Bir annenin en değerli varlığı olan evladına yönelik akıl almaz bir eylem, tüm Türkiye'yi derinden sarsmıştı. Bu tür olaylar, aile içi şiddet ve cinayet kavramlarını yeniden gündeme getirerek, toplumda büyük bir yankı uyandırıyor. Özellikle küçük çocukların maruz kaldığı trajediler, adalet sisteminin ne kadar kritik bir rol üstlendiğini bir kez daha hatırlatıyor.
Olay, 2023 yılının mart ayında, Konya'nın Sarayönü ilçesinde meydana geldi. 35 yaşındaki bir anne, o dönemde yalnızca 3 yaşında olan kızına bıçakla saldırarak hayatını sona erdirdi. Bu korkunç eylemin hemen ardından, anne kendisi de yaralanmaya neden olacak şekilde zarar verdi. Olay yeri incelemeleri ve ilk müdahaleler sırasında ortaya çıkan manzara, görenleri dehşete düşürmüştü. Küçük kızın masumiyeti ve olayın vahşeti, yerel ve ulusal medyada geniş yer bulmuştu.
Yargılama süreci, Konya 4. Ağır Ceza Mahkemesinde başladı. Sanık anne, tutuklu olarak yargılandı ve mahkeme heyeti tarafından ilk olarak müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Ancak bu karar, üst mahkeme olan Konya Bölge Adliye Mahkemesince bozuldu. Bozma gerekçesi, sanığın akıl sağlığına ilişkin raporun daha detaylı incelenmesi gerektiği yönündeydi. Bu durum, davanın seyrini değiştirerek, yeni bir rapor alınmasını zorunlu kıldı.
Yapılan kapsamlı akıl sağlığı incelemeleri sonucunda, hazırlanan detaylı rapor sanığın cezai ehliyetinin tam olduğunu ortaya koydu. Yani, sanığın akıl sağlığının yerinde olduğu ve eylemini bilinçli bir şekilde gerçekleştirdiği tespit edildi. Bu rapor, mahkemenin kararını doğrudan etkileyen en kritik unsurlardan biri haline geldi. Duruşmalara sanık ve avukatları katılırken, süreç boyunca adaletin tecelli etmesi için yoğun bir çaba sarf edildi.
Son duruşmada, mahkeme "altsoya kasten öldürme" suçundan sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Bu ceza, Türk Ceza Kanunu'nda en ağır yaptırımlardan biri olarak biliniyor ve özellikle yakın akraba cinayetlerinde uygulanıyor. Ancak mahkeme, sanığın duruşmalardaki tutumunu göz önünde bulundurarak "iyi hal" indirimi uyguladı ve cezayı müebbet hapse indirdi. Bu indirim, davanın en tartışmalı noktalarından biri olarak öne çıkıyor.
Bu tür davalar, sadece bireysel bir trajedi olmanın ötesinde, toplumda çocuk koruma mekanizmalarının güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. Küçük bir çocuğun hayatının bu şekilde sona ermesi, aile içi ilişkilerin ne kadar kırılgan olabileceğini gösteriyor. Mahkemenin verdiği karar, adalet arayışında bir son nokta koyarken, benzer olayların önlenmesi için daha fazla farkındalık yaratma ihtiyacını da ortaya koyuyor.
Olayın yaşandığı günden bu yana geçen süre, hem yakın çevrede hem de kamuoyunda derin izler bıraktı. Sanığın eylemi sonrası kendine zarar vermesi, olayın psikolojik boyutlarını da gündeme getirmişti. Ancak raporlar, bu eylemin cezai sorumluluğu ortadan kaldırmadığını net bir şekilde belirtti. Türkiye'de son yıllarda artan aile içi cinayet vakaları, bu davayı daha da anlamlı kılıyor ve yetkilileri yeni önlemler almaya yönlendiriyor.
Mahkeme sürecinin tamamlanmasıyla birlikte, küçük kızın anısı adaletle teselli bulurken, toplum olarak bu tür acıların tekrarlanmaması için hepimize düşen sorumluluklar var. Çocuk istismarı, cinayet ve aile içi şiddet gibi konular, her zaman en üst düzeyde dikkat gerektiriyor. Bu dava, umarız ki benzer trajedilerin önünü kesmede bir uyarı niteliği taşır ve geleceğe dair daha güvenli bir ortam yaratılmasına katkı sağlar.




