeykozMeclisi etiketiyle binlerce paylaşım, videolar, yorumlar... Bazıları "Demokrasi nerede?" diye sordu, diğerleri "Siyasi oyun" diye yorumladı. Özlem Vural Gürzel'in rolü, tartışmaların odağıydı – vekâlet döneminde alınan kararlar, bir bir eleştirildi; imar planları, bütçe dağılımları... Her şey, şüpheliydi. Köseler'in tahliye ve tutuklama döngüsü, İstanbul'un diğer ilçelerine de sıçramış gibiydi – CHP'li belediyelere operasyonlar, bir dalga gibi yayılıyordu. Bu olay, sadece Beykoz'u değil, tüm İstanbul'u etkiledi; İmamoğlu'nun gölgesi, her yerde hissediliyordu.
Düşünün, bir meclis salonunda, söz hakkı için yükselen sesler – "Hak, hukuk, adalet" yankılanırken, koltuklar boşalıyor, sokaklar doluyor. Esengül Yılmaz Gül'ün o anki yüz ifadesi, yılların birikmiş öfkesini taşıyordu; Özlem Vural Gürzel'in sessizliği ise, bir savunma gibiydi. Alaattin Köseler, cezaevinde bu haberleri duyarken ne hissediyordu? Ailesi, Beykoz'un sokaklarında dua mı ediyordu? Bu protesto, bir mola mıydı, yoksa yeni bir mücadelenin başlangıcı mı? CHP grubu, dışarıda kalabalıkla birleşince, hava değişti – sloganlar, megafonlar, el sallayan komşular... Bu birlik, Beykoz'un ruhunu yansıtıyordu; yeşil ilçenin sakinleri, siyasi fırtınada dimdik duruyordu. Sosyal medyada, videolar viral oldu; gençler paylaştı, yaşlılar yorum yaptı. Bu terk ediş, bir eylem biçimiydi – konuşamıyorsan, susma hakkını kullanmak.
Tarihsel bir bakış atarsak, Beykoz meclisleri hep fırtınalı geçti – 2019 yerel seçimlerinden beri, CHP'nin zaferi tartışma konusu. Alaattin Köseler'in başkanlığı, hizmetlerle alkışlanmıştı; ama operasyonlar, o zaferi gölgeledi. Özlem Vural Gürzel'in geçişi, benzer hikayelerin tekrarı gibiydi – parti değiştirmeler, vekâlet savaşları... İstanbul'un diğer ilçelerinde de benzer gerilimler yaşanıyordu; Silivri, Maltepe, Esenyurt... Her biri, bir puzzle parçası gibiydi. Bu engelleme, emsal mi olacaktı? Savcılık itirazları, tahliye kararları... Hukuk koridorları, siyasi arenayla iç içe geçmişti. CHP'liler, her selamda İmamoğlu'nu anıyordu – İstanbul'un büyükşehir başkanı, adeta bir umut ışığı gibiydi. Bu olay, 2024 yerel seçimlerinin izlerini taşıyordu; Beykoz, o izlerin en canlısıydı.
Peki, bu fırtınanın yankıları ne olacak? Meclis toplantısı, ertesi güne mi kalacak, yoksa yeni bir protesto dalgası mı esecek? Esengül Yılmaz Gül, bir sonraki oturumda konuşma hakkını mı alacak, yoksa dava mı açacak? Özlem Vural Gürzel, bu eleştirilere yanıt mı verecek, yoksa sessiz mi kalacak? Alaattin Köseler'in davası, tahliye umudu mu taşıyor, yoksa uzayacak mı? Dışarıdaki kalabalık, Beykoz'un sokaklarını doldururken, sosyal medya alev aldı – binlerce paylaşım, hashtag'ler, canlı yayınlar... Vatandaşlar, "Meclis bizim" diye haykırıyordu; gençler, "Adalet gecikmesin" diye mesaj atıyordu. Bu terk ediş, bir zafer miydi, yoksa yenilgi mi? Kulisler fısıldıyordu: "Daha büyük bir hesaplaşma geliyor." İstanbul'un siyasi nabzı, Beykoz'da atıyordu – İmamoğlu'nun gölgesi, Erdoğan'ın törenleri... Her şey bir satranç tahtası gibiydi.
Beykoz'un o yeşil vadilerinde, protesto sesleri hâlâ yankılanıyor – "Hak, hukuk, adalet" bir marş gibi. Esengül Yılmaz Gül'ün cesareti, CHP'lilerin birliğini simgeliyordu; salon terk edilirken, dışarıdaki kalabalık alkışlıyordu. Bu olay, sadece bir meclis oturumu değil; demokrasinin test edildiği bir arena gibiydi. Alaattin Köseler'in hücredeki bekleyişi, Özlem Vural Gürzel'in koltuktaki sessizliği... Hepsi bir romanın sayfalarıydı. Vatandaşlar, meydanlarda toplanırken, umut yeşeriyordu – belki bir tahliye, belki bir konuşma hakkı... Bu fırtına, İstanbul'u sarsacaktı; Beykoz, öncü olmuştu. Eğer siz de bu gerilimin içindeyseniz, takip edin – çünkü her slogan, yeni bir hikaye doğuruyor. Meclis konuşamıyorsa, sokaklar konuşur; Beykoz direniyor, Türkiye izliyor. Ve kim bilir, belki bu protesto, adaletin zaferiyle biter – salonlar dolar, sesler yükselir.





