Dünya, son yıllarda görülmemiş bir dönüşüm sürecinden geçiyor ve bu değişim, en savunmasız toplulukları doğrudan etkileyen yeni zorluklar getiriyor. Jeopolitik gerilimler, ittifaklardaki kaymalar ve çıkar odaklı anlaşmalar, krizlerin yayılmasını hızlandırıyor. Bu ortamda, insani ihtiyaçlar zirve yaparken uluslararası yardımlar geriliyor ve milyonlarca insan hayatta kalma mücadelesi veriyor. Gelecek yıl için uyarılar artıyor, çünkü mevcut eğilimler devam ederse durum daha da karmaşık hale gelebilir.
Yeni bir rapor, 2026'da insani durumun kötüleşmesi en muhtemel 20 ülkeyi belirleyerek, en üst sıralarda yer alan krizlerin ciddiyetini ortaya koyuyor. Bu ülkeler, dünya nüfusunun sadece yüzde 12'sini oluşturmasına rağmen, küresel insani yardım ihtiyacının yüzde 89'unu karşılıyor. Zorla yerinden edilmiş 117 milyon insan bu ülkelerde yaşıyor ve neredeyse 40 milyon kişi hayat kurtarıcı acil gıda yardımı gerektiren şiddetli açlık seviyeleriyle karşı karşıya. Ayrıca, bu ülkelerin 2029'a kadar dünyanın aşırı yoksulluğunun yarısından fazlasına ev sahipliği yapması bekleniyor. Bu rakamlar, krizlerin ne kadar yoğunlaştığını ve küresel eşitsizliğin derinliğini gösteriyor.
"Yeni Dünya Düzensizliği" olarak tanımlanan bu dönem, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan kurallara dayalı uluslararası sistemi yerinden ediyor. Artan jeopolitik rekabetler, değişen ittifaklar ve işlem odaklı anlaşmalar, çatışmaları güç ve kar aracı haline getiriyor. Savaş ekonomileri, örneğin altın ticareti gibi kaynaklardan yararlanan tarafları sürdürmeye teşvik ediyor. Bu düzensizlik, cezalandırılmama kültürünü yaygınlaştırıyor; insani yardım çalışanlarına saldırılar 2025'te rekor seviyeye ulaştı ve okullara yönelik saldırılar yüzde 50'ye yakın arttı. BM Güvenlik Konseyi'ndeki veto artışları, krizlere müdahaleyi engelliyor ve siviller en ağır bedeli ödüyor.
Listenin zirvesinde üçüncü yıl üst üste Sudan yer alıyor; bu ülke artık kaydedilen en büyük insani kriz konumunda. Çatışan taraflar ve destekçileri, kaynak ticaretinden kazanç sağlarken şiddet derinleşiyor ve siviller yıkıcı sonuçlarla karşılaşıyor. İkinci sırada İşgal Altındaki Filistin Toprakları bulunuyor; hastaneler, barınaklar ve temel altyapı hedef alınırken yardım erişimi engelleniyor. Üçüncü sıradaki Güney Sudan'da ise çatışmalar ve savaş ekonomileri yıkıcı etki yaratıyor, erişilemeyen bölgelerde bile hayati hizmetler sağlanmaya çalışılıyor.
Diğer yüksek riskli ülkeler arasında Etiyopya, Haiti, Myanmar, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Mali, Burkina Faso ve Lübnan öne çıkıyor. Etiyopya'da çatışmalar erişimi zorlaştırıyor, Haiti'de riskler hızla artıyor, Myanmar ve Demokratik Kongo'da uzun süren şiddet devam ediyor. Mali ve Burkina Faso'da kırılganlık iklim tehditleriyle birleşiyor, Lübnan ise artan gerilimlerle karşı karşıya. Bu ülkelerin çoğu, düşük ve orta gelirli olmasına rağmen yerinden edilmiş nüfusun yüzde 70'ini barındırıyor ve krizler sınır ötesi yayılma potansiyeli taşıyor.
Küresel insani yardım fonları yüzde 50 oranında azaldı, bu da sistemi yetersiz ve hazırlıksız bırakıyor. Fon kesintileri, hayat kurtarıcı müdahaleleri sınırlıyor ve milyonları desteksiz bırakıyor. İnsani yardım çalışanlarına yönelik saldırılar tarihin en ölümcül yılını işaret ediyor, altyapı hedefleri impunity ile çoğalıyor. Bu ortamda, çatışmalar kar ve güç için araç haline gelirken, sivillerin korunması giderek zorlaşıyor. Rapor, bu eğilimlerin devam etmesi halinde 2026'nın en tehlikeli yıl olabileceği uyarısında bulunuyor.
Rapor, çözüm için pratik öneriler sunuyor; resmi kalkınma yardımlarının en az yüzde 60'ının kırılgan ve çatışma etkisindeki ülkelere yönlendirilmesi, bunun yüzde 30'unun listedeki ülkelere ayrılması gerekiyor. Daha geniş bağışçı tabanı oluşturulmalı, nakit yardımlar ve basitleştirilmiş yetersiz beslenme tedavileri gibi etkili yöntemler önceliklendirilmeli. İklim uyarlama finansmanı kırılgan bölgelere yoğunlaştırılmalı, yerel toplumlar doğrudan desteklenmeli. Aşılamalar ve önleyici iklim eylemleri gibi müdahaleler, maliyet etkili çözümler olarak vurgulanıyor.
Bu yeni düzensizlik, sadece kriz ülkeleriyle sınırlı kalmıyor; yayılma etkisiyle küresel istikrarsızlığı artırıyor. Düzensizlik döngüsü, mevcut krizleri derinleştirirken yenilerini tetikliyor. Siviller, bu değişimin ön saflarında yer alıyor ve acil eylem olmadan sonuçlar ağırlaşabilir. Ancak sürdürülebilir modeller ve geniş dayanışma ile direnç inşa edilebilir, topluluklar korunabilir.
2026 için bu uyarılar, uluslararası toplumun dikkatini çekmeyi hak ediyor. Krizlerin yoğunlaştığı bu dönemde, desteklerin azalması hayatları doğrudan riske atıyor. Zamanında atılacak adımlar, umut ve toparlanma yolunu açabilir, uzun vadeli çözümlerle insanlık onuru korunabilir. Durumun ciddiyeti, herkesin sorumluluğunu hatırlatıyor ve harekete geçme çağrısı yükseliyor.