ABD, dünyanın en gelişmiş ekonomisi olmasına rağmen sağlık sistemiyle ilgili paradokslarla dolu bir ülke. Bugün, yani 7 Aralık 2025 Pazar günü, Deutsche Welle'nin dikkat çeken haberiyle bir kez daha gündeme gelen bu gerçek, milyonlarca Amerikalının cebini yakarken, küresel sağlık politikacılarını da düşündürüyor. Kişi başına sağlık harcamalarında OECD ülkeleri arasında açık ara lider olan ABD, bu alanda İsviçre gibi rakiplerini bile gölgede bırakıyor. Ancak bu yüksek harcamalar, kaliteli bakım anlamına gelmiyor; aksine, 25 milyondan fazla sigortasız vatandaş ve derin sosyoekonomik eşitsizlikler gibi sorunlarla boğuşuyor. Makale, bu pahalılığın kök nedenlerini irdeleyerek, Avrupa modellerinin olası ilham kaynaklarını masaya yatırıyor. Trump yönetiminin Obamacare teşviklerini erteleme kararı, hükümet kapanmasını tetiklemişken, uzmanlar "Değişim zorunlu" diyor. Peki, ABD'nin bu kronik krizden kurtulması için ne yapılmalı? Detaylara inelim ve bu karmaşık tabloyu adım adım çözelim, çünkü bu sadece bir ekonomik mesele değil; aynı zamanda milyonlarca hayatın geleceğini belirleyen bir sistem zaafı.

Öncelikle, rakamlarla başlayalım ki konunun ciddiyeti netleşsin. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü'nün (OECD) 2025 Sağlık Durumuna Genel Bakış raporuna göre, ABD kişi başına sağlık harcamalarında dünyanın zirvesinde yer alıyor. Bu harcama, ikinci sıradaki İsviçre'den bile belirgin şekilde yüksek; fark o kadar büyük ki, İsviçre ile 23'üncü sıradaki İtalya arasındaki uçurumdan daha fazla. Ortalama bir Amerikalının yıllık sağlık primi, diğer OECD ülkelerine kıyasla neredeyse iki katı seviyede seyrediyor. Bu rakamlar, sadece istatistik değil; günlük hayatta faturalara yansıyor. Örneğin, basit bir doktor ziyareti 200-300 doları bulurken, acil bir ameliyatın maliyeti yüz binlerce dolara varabiliyor. Harvard T.H. Chan School of Public Health'ten uzman John McDonough, bu durumu "Yarım yüzyıldır süren kronik bir sorun" olarak tanımlıyor. McDonough'un DW'ye verdiği röportajda vurguladığı gibi, ABD'nin sağlık sistemi yenilikçilik ve ileri teknoloji bakımından önde olsa da, bu avantajlar herkese eşit yayılmıyor. Düşük gelirli kesimler, Afroamerikanlar ve Latin kökenli nüfus için tedavi kalitesi ve sonuçlar alarm verici düzeyde düşük. Uzman, "Evet, sistemde iyi şeyler var ama çok ciddi eksikler ve zaaflar da var" diyerek, bu ikilemi özetliyor. Bu veriler, 2025'in ekonomik baskılarıyla birleşince, orta sınıf aileleri iflasın eşiğine getiriyor; zira sigortasız bir hastalık, bir ailenin tüm birikimini yutabiliyor.

Pahalılığın arkasındaki nedenleri anlamak için, sistemin yapısal sorunlarına bakmak şart. Brüksel'deki Avrupa Sağlık Sistemleri ve Politikaları Gözlemevi'nden Jon Cylus, temel problemin sigorta ve hizmet fiyatlarının "aşırı yüksek" olması olduğunu belirtiyor. Bu durumun kökü, fiyat şeffaflığı ve kontrol mekanizmalarının eksikliğinde yatıyor. Cylus'un ifadesiyle, "Piyasa bu fiyatları kaldırabildiği için böyle. Fiyat şeffaflığı yok. Bu sistemde fiyatları karşılaştırmak neredeyse imkânsız." Hastaneler, ilaç firmaları ve sigorta şirketleri arasında gizli anlaşmalarla belirlenen ücretler, tüketicilerin elini kolunu bağlıyor. Berlin'deki Hertie School'dan halk sağlığı uzmanı Klaus Hurrelmann ise, bu pahalılığın altında yatan asıl etkenin "sağlık sisteminin büyük ölçüde ticarileşmiş yapısı" olduğunu söylüyor. Hurrelmann'a göre, ABD'de piyasa mekanizmaları baskın ve bireyler kendi sağlıklarını güvenceye almakla yükümlü görülüyor. Bu yaklaşım, sağlık hizmetini "devlet müdahalesinin sınırlı olduğu bir piyasa metasına" dönüştürüyor. McDonough da bu görüşe katılarak, "Bu sistem artık birçok açıdan hastayı merkeze almıyor" diyor ve şirket mantığının aşırı baskısını eleştiriyor. Örneğin, bir sigorta şirketinin kâr marjı için tedaviyi reddetmesi, hastaların gecikmeli bakım almasına yol açıyor. Bu ticari odak, ilaç fiyatlarını da şişiriyor; aynı ilacın ABD'deki fiyatı, Avrupa'dakinden 5-10 kat fazla olabiliyor. Sonuçta, bu yapı sadece pahalı değil, aynı zamanda verimsiz; zira kaynaklar kâr peşinde koşarken, önleyici tıbba ayrılan bütçe yetersiz kalıyor.

Kanseri Yenmede Doğal Destek: Umut Işıkları
Kanseri Yenmede Doğal Destek: Umut Işıkları
İçeriği Görüntüle

ABD sağlık sisteminin çok katmanlı ve merkezi olmayan yapısı, bu sorunları daha da karmaşık hale getiriyor. Medicare programı, 65 yaş üstü vatandaşları kapsarken, Medicaid düşük gelirli ailelere destek sağlıyor. İşveren sponsorluğunda sigorta (Employer Sponsored Insurance - ESI), emekli askerler ve yerli halk için özel devlet programları ile özel sigorta seçenekleri de devrede. Ancak, ABD Nüfus Sayımı Bürosu ve CDC'ye bağlı Ulusal Sağlık Anketi verilerine göre, bu karmaşa rağmen 25 milyondan fazla kişi –yani nüfusun en az yüzde 8'i– hâlâ sigortasız. Bu oran, zengin bir ülkede kabul edilemez bir gerçeklik; zira sigortasız bireyler, acil durumlarda borç batağına düşüyor. Commonwealth Fund'un karşılaştırmalı raporları, ABD'yi zengin ülkeler arasında en düşük performans gösteren sistemlerden biri olarak gösteriyor. Rapor, Almanya, Kanada, Fransa, Hollanda, Avustralya, İsviçre, İsveç, Yeni Zelanda ve Birleşik Krallık gibi ülkelerle kıyaslıyor ve ABD'nin erişim, kalite ve maliyet etkinliğinde geride kaldığını vurguluyor. Makalede verilen örnek, Boston'daki Massachusetts Genel Hastanesi gibi dünya çapında tanınmış bir tıp merkezini işaret ediyor: Kaliteli bakım sunsa da, halkın erişimi son derece kısıtlı. Bu katmanlı yapı, bürokrasiyi artırırken, koordinasyonu bozuyor; bir hastanın Medicare'den Medicaid'e geçişi bile aylarca sürebiliyor. Üstelik, pandemi sonrası dönemde bu sorunlar derinleşti; 2025'te artan enflasyon, primleri yüzde 10-15 oranında yukarı çekti.

Siyasi boyut ise, pahalılık krizini daha da alevlendiriyor. Başkan Donald Trump'ın Obamacare –ya da Uygun Fiyatlı Bakım Yasası (ACA)– teşviklerini uzatma konusundaki kararsızlığı, 43 gün süren hükümet kapanmasını (shutdown) tetikledi. Trump, 25 Kasım 2025'te teşvikleri iki yıl uzatmak istemediğini, hatta hiç uzatmak istemediğini açıkladı. Bu erteleme, düşük gelirli ailelerin sigorta primlerini ödemesini zorlaştırırken, kamuoyu desteğini erozyona uğrattı. Yaşam maliyetlerindeki artış, özellikle sağlık giderleri, Trump'ın popülaritesini düşürdü; anketler, seçmenlerin yüzde 60'ından fazlasının sistem reformu talep ettiğini gösteriyor. Hükümet kapanması, federal sağlık programlarının fonlarını kesintiye uğrattı ve Medicare ödemelerini geciktirdi. Bu siyasi tıkanıklık, uzmanları umutsuzluğa sevk ediyor; zira Trump'ın "masrafları azaltacağız" vaadi, somut bir plana dönüşmeden kaldı. Muhalefet, bu durumu "sağlıkı rehin alma" olarak nitelendirirken, eyalet düzeyinde acil önlemler alınıyor. Örneğin, California gibi liberal eyaletler, yerel Obamacare alternatifleri geliştiriyor, ama ulusal ölçekte bir çözüm yok. Bu belirsizlik, hastanelerin bütçelerini sarsıyor ve acil servislerin yükünü artırıyor.

Peki, ABD bu çıkmazdan nasıl kurtulabilir? Uzmanlar, Avrupa modellerine bakmayı öneriyor. Klaus Hurrelmann, Almanya'nın zorunlu sigorta sistemi ve geniş erişimini örnek gösteriyor; ancak "kopyalanabilir bir model değil" uyarısında bulunuyor. Almanya'nın evrensel erişim ve dayanışmacı finansman yaklaşımı, refah devleti geleneğine dayanıyor ve ABD'nin siyasi kültürüyle uyuşmayabilir. Yine de, yükselen sigorta maliyetleri Almanya için bile uyarıcı; katılım paylarının artışı, erişimi zorlaştırıyor. John McDonough ise daha keskin: "ABD için Alman ya da İsviçre modeli mi isterdim? Açık söyleyeyim, herhangi başka bir sistemi tercih ederdim. Hepsi bizden daha iyi." Ona göre, Avrupa'nın başarısı kâr amacı gütmeyen yapıda ve tüm aktörlerin aynı kurallara tabi olmasında yatıyor. ABD'de devasa kâr odaklı şirketler sistemi domine ediyor ve bu karmaşaya yol açıyor. Hurrelmann, farkın temelinde kültürel bir bakış açısı olduğunu vurguluyor: "Avrupa'da sağlık büyük ölçüde sosyal bir hak olarak görülüyor. ABD'de ise daha çok bireysel bir sorumluluk olarak algılanıyor. Bu bakış açısı sistemin tasarımını, finansmanını ve toplumun sağlık beklentilerini doğrudan belirliyor." Bu analizler, ABD Kongresi'nde tartışılan "tek payda sigorta" (single-payer) modellerini güçlendiriyor; Kanada veya Birleşik Krallık gibi sistemler, maliyetleri yüzde 30-40 oranında düşürebilir. Ancak, lobilerin gücü reformu engelliyor; ilaç endüstrisi, yıllık 500 milyar dolarlık pazarını korumak için bastırıyor.

Bu pahalılık, sadece bireyleri değil, ekonomiyi de vuruyor. Yüksek sağlık maliyetleri, iş gücü verimliliğini düşürüyor; zira hastalıklı çalışanlar üretkenlik kaybediyor. OECD raporuna göre, ABD'nin GSYİH'sının yüzde 18'i sağlık harcamalarına gidiyor –bu oran Almanya'da yüzde 12 civarında. Eşitsizlikler ise sosyal patlamalara yol açıyor; Afroamerikan topluluklarında beklenen yaşam süresi, beyazlara göre 5-7 yıl daha kısa. Pandemi sonrası dönemde, aşı erişimindeki gecikmeler bu uçurumu derinleştirdi. Uzmanlar, şeffaflık yasaları öneriyor: Fiyat karşılaştırması zorunlu hale getirilirse, rekabet artar ve maliyetler düşer. Ayrıca, önleyici tıp yatırımları –ücretsiz taramalar ve eğitim programları– uzun vadede tasarruf sağlar. Trump'ın ertelemesi, 2026 bütçe tartışmalarını kızıştıracak; eyaletler arası farklar büyüyecek. Kaliforniya gibi yerler Avrupa benzeri hibrit modeller denerken, Teksas sigortasız oranını yüzde 20'ye çıkarıyor.

Sonuç olarak, ABD'nin sağlık sistemi, yenilikçiliğin gölgesinde pahalılık ve eşitsizlikle boğuşuyor. OECD verileri ve uzman analizleri, değişimin kaçınılmazlığını haykırıyor; Avrupa'dan alınacak dersler –sosyal hak odaklı finansman ve şeffaflık– umut vaat ediyor. Trump'ın vaadleri belirsizken, milyonlarca Amerikalı faturalarla mücadele ediyor. Bu kriz, sadece bir politika meselesi değil; insanlık onurunu sorgulatan bir utanç. Gelecek yılki Kongre seçimleri, dönüm noktası olabilir; yoksa pahalılık, yeni bir neslin yükü olarak kalacak. ABD, dünyanın en zengin ülkesi olarak, neden en pahalı sağlığa sahip? Cevap, piyasa hırsında yatıyor –ama çözüm, dayanışmada.