Avrupa Birliği'nin (AB) ve ABD'nin uzun yıllara dayanan müttefiklik ilişkisi, son dönemde jeopolitik fırtınalarla sarsılıyor. NATO'nun doğu kanadında Rusya tehdidine karşı kenetlenmiş görünen iki blok, iç dinamiklerdeki gerilimlerle yüzleşiyor. Beyaz Saray'ın yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, bu gerilimi zirveye taşıyan bir bomba gibi patladı; Avrupa'yı ağır ithamlarla suçlayan metin, kıtasal liderleri köşeye sıkıştırdı. AB cephesinden gelen yanıtlar ise, sertlik yerine diplomatik bir yumuşaklık taşıyor; zira bu eleştiriler, sadece bir belge değil, transatlantik bağların geleceğini sorgulayan bir manifesto gibi duruyor. Peki, bu ithamlar hangi yaralara dokunuyor ve AB'nin sessizliği ne anlama geliyor? Detaylara inmeden önce, genel çerçeveyi kavramak, bu diplomatik dansın ne kadar karmaşık olduğunu hissettiriyor.
ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, Avrupa Birliği'ni hedef tahtasına koyan en sert metinlerden biri olarak tarihe geçti. Beyaz Saray tarafından yayınlanan belge, AB'yi "antidemokratik" diye nitelendirerek, kıtanın Rusya'ya karşı yetersiz kaldığını ve Avrupa medeniyetinin yok olma tehlikesi altında olduğunu iddia ediyor. Metinde, Avrupa'nın güvenilir bir müttefik olmaktan çıkabileceği vurgulanırken, ABD'nin bu "rotayı düzeltmeye" yardım etmesi gerektiği belirtiliyor. Avrupalı hükümetlerin demokratik süreçleri altüst ettiği, Ukrayna'da barış talebini engellediği ve NATO ülkelerinde Avrupa kökenli nüfusun azalacağı gibi ithamlar, belgenin tonunu belirliyor. Bu eleştiriler, sadece savunma politikalarına değil, AB'nin iç işleyişine de uzanıyor; zira kıta, göç, iklim ve "woke" tartışmalarında ABD'nin liberal değerlerini yaymakla suçlanıyor. Belge, Avrupa'yı "parazit" gibi sömürücü bir güç olarak kodlarken, Trump yönetiminin "Önce Amerika" felsefesini kıtasal bir meydan okumaya dönüştürüyor.
AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, bu ağır ithamlara Katar'da düzenlenen Doha Forumu'nda ılımlı bir yanıt verdi. Estonyalı diplomat, belgedeki bazı eleştirilerin gerçekleri yansıttığını kabul ederek, Avrupa'nın Rusya'ya karşı gücünü hafife aldığını ve daha özgüvenli bir duruş sergilemesi gerektiğini söyledi. Ancak, Kallas ABD ile bağların kopmadığını vurgulayarak, "ABD bizim en önemli müttefikimiz olmaya devam ediyor" ifadesini kullandı. Konuşmasında, "Avrupa'ya baktığımız zaman, Rusya'ya karşı kendi gücünü hafife aldığını görüyoruz" diyerek kıtasal bir öz eleştiri yaptı; fakat temel prensibin hâlâ geçerli olduğunu belirterek, "Biz birbirimizin en önemli müttefiğiyiz ve birbirimize bağlı olmalıyız" diye ekledi. Kallas'ın bu dengeli yaklaşımı, AB'nin Trump yönetimini kızdırmama stratejisini yansıtıyor; zira resmi bir hükümet başkanı tepkisi henüz gelmemiş, bu suskunluk da diplomatik bir taktik olarak yorumlanıyor.
Avrupa'dan gelen tepkiler ise, Kallas'ın ılımlılığından farklı olarak daha sert bir tonda yankılanıyor. Eski İsveç Başbakanı Carl Bildt, belgedeki dili "normalde Kremlin'deki tuhaf kafalarda rastlandığını" söyleyerek eleştirdi ve içeriğin "Avrupa'daki aşırı sağcıların da sağında" konumlandığını belirtti. Bildt'in bu ironik çıkışı, belgenin Rusya propagandasına hizmet edebileceğini ima ediyor. Benzer şekilde, eski Letonya Başbakanı Krisjanis Karins, "Şimdi görünüyor ki, bu ittifakın en büyük arıza sebebi, üzücü bir şekilde ABD'nin kendisi" diyerek, belgenin Rusya'yı mutlu edeceğini vurguladı. Karins'in sözleri, NATO ittifakının temelinde çatlaklar oluştuğunu haykırıyor; zira ABD'nin Avrupa'yı suçlaması, kıtasal liderleri savunma ve göç politikalarını yeniden gözden geçirmeye zorluyor. Bu eleştiriler, AB'nin içindeki bölünmeleri de su yüzüne çıkarıyor; bazı ülkeler –Macaristan ve Polonya gibi– ABD'nin sağcı söylemine yakın dururken, diğerleri mesafeli kalıyor.
Bu belge ve yanıtlar, transatlantik ilişkilerin geleceğini sorgulatıyor. Trump yönetiminin "Önce Amerika" felsefesi, Avrupa'yı iklim, göç ve savunma harcamaları gibi konularda köşeye sıkıştırırken, AB'nin ılımlı duruşu kıtasal birliği korumaya yönelik bir strateji gibi duruyor. Belge, Avrupa'yı antidemokratik diye itham ederken, Ukrayna savaşı gibi krizlerde AB'nin rolünü küçümsüyor; bu, NATO'nun doğu kanadındaki gerilimi artırabilir. Kallas'ın özgüven çağrısı, Avrupa'nın kendi savunma mimarisini güçlendirme ihtiyacını yansıtıyor; zira ABD'nin çekilmesi halinde, kıta kendi ayakları üzerinde durmak zorunda kalacak. Eski liderlerin sert eleştirileri ise, AB'nin içindeki muhafazakâr sesleri tetikleyebilir; Bildt ve Karins gibi isimler, Trump'ın söylemini "aşırı sağın besini" diye damgalayarak, kıtasal bir direniş çağrısı yapıyor.
Bu gelişmelerin arka planında, Trump'ın dış politika vizyonu yatıyor. ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi, Avrupa'yı liberal bir tehdit olarak kodlarken, kıtasal liderleri "woke" tartışmalarında suçluyor. Bu ithamlar, AB'nin göç ve iklim politikalarını hedef alırken, NATO'da nüfus değişimini –göçmen akımlarını– bir güvenlik sorunu olarak sunuyor. Kallas'ın yanıtında kabul ettiği öz eleştiriler, Avrupa'nın Rusya'ya karşı savunma harcamalarını artırma baskısını yansıtıyor; zira kıta, NATO'nun yüzde 2 GSYİH hedefini tam karşılamamış durumda. Suskunluk ise, Trump'ı kızdırmama taktiği; zira ABD'nin ekonomik ve askeri gücü, AB'nin stratejik bir ortağı olarak hâlâ vazgeçilmez. Bu dinamik, Avrupa Birliği'ni kendi savunma ordusunu kurma tartışmalarına hızlandırabilir; zira Belçika ve Hollanda gibi ülkeler, bu yönde adımlar atıyor.
Bu diplomatik fırtına, küresel güç dengelerini de etkiliyor. Trump'ın Avrupa eleştirileri, Çin ve Rusya gibi rakiplere alan açarken, AB'nin ılımlı yanıtı kıtasal birliği koruma çabasını gösteriyor. Eski liderlerin sert sözleri, AB'nin içindeki sağ-sol gerilimini alevlendirirken, Kallas'ın dengeli yaklaşımı bir köprü görevi görüyor. Bu belge, transatlantik ilişkilerin yeni bir evresini müjdeliyor; zira ABD'nin "parazit" ithamı, müttefiklik bağlarını zehirliyor. Gelecek aylarda, NATO zirveleri ve Ukrayna müzakereleri bu gerilimi test edecek; zira Avrupa, kendi gücünü hafife almamalı.
Sonuç olarak, ABD'nin Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesinin Avrupa Birliği'ne yönelik ağır eleştirileri, Kaja Kallas'ın ılımlı yanıtıyla diplomatik bir yumuşak iniş yaptı. Kıtanın Rusya'ya karşı özgüvenini artırma çağrısı, eski liderlerin sert tepkileriyle dengelenirken, Trump yönetiminin ithamları ittifakı sarsıyor. Bu fırtına, AB'yi kendi savunma mimarisini güçlendirme yoluna iterken, transatlantik bağların geleceğini belirsizleştiriyor. Suskunluk taktiği ve öz eleştiriler, birliği korusa da, gerçek bir dönüşüm şart; zira müttefiklik, ithamlarla değil, karşılıklı saygıyla ayakta kalır. Bu tartışma, Avrupa'nın uyanışının habercisi olabilir.