Ekonomi-Piyasalar

Türkiye’de Öfke Büyüyor, İktidar Sarsılıyor!

Boş tencere sesleri Türkiye’yi inletiyor! Halkın öfkesi döneklere, servet biriktirenlere ve skandallara patlıyor – bu çarpıcı gerçekler, ülkenin iki kutbunu ortaya döküyor. Harekete geçmek için bu haberi mutlaka okuyun!

Türkiye’nin sokaklarında, mutfaklarında bir fırtına kopuyor; ama bu, sadece rüzgar değil, halkın bastırılmış öfkesi. Tencereler boş, sofralar eksik, ama birileri servet üstüne servet biriktiriyor. Kimileri bu eşitsizliği normal bir dönem sanıyor, kimileri ise bir isyanın kıvılcımı olarak görüyor. Ben bu hikayenin derinlerine daldım ve karşıma çıkan manzara, hem yürek burkan hem de öfke uyandıran cinsten. Eğer mutfağınızda tencereyi doldurmakta zorlanıyorsanız ya da bu ülkede neler döndüğünü merak ediyorsanız, bu satırlar sizi doğrudan ilgilendiriyor, çünkü işin içinde sadece ekonomi değil, bir milletin sabrının sınanması var.

Her şey, tencerenin boşluğuyla başlıyor. Halk, bu boşluktan doğan öfkeyi artık saklayamıyor. Döneklere, fırıldaklara, gömlek değiştirir gibi fikir değiştirenlere ve onlara kapı açanlara karşı biriken kızgınlık, adeta bir volkan gibi patlıyor. Aydın Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun AKP’ye geçmesi, bu öfkenin en taze örneği. Tantanalı bir rozet takma töreniyle iktidar partisine katılan Çerçioğlu için AKP, bir “güven araştırması” yaptırmış. Sonuç? Yüzde 2,6’lık bir güven oranı. Buna karşılık, halkın yüzde 75,3’ü net bir şekilde “Bir daha ona oy yok” diye haykırmış. Bu rakamlar, sadece bir anket değil; halkın döneklik karşısında ne kadar öfkeli olduğunun resmi. Tencere dolu olsaydı, belki bu geçişler gülüp geçilecek bir olay olurdu, ama şimdi her bir karar, bir bıçak gibi keskin.

Bu öfkenin kökeni, sadece siyasette değil; mutfakta, sokakta, evde. İktidar, 24 yıllık yönetiminde halkın tenceresini doldurabilecek bir başarı gösterseydi, belki bu rozet törenlerine gerek kalmazdı. Gezi Direnişi’nde yankılanan “Boş tencere tava, hep aynı hava” sloganını hatırlayın. O dönemde bu sözleri bağırarak yürüyen kadınlara ve erkeklere, iktidar partisi başkanı “çapulcular” diye öfkelenmişti. Ama şimdi, o boş tencere rüzgarı geri döndü ve bu kez daha şiddetli esiyor. 86 milyonluk Türkiye’de çoğunluk, tasarruf yapamazken, küçük bir azınlık servet biriktiriyor. Hane halkı tasarruf oranı yüzde 10’un altına inmiş, ama aynı anda Türkiye, “arsız azınlığın kara parasını aklama hamamına” dönmüş. Tellaklar, keseciler, peşkirciler – hepsi tanıdık yüzler.

Bu hamamın en çarpıcı örneği, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası eski başkan yardımcısı Emrah Şener’in hikayesi. Şener, devleti 100 milyon lira dolandırdığı suçlamasıyla tutuklandı. Ama bu isim, sadece bir bürokrat değil; Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezervinin buharlaşmasında kilit rol oynayan bir figür. Üstelik, bugünkü Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “en iyi ve parlak ekonomistlerden biri” diye övdüğü bir isim. Şener’in iktidar önde gelenleriyle ilişkileri, Merkez Bankası başkanlarının hızlı değişimindeki rolü, araştırılsa kim bilir neler ortaya çıkar? Son 25 yılda, iktidara yakın holdinglerin şirketler aracılığıyla yurt dışına çıkardığı milyarlar, içeriye aklanmak için sokulan dolarlar, adeta bir operasyon dalgası yaratmış. Bu, sadece bir skandal değil; sistemin çarklarının nasıl döndüğünün bir resmi.

Bir başka skandal, THK Üniversitesi’ne rektör atanan Ünsal Ban’ın hikayesi. Dört ayrı davadan yargılanırken, yurt dışına çıkış yasağına rağmen iki kez firar etmeye kalkmış, suçüstü yakalanmış, ama nedense serbest bırakılmış. Sonunda, Yunanistan’a kaçmayı başarmış. Kim koruyordu onu? İktidar içinden birileri, bu kaçışa göz yummuş olmalı. Ban’ın eski eşi, AKP’nin Erzurum Milletvekili’nin mal varlığı ise dillere destan: İngiltere’de çiftlik, Afrika’da madenler, 82 milyon liralık yat, 3 AVM, 100 gayrimenkul, 180 milyon dolar birikim, kilolarca altın. Bu genç yaşta, bu kadar servet nasıl birikti? Ekonomi fakültelerinde ders konusu olacak bir hikaye! Üstelik, bu hanımın ağabeyi de Sermaye Piyasası Kurulu eski başkanıydı. Bu bağlantılar, tesadüf mü, yoksa bir ağın parçaları mı?

Bu yapı, sadece servet biriktirmekle yetinmiyor; aynı zamanda “havada uçan, karada makam koşturan müdürler” üretiyor. Diyarbakır İl Sağlık Müdürü Emre Asiltürk’ün hikayesi, tam bu noktada devreye giriyor. Gazeteci Özgür Cebe’nin haberine göre, Asiltürk Ankara’ya uçakla giderken, şoförü makam aracını karadan Ankara’ya getirmiş. Bu, sadece bir lüks değil; halkın öfkesini körükleyen bir pervasızlık. Boş tencereyle sokaklara dökülen kadınlar, işte bu tür hikayelere isyan ediyor. Türkiye’nin 81 ilinde, ellerinde tencere-tavalarla protestolar yükseliyor, çünkü bu eşitsizlik artık dayanılmaz bir noktada.

Türkiye, adeta iki kutba ayrılmış: Boş tencere çoğunluğu ve dolu kasa azınlığı. OECD raporları, bu gerçeği yüzümüze çarpıyor: Yoksul ailelere yapılan devlet yardımları artık yeterli değil. 6 milyon çocuk, yoksulluk sınırı altında yaşıyor. Kadınların yoksulluk ve sosyal dışlanma riski yüzde 31,5’e çıkmış. Emeklilerin yüzde 65,7’si, boş tencereyi doldurmak için yeniden iş arıyor. Önceki gün emekli astsubaylar da meydanlara indi, ama kadınlar bu acıyı daha derinden yaşıyor. İktidar Partisi Başkanı Tayyip Erdoğan’ın gidişinin, “boş tencereyle meydanlara çıkan kadınların” elinden olacağı söyleniyor. Çünkü bu eşitsizlik, artık bir öfke dalgasına dönüşmüş.

Bu tablo, sadece bir ekonomik kriz değil; bir ahlak ve adalet meselesi. Boş tencere rüzgarı, sadece mutfaklarda değil, sokaklarda, meydanlarda yankılanıyor. Döneklere, servet biriktirenlere, skandallara göz yumanlara karşı halkın sabrı tükeniyor. Çerçioğlu’nun yüzde 2,6’lık güven oranı, Şener’in tutuklanması, Ban’ın kaçışı – hepsi bu öfkenin birer yansıması. Türkiye, bu çift kutuplu yapının ağırlığı altında sarsılıyor. Ama belki de bu rüzgar, bir değişimin habercisi. Kadınlar, tencere-tavalarla meydanlarda; emekliler, astsubaylar sokaklarda. Bu ses, artık susturulamaz.

Sonuçta, boş tencere fırtınası, Türkiye’yi yeniden şekillendirebilir. Halkın öfkesi, sadece bir isyan değil; bir adalet arayışı. İktidarın rozet törenleri, servet biriktirenler, aklanan paralar – hepsi bu öfkeyi büyütüyor. Eğer bu ülkede bir değişim olacaksa, o tencerenin içinden çıkacak. Bu hikaye, sadece bir haber değil; bir milletin çığlığı. Ve bu çığlık, daha da büyüyecek.