Dünya

Almanya'da Göçmenler Konut Ayrımcılığına Maruz Kalıyor

Almanya'da göçmen kökenliler konut piyasasında ırkçı ayrımcılığa uğruyor mu? Yeni araştırma, Ortadoğu ve Afrika kökenli isimlerin reddedildiğini, küçük dairelerde sıkışıp kaldıklarını ve güvencesiz kiralarda ezildiklerini kanıtlıyor. Bu skandalı öğrenin ve eşitlik mücadelesine tanık olun – tıklamadan geçmeyin!

Almanya, dünyanın en gelişmiş ekonomilerinden biri olarak bilinirken, konut piyasasındaki karanlık bir gerçeklik giderek daha fazla gün yüzüne çıkıyor. Son dönemde yapılan kapsamlı bir araştırma, göçmen kökenli bireylerin ve özellikle ırkçı kategorizasyona maruz kalanların, ev arayışında sistematik bir ayrımcılıkla karşı karşıya kaldığını ortaya koyuyor. Bu durum, sadece bireysel mağduriyetleri değil, toplumun genel yapısındaki derin eşitsizlikleri de su yüzüne çıkarıyor. Araştırmanın bulguları, Almanya'daki uyum politikalarının ne kadar yetersiz kaldığını ve ırkçılığın günlük hayatı nasıl zehirlediğini çarpıcı bir şekilde belgeliyor. Peki, bu ayrımcılık tam olarak nasıl işliyor ve mağdurlar hangi zorluklarla boğuşuyor? Detaylara inelim ki, bu sessiz krizi daha iyi anlayalım.

Araştırmanın temelini oluşturan çalışma, Alman Uyum ve Göç Araştırmaları Merkezi (DeZIM) tarafından yürütüldü ve "Alışılmış eşitsizlik: Irkçılık ve yaşam koşulları" başlığını taşıyor. Ağustos 2024 ile Ocak 2025 arasında gerçekleştirilen bu geniş çaplı inceleme, tam 9 bin kişiyle yüz yüze görüşmeler ve resmi verilerin titiz bir analiziyle şekillendi. Bu süreçte, araştırmacılar sadece istatistikleri değil, gerçek hayattaki deneyimleri de merkeze aldılar. Örneğin, saha deneylerinde gerçek konut ilanlarına başvurular gönderildi; ancak buralarda gelir seviyesi, meslek gibi diğer etkenler sabit tutulurken, sadece isimler değiştirildi. Bu basit ama etkili yöntem, ayrımcılığın ne kadar köklü olduğunu gözler önüne serdi. Sonuçlar, adeta bir tokat gibi: Benzer niteliklere sahip bireyler, yalnızca ırkçı bir etiketleme yüzünden bambaşka muamelelere maruz kalıyor.

Bu deneylerin en çarpıcı yanı, isimlerin kökenine göre yanıt oranlarının nasıl değiştiği. Özellikle Ortadoğu veya Afrika kökenli isimlere sahip başvurular, Alman kökenli veya nötr isimlere kıyasla çok daha seyrek cevap alıyor. Davetiye oranları da dramatik bir şekilde düşük; bu kişiler, ev bakma turlarına nadiren dahil ediliyor. Araştırmayı yöneten Tae Jun Kim, bu bulguları yorumlarken net bir uyarıda bulunuyor: *Benzer koşullara sahip insanların yalnızca ırkçı bir etiketleme nedeniyle farklı muamele gördüğüne dikkat çekerken özellikle Ortadoğu veya Afrika kökenli isimlere sahip olanların konut başvurularına daha seyrek yanıt aldığı ve daha az sıklıkla ev bakmaya davet edildiği görüldü.* Kim'in bu sözleri, ayrımcılığın soyut bir kavram olmadığını, somut bir engel olduğunu kanıtlıyor. Konut piyasası, dışarıdan bakıldığında adil bir rekabet alanı gibi görünse de, bu tür önyargılarla dolu bir labirent haline geliyor. Mağdurlar, aylarca süren arayışlara rağmen kapıların yüzlerine kapanmasını izliyor ve bu süreçte hem maddi hem de psikolojik yıpranma yaşıyor.

Ayrımcılığın etkileri, sadece ev bulma aşamasıyla sınırlı kalmıyor; yaşam koşullarını kökünden değiştiriyor. Araştırma, ırkçı biçimde kategorize edilen kişilerin daha az ev sahibi olduğunu ve ortalama olarak çok daha küçük dairelerde sıkışıp kaldığını gösteriyor. Bu bireyler, hava kalitesinin düşük, yeşil alanların kıt olduğu mahallelerde yaşamaya mahkum ediliyor. Rakamlar, durumu daha da vahim kılıyor: Ayrımcılığa uğrama ihtimali yüksek olanlara kişi başına ortalama 47 metrekare ve 1,3 oda düşüyor. Buna karşılık, ayrımcılık yaşamayanlar kişi başına 69 metrekare ve 1,9 oda gibi nispeten konforlu alanlara sahip. Bu fark, sadece sayısal bir eşitsizlik değil; günlük hayatın kalitesini doğrudan etkileyen bir gerçeklik. Düşünün: Bir aile, daracık bir alanda nefes almaya çalışırken, diğerleri geniş balkonlarda dinleniyor. Bu tür bir tablo, Almanya'nın "hoşgörü ülkesi" imajını sarsıyor ve göçmenlerin entegrasyonunu baltalıyor.

Ekonomik baskılar da cabası. Mağdurlar, barınma giderleri nedeniyle sürekli bir stres altında yaşıyor. Araştırmaya göre, bu kişilerde kira kontratları daha güvencesiz: Sıklıkla endeksli veya kademeli kira artışları öngören maddeler içeriyor, sözleşme süreleri sınırlı tutuluyor ve "alt kiracı" veya geçici kiracı statüsü dayatılıyor. Bu uygulamalar, kiracıları her an belirsizliğe sürüklüyor; bir anda evsiz kalma riski cabası. *Konut bağlamının tamamında ırkçı ayrımcılığa dair işaretler bulunduğunu* belirten Tae Jun Kim, bu noktada da uyarıyor: *Araştırmaya göre ırkçı biçimde kategorize edilen kişilerin daha az ev sahibi olduğunu, ortalama olarak daha küçük dairelerde yaşadığını ve hava kalitesinin kötü ve yeşil alanın az olduğu bölgelerde ikamet ettiğini kaydetti.* Kim'in bu tespiti, ayrımcılığın sadece bireysel değil, toplumsal bir sorun olduğunu vurguluyor. Göçmen aileler, bu döngüde sıkışıp kalıyor; kaliteli bir konuta erişememek, iş fırsatlarını, eğitim imkanlarını ve hatta sağlık koşullarını da olumsuz etkiliyor.

Peki, bu karanlık tabloyu değiştirmek için ne yapılabilir? Araştırma ekibi, bulgularından yola çıkarak kapsamlı politika önerileri sunuyor. Öncelikle, sosyal ve kamu yararına yönelik konutların sistematik biçimde artırılması şart. Almanya'da konut krizi zaten derinleşirken, bu tür yapılar ayrımcılığın panzehiri olabilir. Ayrıca, kira hukukunda daha sıkı düzenlemelere ihtiyaç var. Örneğin, endeksli ve kademeli kira artışlarının kullanımına yasal sınırlamalar getirilmeli; böylece kiracılar öngörülemez zamlara karşı korunmalı. Araştırmacılar, en kritik öneriyi ise Genel Eşit Muamele Yasası'nda (AGG) reform için yapıyor: Konut bağlamında ayrımcılığın "hukuken etkili biçimde takip edilebilmesi" için yasanın güçlendirilmesi gerekiyor. Bu reform, mağdurların şikayetlerini daha kolay dile getirmesini ve faillerin cezalandırılmasını sağlayabilir. Böyle bir adım, sadece sembolik değil, pratik bir değişim yaratır ve piyasayı adil bir zemine oturtur.

Bu önerilere destek, yüksek yerlerden geliyor. Federal Hükümetin Ayrımcılıkla Mücadele Sorumlusu Ferda Ataman, ayrımcılığın konut piyasasında "yaygın biçimde" görüldüğünü kabul ediyor. Ulusal Ayrımcılık ve Irkçılık İzleme Merkezi'nin (NaDiRa) çalışmalarına atıfta bulunan Ataman, bunun Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi'ne yapılan danışma başvurularıyla da doğrulandığını belirtiyor. *Ayrımcılığın konut piyasasında "yaygın biçimde" görüldüğünün Ulusal Ayrımcılık ve Irkçılık İzleme Merkezi'nin (NaDiRa) çalışmasıyla ortaya konduğunu belirten Ataman, bunun Federal Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi'ne yapılan danışma başvurularıyla da görüldüğünü belirtti.* Ataman, mağdurlara bir umut ışığı sunuyor: *Ayrımcılığa uğrayanların söz konusu birimden destek alabileceğini vurgulayan Ataman, aynı zamanda ayrımcılık hukukunun "insanlara gerçekten yardım edecek şekilde" değiştirilmesi gerektiğini ifade etti.* Bu sözler, devletin konuya ne kadar ciddiyetle yaklaştığını gösteriyor, ancak Ataman'ın çağrısı aynı zamanda bir uyarı: Değişim gecikirse, eşitsizlikler kalıcılaşabilir.

Almanya'daki bu konut ayrımcılığı, sadece göçmenleri değil, tüm toplumu etkiliyor. Irkçılık, ekonomik verimliliği düşürüyor, sosyal gerilimleri artırıyor ve ülkenin itibarını zedeliyor. Araştırmanın ortaya koyduğu gerçekler, acil eylem çağrısı niteliğinde: Politika yapıcılar, bu bulguları masalarında tozlanmaya bırakmamalı. Göçmen kökenliler, eşit haklara sahip bireyler olarak tanınmalı ve konut piyasası, herkes için erişilebilir bir alan haline getirilmeli. Bu mücadele, sadece yasalarla değil, toplumsal bilinçle kazanılır. Belki de en önemli adım, hepimizin bu hikayeleri duyması ve sessiz kalmaması. Almanya, çeşitliliğin gücüyle parlıyorsa, ayrımcılığın gölgesini kovmak da o gücün bir parçası olmalı. Gelecekteki araştırmalar ve reformlar, umarız bu tabloyu tersine çevirir ve her bireyin, kökeninden bağımsız olarak, güvenli bir yuvaya kavuşmasını sağlar.