Türkiye'nin siyasi arenası, yıllardır çözülmesi en zor düğümlerle dolu bir labirent gibi. Kürt sorunu, barış süreçleri ve adalet arayışları, her dönem ülkeyi sarsan tartışmaların merkezinde yer alıyor. Özellikle son aylarda, beklenmedik ittifaklar ve uluslararası baskılar, bu labirentin çıkış yolunu işaret eder gibi. Milyonlarca vatandaş, bu gelişmelerin günlük hayatlarını nasıl etkileyeceğini merakla izlerken, geçmişten gelen bir ses yankılanıyor: On yıl önce dile getirilen bir uyarı, bugün adeta bir kehanet gibi gerçekleşme eşiğinde. Peki, bu sesin ardındaki gerçekler neler? Derinlere inelim, çünkü bu hikaye sadece tarih değil, geleceğin anahtarı.
Emekli Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu, tam 6 Kasım 2015'te, bir gazetenin birinci sayfasını işaret ederek çarpıcı bir öngörüde bulunmuştu. O günün manşeti, "Gözün aydın Türkiye, APO eve çıkıyor" başlığıyla dikkat çekiyordu ve Eminağaoğlu, Abdullah Öcalan'ın 2024 yılında tahliye edilerek ev hapsine çıkarılabileceğini net bir şekilde açıklamıştı. Bu öngörü, sadece bir yorum değil; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) kararlarına dayanan hukuki bir analizdi. Eminağaoğlu'nun yazısında, aynı gün yayımlanan bir karikatür de unutulmazdı: Değerli karikatürist Ergin Asyalı'nın eseri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Öcalan'ın üzerine binmiş halde gösteriyordu. Erdoğan "Durmak yok yola devam" derken, Öcalan'ın konuşma balonu "Şimdi oyun sırası bende" diye haykırıyordu. Ayaklar altında ezilen "Kürt açılımı", "İleri demokrasi", "Eşitlik" ve "Başkanlık" yazıları, dönemin siyasi ironisini yansıtıyordu. Bu karikatür, öngörünün ne kadar keskin olduğunu bugünden daha iyi anlatıyor.
2024 Ekim'inde, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin DEM Parti yetkililerine el uzatması ve tokalaşması, bu kehaneti adeta canlandırdı. Öcalan'ın ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığı bir ortamda, serbest bırakılma sürecinin MHP öncülüğünde başlaması, kimsenin hayalini kurmadığı bir senaryoydu. Bahçeli gibi milliyetçi bir figürün bu girişime cesaret etmesi, siyasi yelpazenin ne kadar değişebileceğini gösteriyor. Zaten, başka bir aktörün bu riski alması da zor görünüyordu. Bu gelişme, 2015'teki AİHM kararının 190-214'üncü paragraflarına sıkı sıkıya bağlı: Mahkeme, Öcalan'ın başvurusunu inceleyerek, idam cezasının insanlık dışı olduğunu vurgulamıştı. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının da, eğer şartla tahliye imkanı yoksa, aynı şekilde aşağılayıcı ve insanlık dışı sayıldığını belirtmişti. Türkiye'de bu cezaya mahkum olanlar, ömür boyu dış dünyayı göremiyor; infaz rejimi, herhangi bir koşullu serbestlik kapısını aralamıyor.
AİHM'nin bu kararında, "Ya ihlal ya yasa" ikilemi net: Cezanın infazı sırasında belirli koşullar oluşursa, şartla tahliye mekanizması devreye girmeli. Bu, ilgili ülkenin takdirinde bir yasa değişikliğiyle mümkün; örneğin, belirli bir infaz süresi sonunda koşulları sağlayanlara çıkış yolu açılmalı. Ancak Türkiye'de böyle bir yasa yok, dolayısıyla Öcalan gibi mahkumlar için ihlal devam ediyor. Mahkeme, özetle "Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına şartla tahliye olanağı sağlayan bir yasa çıkar ve infaz sırasında öngörülen süreyi dolduranlara bu imkanı ver" diyor. Eğer bu yapılmazsa, Öcalan'ın gelecekteki bir başvurusu Türkiye'ye yeni bir ihlal kararı getirebilir. Kamu vicdanının şu anki haliyle Öcalan için tahliye kabulü zor görünse de, AKP içindeki "Öcalan'ı diri diri gömdüler" yakınmaları, kurtarma planlarını tetikliyor. Başkanlık sistemi gibi siyasi hedefler, bu süreci hızlandırmak için bir kaldıraç olarak görülüyor.
Adalet Bakanlığı'nın tercüme ettiği AİHM kararının 43 ve 109'uncu paragrafları, konuyu daha da karmaşıklaştırıyor. Geçmişte idam cezası varken, bir kişi birden fazla idam alabiliyordu ama infaz tek seferlikti. Öcalan'a, 1999 öncesi suçları için sadece bir ağırlaştırılmış müebbet verildi ve o infaz sürüyor. Ancak cezaevine konulduktan sonra örgütü yönetmeye devam etmesi, hukuki bir boşluk yaratıyor. AİHM, Öcalan'ın cezaevinden PKK'ya talimatlar verdiğini kabul ediyor, ama bu talimatların örgütü yönlendirdiği belirtilse de, gereği yapılmıyor. PKK içinde Öcalan "önder" olarak anılıyor; bu, onun hala aktif bir rol oynadığını gösteriyor. Hukukçular, bu durumun yeni bir soruşturma gerektirdiğini savunuyor: Eğer talimatlar "Devlet silah bırakmadıkça örgüt de bırakmasın" gibi örgütü teşvik ediyorsa, terör örgütü yöneticiliği suçu tekrar işlenmiş sayılır. Sabit görülürse, ek bir ağırlaştırılmış müebbet infaza eklenir ve Öcalan ömür boyu çıkamaz.
Eminağaoğlu, 2015'te bu konuyu derinlemesine ele almıştı: "Talimatları örgütü yöneten nitelikte ise, PKK hala terör örgütü ise, Öcalan soruşturulmalı, yargılanmalı ve yeni ceza almalı. Bu, infazdaki sıraya girer." Ancak, diyor ki, "Böyle bir soruşturma, cezaevi yönetimi, avukatlar, hükümet mensupları ve mesaj taşıyanları da suça iştirakle suçlu kılar. Hükümet, kendisi bulaşmamak için AİHM kararını görmezden geliyor." Bu yüzden dava açılmıyor; böylece şartla tahliye kozu canlı kalıyor, gelecekteki pazarlıklarda kullanılmak üzere bekletiliyor. Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı'na 2015/16214 sayılı dosya üzerinden yapılan suç duyurusunun akıbeti bile belirsiz; avukata bugüne kadar karar ulaşmadı. Bu sessizlik, sürecin ne kadar hassas olduğunu ortaya koyuyor.
Son gelişmeler, bu kehaneti daha da somutlaştırıyor. Bahçeli'nin son açıklamaları, Meclis'te kurulacak bir komisyonun İmralı'ya gitmesini savunuyor; hatta kendisi heyette yer almaya hazır olduğunu belirtiyor. Bu, 2024 Ekim'indeki tokalaşmanın devamı niteliğinde: DEM Parti ile diyalog, Öcalan'ın görüşlerinin alınmasını içeriyor. Aynı süreçte, AİHM'in Selahattin Demirtaş kararları da devrede; mahkeme, 2018, 2020 ve Temmuz 2025'te tutukluluğun hak ihlali olduğunu teyit etti, temyiz reddedildi. Bahçeli, "Demirtaş'ın tahliyesi Türkiye için hayırlı olur" diyerek sürpriz bir destek verdi. Yeniden Refah Partisi lideri Fatih Erbakan bile, "Demirtaş tahliye edilmeli, ama İmralı'ya Bahçeli gitsin" önerisinde bulundu. DEM Parti ise, komisyonun Öcalan'la görüşmesini ve Demirtaş'ın serbest bırakılmasını talep ediyor. Bu ittifaklar, barış sürecini güçlendirebilir mi? Uzmanlar, AİHM baskısının Türkiye'yi yasa değişikliğine zorlayabileceğini söylüyor; şartla tahliye yasası çıkarsa, Öcalan için ev hapsi gerçek olur.
Tarihsel bağlama bakınca, bu gelişmeler 2013-2015 çözüm sürecinin bir uzantısı gibi. O dönemki "Kürt açılımı" ve "ileri demokrasi" vaatleri, karikatürdeki gibi ayaklar altında kalmıştı. Şimdi, başkanlık sisteminin konsolidasyonuyla birleşen bu hamleler, kamu vicdanını test ediyor. AKP kurmayları, Öcalan'ı "kurtarma" planlarında, uluslararası ihlal riskini göze alıyor. Hukukçulara göre, yeni bir yasa çıksa bile, Öcalan'ın mevcut cezasının infazı bitmeden tahliye imkansız; ama talimat verme suçu işlenmediği için koz korunuyor. Eminağaoğlu'nun öngörüsü, bu noktada bir pusula: "Şartla tahliye, pazarlık unsuru olarak tutuluyor." Son haftalarda, Bahçeli'nin "PKK'nın kurucu önderliğinin son düzlükteki görüş ve kanaatleri alınmalı" çıkışı, süreci hızlandırdı. DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, "Şimdi Öcalan'ı dinleme zamanı; tahliyeler için daha ne bekleniyor?" diye soruyor.
Bu tablo, Türkiye'nin siyasi geleceğini şekillendiren bir dönüm noktası. 10 yıllık kehanet, AİHM'nin insanlık dışı ceza eleştirisiyle birleşince, İmralı kapılarını aralıyor. Bahçeli'nin cesur adımları, milliyetçi tabanı ikna etmek için "hayırlara vesile" retoriğiyle yumuşatılıyor. Ancak, kamuoyunda bölünme derin: Bazıları barış umudu görürken, diğerleri "terörle pazarlık" eleştirisi yapıyor. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un AİHM sonrası "kararlara uyacağız" beyanı, belirsizliği artırıyor. Eğer yasa değişikliği gelirse, Öcalan'ın ev hapsi, Demirtaş'ın tahliyesiyle domino etkisi yaratabilir. Eminağaoğlu'nun 2015 uyarısı, bugün yankılanıyor: "Gözün aydın Türkiye?" Bu soru, milyonları düşündürüyor. Süreç, barışa mı yoksa yeni gerilimlere mi evrilecek? İzlemeye devam edin, çünkü her gelişme, geleceğin haritasını çiziyor.