Türkiye siyaseti, başkent Ankara’dan gelen sıcak haberlerle son yılların en hareketli günlerini yaşıyor. Özellikle 21 Kasım Cuma günü, meclis komisyonunun İmralı ziyareti konusundaki kararını vereceği kritik bir dönemeç olarak tarihe geçerken, perde arkasında konuşulanlar gündemi sarsacak nitelikte. Meclis’te oluşturulan ve AK Parti, CHP, DEM Parti ile diğer partilerin üyelerinden oluşan komisyonun, Abdullah Öcalan ile görüşüp görüşmeyeceği tartışılırken, asıl büyük kırılmanın Cumhur İttifakı’nın zirvesinde yaşandığı iddia ediliyor. Gözler komisyonun vereceği karara kilitlenmiş olsa da, siyasetin derin dehlizlerinde konuşulanlar, meselenin sadece bir ziyaret izninden ibaret olmadığını, rejimin geleceğini ilgilendiren büyük bir pazarlığın döndüğünü ortaya koyuyor.
Cumhur İttifakı ortakları Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli arasında, dışarıya yansıyanın çok ötesinde bir gerilim olduğu kulislerde en çok konuşulan başlık haline geldi. İddialara göre Bahçeli’nin, ittifakı dağıtma noktasına getirecek kadar sert bir tavır takındığı ve "Gerekiyorsa üç arkadaşımı alır giderim" restini çektiği belirtiliyor. Bu gerilimin, Erdoğan’ın bugüne kadar inşa ettiği "siyaseti belirleyen tek lider" imajını sarstığı ve AK Parti tabanında büyük bir rahatsızlık yarattığı gözlemleniyor. Yıllarca milliyetçi ve muhafazakar söylemlerle konsolide edilen tabanın, yaşanan bu U dönüşü karşısında "dip dalga" olarak adlandırılan sessiz ama güçlü bir tepki verdiği, bunun da parti içindeki dengeleri altüst ettiği ifade ediliyor.
Ankara’daki bu toz duman arasında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in izlediği strateji de sert eleştirilerin hedefinde. Özel’in, İmralı sürecine dair kurulan komisyona üye vererek sürece dahil olması, bazı kesimler tarafından bir *"maskeli balo"*nun parçası olmakla suçlanıyor. CHP tabanının hassasiyetlerine rağmen bu sürecin içinde yer alınması, "Özgür Özel bu oyunun, bu sahtekarlığın aktörlerinden biridir" yorumlarına neden oluyor. Özellikle Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi güçlü figürlerin isimlerinin, yaşanan bu süreçte Özel tarafından yeterince ön plana çıkarılmadığı ve bunun bilinçli bir tercih olduğu yönündeki iddialar, muhalefet cephesindeki tartışmaları alevlendiriyor.
Siyasetin bu sıkışmışlığında, geçmişin hataları da yeniden gün yüzüne çıkıyor. Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu’nun, 2005 yılında Beşar Esad’ın "Kuzey Irak’a birlikte girelim" teklifini reddettiğine dair açıklamaları, bugün yaşanan sığınmacı krizi ve sınır güvenliği sorunlarının temel sebebi olarak görülüyor. Davutoğlu’nun bu itirafı, Suriye politikasındaki tercihlerin Türkiye’ye ne denli ağır bedeller ödettiğini bir kez daha hatırlatırken, "İyi halt ettin karşı çıkarak" şeklindeki tepkilerle karşılanıyor. Milyonlarca sığınmacının Türkiye’ye gelmesine ve sınırımızda bir terör koridorunun oluşmasına zemin hazırlayan bu kararlar, tarih önünde bir kez daha sorgulanıyor.
Tüm bu siyasi manevraların ve koltuk hesaplarının gölgesinde ise milletin yüreğini yakan gerçekler duruyor. Yıllarca terör örgütünün elinde rehin tutulan ve Gara’da şehit edilen Astsubay Semih Özbey’in hikayesi, bugün İmralı üzerinden yürütülen pazarlıkların ne kadar acımasız bir zemine oturduğunu yüzümüze çarpıyor. 2015’ten 2021’e kadar dağlarda gezdirilen, ailesinin feryadına rağmen kurtarılamayan ve sonunda infaz edilen vatan evlatlarının hatırası orta yerde dururken, siyasetin çözüm adı altında attığı adımların toplumsal vicdanda nasıl derin yaralar açtığı bir kez daha görülüyor. Şehit ailelerinin ahı, Ankara’daki o soğuk ve hesaplı koridorlarda yankılanmaya devam ediyor.
Ancak kulisleri asıl sarsan ve "bomba iddia" olarak nitelendirilen gelişme, Erdoğan’ın veliaht planıyla ilgili. İddialara göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı Yardımcısı yaparak, olası bir hastalık veya görevden ayrılma durumunda ülkeyi seçime götürmeden yönetimi ona devretmenin planlarını yapıyor. Yeni anayasa taslağında yer alması istenen "Cumhurbaşkanının görevi bırakması halinde yardımcısı süreyi tamamlar" maddesiyle, Bilal Erdoğan’ın koltuğu devralmasının hedeflendiği, ancak Devlet Bahçeli’nin bu pazarlığı kesin bir dille reddettiği konuşuluyor. Gece yarısı yapılan ev toplantılarında masaya gelen bu teklifin, Cumhur İttifakı’ndaki çatlağın asıl sebebi olduğu öne sürülüyor.
Sonuç olarak Ankara, tarihinin en karanlık ve karmaşık günlerinden birini yaşıyor. Bir yanda İmralı’ya gitme tartışmaları, diğer yanda iktidar bloğunun kendi içindeki varoluş savaşı ve muhalefetin bu denklemdeki savruluşu, Türkiye’yi belirsiz bir geleceğe sürüklüyor. Bu "çöküş tescili" olarak yorumlanan süreçte, siyasi aktörlerin attığı her adım sadece kendi siyasi ikballerini değil, ülkenin kaderini de doğrudan etkiliyor. Oynanan oyunun perdesi henüz kapanmadı ancak maliyetin, her zaman olduğu gibi yine millete çıkacağı aşikar.