Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkiler, son yıllarda jeopolitik depremlerle sarsılan Avrupa kıtasının en kritik ittifaklarından biri haline geliyor. Özellikle Ukrayna Savaşı'nın tetiklediği enerji krizi, göç dalgaları ve Rusya'nın gölgesinde, Berlin'in Ankara'ya yönelik yaklaşımı radikal bir dönüşüm geçiriyor. Almanya Şansölyesi Friedrich Merz'in 30 Ekim 2025'te gerçekleştirdiği ziyaret, sadece ekonomik ve ticari bağları güçlendirmekle kalmadı; savunma, güvenlik ve stratejik ortaklık alanlarında yeni bir sayfa açtı. Merz, ziyaret sırasında "Türkiye ile bizi özel ve çok yönlü ilişkiler birleştiriyor.
Dış ve güvenlik politikaları konuları olduğu kadar göç, enerji ve ticaret alanları da" diyerek bu bağların derinliğini vurguladı. Ardından ekledi: "Yakın ortaklığımızı daha da genişletmek istiyorum. Bunun için Ankara'dayım." Bu sözler, Avrupa'nın geleneksel "Batı merkezli" bakış açısının çöktüğü bir dönemde, Türkiye'yi kıtanın yeni güvenlik ortağı olarak konumlandırıyor. Uzmanlar, Eurofighter jetlerinin Türkiye'ye satışının bu ittifakın somut bir yansıması olduğunu belirtiyor; zira bu karar, NATO içindeki yük paylaşımını yeniden tanımlıyor ve Avrupa'nın Rusya'ya karşı "drone duvarı" gibi projelerde Türkiye'nin vazgeçilmez rolünü pekiştiriyor. Ancak bu hamleler, Avrupa Birliği'nin iç çelişkilerini de su yüzüne çıkarıyor: Far-right partilerin yükselişi, enerji bağımlılığının yarattığı enflasyon baskısı ve ABD'nin güvenilirliğindeki erozyon, kıtayı interwar dönemine benzer bir belirsizliğe sürüklüyor.
Tarihsel bağlamda, Almanya-Türkiye ilişkileri Osmanlı döneminden Cumhuriyet'in kuruluşuna uzanan köklü bir geçmişe dayanıyor. 1960'larda başlayan işçi göçü anlaşmaları, iki ülkeyi ekonomik devler haline getirdi; bugün ise bu bağlar, terörle mücadelede kesişen çıkarlarla daha da karmaşıklaşıyor. Konuşmacı, "Almanya, terörle mücadelede bize karşı o tutumu sergilemedi. FETÖ mücadelesinde de, darbe girişimlerinde de öyle davranmadı" diyerek Berlin'in geçmişteki ikircikli tutumunu eleştiriyor. Merkel dönemi, Erdoğan'ın liderler diplomasisiyle dengelenmiş olsa da, post-Merkel Almanya'sı "Bismarckvari" karizmatik liderlerden yoksun kaldı. Schröder gibi figürler, çıkarlarını tartarken Türkiye'ye sempati gösterse de, sonraki şansölyeler "kör" bir politika izledi.
Bu eleştiri, Merz'in ziyaretinin arka planını aydınlatıyor: Ukrayna Savaşı ve Gazze krizi, Avrupa'nın "Batı'nın merkezi" iddiasını yerle bir etti. Yükselen güçler – Çin, Hindistan ve Afrika – kıtayı kenara itiyor; genç nesiller ise küresel adalette, çevre ve insan haklarında tutarlılık talep ediyor. Merz'in "Stratejik ortaklıklarımızı genişletmeliyiz. Türkiye ile ilişkilerimizin büyük potansiyelini daha da iyi kullanmalıyız. Burada güçlü bir temel üzerine inşa edebiliriz" çıkışı, bu bağlamda bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Eurofighter anlaşması, sadece askeri bir satış değil; Avrupa'nın savunma sanayiinde Türkiye'yi entegre etme çabasının simgesi. Almanya'nın 2024'te 88,5 milyar dolarlık savunma bütçesini 2029'a kadar 100 milyar dolara çıkarması, Polonya sınırına 7 bin asker konuşlandırma planı – II. Dünya Savaşı'ndan beri ilk kez – ve drone teknolojilerinde Türkiye'ye bağımlılık, bu ittifakın aciliyetini gösteriyor.
Avrupa'nın dünya görüşündeki değişim, II. Dünya Savaşı'nın yarattığı "vassalizasyon" mirasından kopuşu işaret ediyor. Konuşmacı, "Avrupa, daha doğrusu Batı Avrupa Yarımadası, dünya görüşünü değiştirmek zorunda. Ama biraz geç kaldı" diyor. Birinci Dünya Savaşı'nın bir fragman olduğunu, İkinci Dünya Savaşı'nın ise kıtayı ABD ve Sovyetler Birliği'nin rakip blokları arasında sıkıştırdığını hatırlatıyor. Yalta Konferansı (1945), Truman Doktrini ve Marshall Planı ile NATO, Avrupa'ya "Askeri olarak bana yaslanın, ekonomik dev olun; sizi garanti altına alacağım" vaadini verdi.
Varşova Paktı-NATO dengesi, doğrudan ABD-Rusya çatışmasını önledi: Kore (1951), Vietnam, Macaristan, Yugoslavya ve Orta Doğu'da vekil savaşlar yaşandı, ama mermiler hiç karşılıklı uçmadı. Soğuk Savaş'ın bu dengesi, Avrupa'yı askeri yatırımlardan uzak tuttu; NATO şemsiyesi altında ekonomik büyüme tercih edildi. Ancak Ukrayna Savaşı, bu rüyayı paramparça etti. Konuşmacı, "Rusya'nın Ukrayna'yı işgal etmesi sağlandı – Merkel bile tereddütlüydü, Putin'le Almanca konuşuyorlardı, Nord Stream 2 gerçekleşecekti" iddiasında bulunuyor. Enerji güvenliği için Rusya'dan gaz ithalatı hayatiydi; ama savaş, kriz yarattı. ABD'nin LNG satışları enflasyonu körükledi, alternatif kaynaklar pahalıya patladı. Avrupa, "güvenlik krizi ve ikilemi"ne sürüklendi; ABD'ye yaslanma artık sürdürülemez hale geldi.
Bu kriz, Avrupa siyasetinde radikalleşmeyi tetikledi. Konuşmacı, "Batı Avrupa Yarımadası, ara dönemlere – interwar period'a – yuvarlandı" diyor. Almanya ve Fransa'da far-right ve far-left'in güçlenmesi, AfD gibi neo-Nazi grupların yükselişi, anti-İslamizm, anti-Türkizm ve aşırı milliyetçilik dalgası cabası. Seçimlerdeki oy payları artıyor; ırkçı, şovenist politikalar normalleşiyor. Almanya'nın savunma bütçesindeki rekor artış – 2024'te 88,5 milyar dolar, 2029'a kadar 100 milyarı aşması – ve Polonya sınırına asker yığınağı, korkunun somut hali.
"Drone duvarı" önerisi, kuzeyden Karadeniz'e binlerce kilometrelik bir savunma hattı kurmayı hedefliyor; ama pratikte imkansız. Konuşmacı, "Türkiye ile işbirliği yaparsanız, UAV, UCAV ve drone desteği sağlarız – ama bedava değil, bu bir koz olur" diye vurguluyor. Rusya'yla ne savaşabilir ne barış yapabilirler; Putin, Avrupa'nın bölünmüşlüğünü kullanıyor. Almanya'nın geleneksel Ostpolitik'i, Fransa'daki Macron sorunları biliniyor. Çin'e koşup Xi Jinping'le görüşmeler, Rusya-Çin ticaret ve silah ortaklığını dolaylı destekliyor. "Avrupa bu çıkmazdan mucizeyle kurtulur – kendi hatalarının bedelini ödüyorlar" diyor konuşmacı. "Siyesta" metaforuyla Avrupa'nın gündüz uykusunu gecenin karanlığına uzattığını, uyanışın geç kalacağını belirtiyor. Kötü günler kapıda; Rusya'nın yaşam alanıyla aralarına duvar örülemez, on yıl yetmez.
Merz'in Türkiye ziyareti, bu kaosun ortasında bir can simidi gibi görünüyor. İki ülke, tarihsel ve ekonomik olarak iç içe: Osmanlı-Republican dönemler, 60'lar göçü, terörle mücadelede kesişen çıkarlar. Merkel-Erdoğan diplomasisi, Suriye ve göçte denge sağladı; ama post-Merkel Almanya'sı samimiyetsiz. Konuşmacı, "Almanya-Türkiye ticaret ortakları; momentum kazandı, ama terörde samimi değiller" eleştirisini getiriyor. Ziyaret, göç, enerji ve ticaret odaklı; Merz'in sözleri stratejik genişlemeyi işaret ediyor. Eurofighter kararı, bu ittifakın zirvesi: Almanya, Türkiye'yi Avrupa'nın "yeni güvenlik ortağı" yapıyor. NATO'da yük paylaşımı değişiyor; drone duvarı gibi projelerde Türkiye'nin teknolojisi vazgeçilmez. Gazze krizi, genç Avrupalıların adalet taleplerini artırdı; ekonomik durgunluk, göç baskısı ve enerji bağımlılığı, kıtayı temkinli ve bağımsız olmaya itiyor. ABD'nin güvenilirliğindeki çatlaklar – Pasifik'e kayış – Avrupa'yı yalnız bırakıyor. Konuşmacı, "Avrupa'nın ABD'ye bakışını değiştirmesi, geleceği için avantaj mı? Geç kaldılar" diyor. Rusya en büyük tehlike; ama Putin, Avrupa'nın iç çelişkilerini biliyor, kullanıyor.
Küresel güç kaymaları, Avrupa'nın bu dönüşümünü hızlandırıyor. Çin ve Rusya'nın BRICS genişlemesi, Hindistan ve Afrika'nın yükselişi, "Batı merkezli" dünyayı eritiyor. Ukrayna Savaşı'nın uzaması – 2029'a kadar savunma artışı – barış umudunu gölgeliyor. Almanya'nın Çin ziyaretleri, Rusya'yı dolaylı kurtarıyor; ABD LNG'si Avrupa'yı fakirleştiriyor. Türkiye, bu denklemde pivot güç: UAV'leriyle drone duvarını kurar, göçü yönetir, enerji rotalarını güvenceye alır. Merz'in ziyareti, "güçlü temel" vaadiyle bu rolü resmileştiriyor. Ancak far-right dalgası – AfD'nin neo-Nazileri – iç istikrarsızlığı artırıyor. Konuşmacı, "Avrupa ne savaşır ne barışır Rusya'yla; içe dönmek zorunda, ama zor" diyor. Enflasyon, alternatif enerji arayışları ve radikalleşme, kıtayı sarsıyor. Eurofighter, sadece jet değil; sembolik bir köprü – Türkiye'yi NATO'nun doğu kanadına entegre ediyor.
Bu ittifakın yankıları, Avrupa Birliği'nin geleceğini şekillendiriyor. AB, ekonomik krizlerde karar alamıyor; kültürel bölünmeler – Protestan-Katolik-Ortodoks ayrışmaları – derinleşiyor. Gazze'de tutarsızlık, gençleri sokaklara döküyor; insan hakları ve çevre talepleri yükseliyor. Almanya-Türkiye yakınlaşması, AB'yi kurtarabilir mi? Konuşmacı, "Mucize lazım; siesta bitti, ama gece yarısı" metaforuyla umutsuzluğu yansıtıyor. Savunma bütçeleri rekor kırarken, Polonya'ya asker sevkiyatı korkuyu somutlaştırıyor. Drone teknolojisinde Türkiye'nin kartı, pazarlık gücünü artırıyor. Merz'in "potansiyeli kullanalım" çağrısı, ekonomik durgunluğa çare arıyor; ticaret hacmi milyarları aşıyor. Ancak terördeki geçmiş ikircikler, güveni zedeliyor. Post-Merkel liderler, Schröder'in pragmatizmini özletiyor.
Sonuçta, Eurofighter kararı ve Merz'in ziyareti, Avrupa'nın güvenlik mimarisinde Türkiye'yi merkeze koyuyor. Ukrayna ve Gazze krizleri, kıtayı yeniden tanımlıyor; Rusya tehdidi altında drone duvarı ve savunma yatırımları acil. ABD'nin erozyonu, NATO'yu sarsıyor; Çin-Rusya ekseni güçleniyor. Konuşmacı, "Kötü günler bekliyor Avrupa'yı – geç kaldılar" uyarısıyla bitiriyor. Bu stratejik ortaklık, sadece ikili değil; kıtasal bir varoluş mücadelesi. Türkiye'nin rolü, Avrupa'yı interwar kaosundan kurtarabilir mi? Belirsizlikler artsa da, Eurofighter gibi hamleler umut ışığı yakıyor – ama zaman daralıyor.