İş Dünyası Tarihinin En Zor Dönemecinde: Türkiye Ekonomisinde Atalet, Gecikme ve Kritik Hata Sinyalleri!
Son altı aydır, ekonomideki karamsarlığın derinleştiği ve geleceğe dair beklentilerin bozulduğu kritik bir döneme girilmiş durumda. Türkiye ekonomisi, enflasyonla mücadele sürecinde uygulanan politikaların yeterince hızlı ve güçlü olmaması nedeniyle büyük bir sınav veriyor. Mesele Ekonomi programının sunucusu Semih Sor, bu yayına başlarken, ekonomiye dair beklentilerin bozulduğunu ve bunun rakamlara yansımaya başladığını ifade etti. Programın konuğu, BKent Üniversitesi akademisyeni ve eski Merkez Bankası baş ekonomisti Profesör Doktor Hakan Kara, akademisyenliğin kamudan sonra iyi gittiğini, çünkü araştırmalarını kendisinin belirlemesinin güzel bir şey olduğunu belirtti. Ancak Türkiye ekonomisindeki tablo, iş dünyasını ve piyasaları derinden sarsacak, hatta bazı sektörler için geri dönüşü zor olacak bir noktaya doğru ilerliyor. Bu durum, uzun süredir uygulanan ekonomi politikalarının gecikmeli etkilerini ve geleceğe yönelik riskleri anlamayı zorunlu kılıyor.
Enflasyonla Mücadelede Geciken Adımlar ve Beklentilerin Çöküşü
Hakan Kara, enflasyonla mücadelenin roket bilimi olmadığını, belirli kuralları olduğunu ve en önemli bileşenin beklenti yönetimi olduğunu vurguladı. Ancak maalesef, 2023 yılının ortasından başlayarak bu beklenti yönetiminde yeterince hızlı olunmadığını ve bazı konularda geç kalındığını dile getirdi. Öncelikle para politikasındaki sıkılaşmada bir gecikme yaşandığını, ardından maliye politikasının sıkılaştırılması konusunda da geç kalındığını belirtti. Deprem harcamaları gibi faktörler nedeniyle kamunun harcamalarının milli gelire oranında bir düşüş sağlamaya ancak 2025 yılı itibarıyla başlanabileceğini, bu arada iki senenin geçtiğini söyledi. İki sene geçince, enflasyonun biraz kemikleştiğini, fiyatlama davranışlarına ve ücret belirlemelerine yansıdığını ve sürecin uzamasıyla insanların enflasyonun düşeceğine olan inancının azaldığını ifade etti. Türkiye'nin genelde sert bir mücadeleyle dibe vurup oradan hızlıca çıkmaya alışmış bir ülke olduğunu ancak sürecin uzamasının güveni, inancı ve sabrı azalttığını ve programın sürdürülebilirliğini zayıflattığını ekledi.
Yüksek faizle döviz kurunun olabildiğince stabil tutularak enflasyonun düşürülmeye çalışıldığını, ancak söylenen hızda bir düşüşün gerçekleşmediğini, aynı zamanda büyümenin de söylenen kadar yavaşlamadığını Semih Sor, Hakan Kara'ya sordu. Hakan Kara, enflasyonun talebe duyarlı olmakla birlikte, talebin her şey olmadığını, Türkiye'de döviz kuru kanalının önemli olduğunu ancak beklentilerin çok daha kritik bir rol oynadığını söyledi. Eğer insanlar inandırılamazsa, riskler ve belirsizlikler devam ediyorsa, özellikle de kamu harcamaları ciddi anlamda yavaşlamıyorsa (bu senenin ilk 9 ayında faiz dışı harcamaların %37 artmış olması gibi), fiyatlama davranışlarının düzelmediğini ve enflasyon düşüşünün yavaş kaldığını belirtti.
Resesyonun Ertelenmesi ve Geçmişin Ağır Yükü
Hakan Kara, enflasyondaki bu ataleti kırmak için muhtemelen erken bir resesyon yaratılması gerektiğini, ancak bunun gerçekleşmediğini söyledi. Bunun nedeninin geçmişten gelen bazı yükler (bagajlar) olduğunu açıkladı. Yeni yönetim devraldığında, yönetilen ve yönlendirilen fiyatların uzun süre tutulmuş olması, KKM (Kur Korumalı Mevduat) gibi bir enstrümandan çıkmak gerekmesi ve döviz biriktirme ihtiyacı gibi birikmiş sorunlar vardı. Hakan Kara, tüm bu birikimin aslında enflasyon ataletini gördüğümüzden çok daha fazla yaptığını ve insanları hemen inandıramayınca geçmişe dönük endekslemenin bitmediğini ifade etti.
Özellikle hizmet sektörünün enflasyonda katı kalmasının önemli bir sorun olduğunu belirtti. Hizmet sektörünün yapı gereği geçmişe endeksli olduğunu, özellikle de kiraların ortalama enflasyona endekslenmesiyle 24 aylık bir atalet yaratıldığını söyledi. 2000'li yılların başında dezenflasyon sürecinde Telekom ve ulaştırma gibi alanlarda rekabeti artırıcı ciddi tedbirler alınmışken, şimdi bu durumun geriye döndüğünü; tekelleşmenin arttığını, devletin etkisinin arttığını ve Kamu İktisadi Teşebbüslerinin (KİT) zararlarının fiyatlara yansımaya başladığını, bu şekilde kamu eliyle bir atalet yaratıldığını dile getirdi.
Reel Sektörden Gelen Korkunç Çığlık: Kâr Marjları Tükendi!
Enflasyondaki bu atalet ve döviz kurunun baskılanması, reel sektörde büyük bir krize yol açtı. Semih Sor, Türkiye ölçeğinde sert denebilecek eleştirilerin geldiğini, hatta tekstil sektöründen Abdullah Kıyılı'nın ve Adnan Polat'ın can sıkıcı açıklamalar yaptığını belirtti. Hakan Kara, reel sektörün iyi durumda olmadığını ve en son yaptıkları rekabet gücü endeksi çalışmasında, Türkiye ile rekabet eden ülkelere göre üreticilerin girdi maliyetlerinde ciddi bir geri çekilme (artış) olduğunu gözlemlediklerini doğruladı. Girdi maliyetleri olarak ara malı, enerji, finansman ve iş gücü maliyetlerini sıraladı.
Bu durumun, şirketlerin kâr marjlarını ciddi anlamda erittiğini söyledi. Daha yüksek katma değerli sektörlerin bununla baş edebildiğini ancak iş gücü yoğun sektörlerde ciddi sıkıntı olduğunu ifade etti. Hakan Kara, dezenflasyon sürecinin yavaş yönetilmesinden kaynaklanan bu sorunun, kuru bastırırken enflasyonun yeterince düşmemesi nedeniyle yurtiçi maliyetlerin dolar bazında rakiplere göre hızlı artışının çok uzun sürdüğünü, bu yüzden şirketlerin dayanma gücünün azaldığını ve bilançolarının zayıfladığını belirtti. Şirketlerin su altında nefeslerini belli bir süre tutabildiklerini ancak artık onun sonuna geldiklerini söyledi.
Yanıltıcı Çözüm: Devalüasyon Tuzağı
Peki, reel sektörün şikayetine çözüm olarak dövizi serbest bırakıp rekabetçiliği sağlamak işe yarar mı? Hakan Kara, yaptıkları çalışmanın bu yöntemin geçmişte işlemediğini gösterdiğini, dolayısıyla enflasyonu düşürmeden dövizi serbest bırakmanın geçici bir rahatlama (3 aylık) yaratacağını, ardından iç maliyetlere hızlıca geçerek ülkeyi daha yüksek bir enflasyonla buluşturacağını net bir şekilde ifade etti.
Hakan Kara, bu duruma 2021 yılının sonundaki ciddi TL değer kaybını ve 2023 seçimlerinden sonraki Temmuz ayını örnek gösterdi. Her iki dönemde de geçici rahatlama yaşansa da, yüksek enflasyon nedeniyle fiyatlama davranışları bozulduğu için maliyetler hızla yurt içine geçti ve ihracatçıların rekabet gücü hızla eski seviyesine döndü. Hatta yüksek enflasyon ortamında daha agresif mücadele gerektiği ve reel değerlenme daha fazla olduğu için daha da kötü duruma düştüklerini ekledi. Buradaki asıl sorunun, enflasyonla kapsamlı ve bütüncül bir mücadele olmaması olduğunu savundu.
Hakan Kara, Semih Sor'un sorusu üzerine, erken bir resesyon için de artık geç kalınmış olabileceğini düşündüğünü belirtti. Zira 2023 yılının ortasında şirketlerin mali bünyeleri (yüksek kârlılık, nakit zenginliği) bir sert daralmayı kaldırabilecek durumdayken, yavaş adımlar nedeniyle şu anda bilançoların bozulmaya başladığını ve büyük bir resesyonu kaldırıp kaldıramayacaklarından emin olmadığını söyledi.
Merkez Bankası'nın Hesabı Tutmadı: Faiz Şokundan Kaçışın Bedeli
Semih Sor, faiz artışının gecikmeli ve küçük adımlarla atılması gibi, resesyon konusunda da adımların geç atılmasının ardında "daha ucuz yırtarız" mantığıyla yapılan bir hesap hatası olup olmadığını sordu. Hakan Kara, orada bir hesap hatası yapıldığını tahmin ettiğini belirtti. Faizin %10-15'ten bir anda %40'lara çıkarılmasının büyük bir şok yaratacağı düşünülmüştü. Ancak Hakan Kara, o dönemki şirket bilançolarının nakit zengini, kârlı ve borçlanmasını azaltmış olduğunu, dolayısıyla sert bir sıkılaşmanın ciddi bir probleme yol açmayacağını, tam tersine gerekli olduğunu düşündüğünü ifade etti. Bu yavaş adımlar yüzünden ise şirket bilançoları bozulurken, enflasyonun iyileşmediği ve fiyatlama davranışlarının kırılamadığı sonucuna ulaştı.
Yüksek Faize Rağmen Tüketim Çılgınlığı: Servet Etkisi ve Yanıltıcı Beklentiler
Piyasada dikkat çeken bir başka paradoks ise, kredi faizlerinin ve kredi ulaşımının zor olmasına rağmen konut ve otomobil talebinin çok güçlü olması. Semih Sor, bu talebin altın ya da KKM etkisinden mi kaynaklandığını sordu. Hakan Kara, bu soruya nokta atış bir yanıtının olmadığını, ancak bazı açıklamalar olabileceğini belirtti.
Birincisi, bir varlık etkisi var: Altın fiyatlarındaki artışın, sadece iki ayda 100 milyar dolarlık bir servet artışı yarattığını söyledi. Ancak Hakan Kara, bunun tek başına açıklamaya yetmediğini, zira altını elinde tutanların hemen bozdurmadığını ifade etti.
Daha olası açıklamanın yine beklentilerle ilgili olduğunu düşündüğünü dile getirdi. Tüketici kredisi faizlerinin vergilerle beraber neredeyse %70'ü geçtiğini, ancak insanların buna rağmen bu kredileri çekip harcadığını söyledi. Hakan Kara, bunun nedeninin insanların hissedilen enflasyonun (%5'in üzerinde) yüksek faiz maliyetinden daha yüksek olacağını düşünmesi ve "ben bunu alayım, yarın bu fiyata bulamam" algısının henüz kırılamamış olması olduğunu vurguladı. Ayrıca gelir ve servet dağılımındaki bozulmanın da etkisi olduğunu, çünkü Türkiye'de ilk %20'lik grubun neredeyse tüketimin %50'sini yaptığını, yani varlık fiyatlarındaki artıştan faydalanan üst kesimin harcamaya devam ettiğini ekledi.
Öte yandan, Hakan Kara yüksek reel faizin servet etkisi yarattığı yönündeki yaygın görüşe katılmadığını, bunun kısmi bir bakış olduğunu belirtti. Çünkü faizin birileri tarafından borçlanıldığını ve ödendiğini, dolayısıyla toplamda büyük bir servet etkisi yaratmadığını savundu. Asıl etkinin altın fiyatlarındaki ve geçmişten gelen birikimli servet artışlarında olduğunu yineledi.
Beklenti Yönetiminin Sırrı: Güven ve Hedefe Ulaşma
Peki, beklentiler nasıl yönetilebilir? Hakan Kara, bunun basit ama zor bir soru olduğunu belirterek, 2001 sonrası süreci örnek verdi. O dönemde beklentiler dağınıkken, sonradan toparlandığını ve bunun nedeninin birtakım hedeflerin konulması ve bu hedeflere ulaşmak için gerekli olanın (maliye ve para politikasının uyumlu hareketi, yapısal düzenlemeler) yapılması olduğunu anlattı. İnsanlara ve dışarıdan bakanlara "bu iş olacak" dedirtmek gerektiğini vurguladı.
Ancak Hakan Kara, Orta Vadeli Program (OVP) enflasyon revizyonlarına bakıldığında, beklentileri etkin yönetmek için yeterince güçlü davranılmadığını düşündüğünü söyledi. İki yıl önce 2025 yılı için tek haneli enflasyon hedefi konulmuşken, bu hedefin önce %15'e, sonra %28,5'a çekilmesi ve yıl sonunda %32 civarında gerçekleşecek olması, beklentileri yönetme konusunda elin baştan zayıf başlamasına neden oldu.
Düşük Enflasyonu Kim İstiyor?
Hakan Kara, Türkiye olarak gerçekten tek haneli enflasyon isteyip istemediğimizin de önemli bir soru olduğunu belirtti. Yaptığı gözlemlere göre, sadece finansal sektörün enflasyondaki düşüşü istediğini söyledi. Reel sektörle sohbet ettiğinde, onların "enflasyon yüksek olsun ama ben düşük maliyetle kredi çekeyim" zihniyetine sahip olduğunu, hane halkının ise sadece maaşının telafi edilip edilmediğine baktığını anlattı. Ülkeyi yönetenlerin de bu yüzden kendi üzerlerinde enflasyonu düşürme konusunda büyük bir baskı hissetmediklerini ve bu konuda gönüllü olmadıklarını dile getirdi.
Bu ortamda asıl hedefin finansal istikrarın sağlanması olduğunu, çünkü sistemin ayakta kalması gerektiğini söyledi. Şu anda Merkez Bankası kararları açısından en önemli göstergenin enflasyondan ziyade rezervler olduğunu, çünkü temel motivasyonun bir döviz krizinin yaşanmaması olduğunu vurguladı.
Türk Lirası Neden Bu Kadar Değerli Kalabiliyor?
Türkiye'nin tarihsel olarak, reel olarak değerlenmiş TL ve kaybedilen rekabet gücü dönemlerinde ödemeler dengesi krizi yaşadığını, ancak şu an durumun farklı olduğunu Semih Sor ve Hakan Kara tartıştı. Hakan Kara, bu durumun ardında Türkiye'nin dış dengesinde kalıcı bir düzeltme olduğunu düşündüğünü belirtti.
Bu düzeltmeyi sağlayan iki temel trendi şöyle açıkladı:
- Enerji Fiyatları: Yeni ABD yönetiminin enerji fiyatlarını düşük tutma politikası sayesinde, petrol fiyatlarının seviyeleri Türkiye açısından ciddi anlamda avantaj teşkil ediyor.
- Turizm ve Hizmet Gelirleri: Türkiye'nin pandemi sonrasında turizm sektöründe bir sıçrama yaşadığını; sağlık, lojistik turizmi ve genel hizmet gelirlerinin iyi gittiğini belirtti.
Hakan Kara, bu yapısal trendlerin bileşkesine bakıldığında, cari açığın en fazla milli gelirin %2,5 ila %3'ü seviyelerine doğru gideceğini, bunun da Türkiye'nin nispeten finanse edebileceği bir durum olduğunu söyledi. Bu yapının, mevcut ekonomi yönetiminin elini rahatlattığını ve değerli kuru bir müddet daha devam ettirebilecekleri anlamına geldiğini ifade etti.
Merkez Bankası rezervlerinin kalitesine dair yapılan tartışmalara da değinen Hakan Kara, rezervlerin kalitesinde bir düzelme olmakla birlikte hala hassas bir dengede olunduğunu belirtti. Yurt dışından gelen fonların önemli bir kısmının (yaklaşık 45-50 milyar dolarlık siwaplar ve 30 milyar dolarlık para piyasası fonları) kısa vadeli ve her an çıkabilecek tarzda fonlar olduğunu, bu nedenle rezervlerin kaliteli bir şekilde oluşturulmadığını kabul etmek gerektiğini söyledi. Ancak son 12 aylık dönemde bankaların uzun vadeli borçlanması ve doğrudan yatırımların payının %75-80 civarında arttığını, bu yüzden rezervlerin tamamıyla carry trade ile oluşturulduğunu söylemenin haksızlık olacağını ekledi.
Merkez Bankası’nın Önündeki Zorlu Karar ve Hasar Kontrolü
Semih Sor'un yakında açıklanacak Merkez Bankası faiz kararına yönelik sorusunu yanıtlayan Hakan Kara, eski bir merkez bankacı gibi düşündüğünü belirterek, teknik olarak iki faktöre baktığını söyledi: Aylık enflasyon eğilimleri ve rezerv durumu. Hakan Kara, bu iki faktörün de şu anda çok iyi gitmediğini söyledi. Rezerv tarafında bir bozulma olmamakla birlikte, haftalık bazda net rezerv toplanamadığını, enflasyon trendinin ise %2 civarında sıkışıp kaldığını ve öncü verilerin Ekim ayı enflasyonunun mevsimsellikten arındırılmış olarak yine %2'nin üzerinde gelebileceğini gösterdiğini belirtti.
Hakan Kara, teknik koşulları dikkate alan bir Merkez Bankası'nın faizi düşürmemesi gerektiğini, hatta Ekim ve Aralık aylarında pas geçmesi gerektiğini vurguladı. Ancak reel sektörden gelen talepler ve siyaseten birtakım telkinler nedeniyle (Merkez Bankası'nın tamamen bu etkilerin dışında olmadığını söyleyerek), belki 100-150 baz puan civarında bir indirim yapabileceğini ifade etti, ancak kendi gönlünün değiştirmeme yönünde olduğunu ekledi. Hakan Kara, faize çok odaklanıldığını ancak faizin şu anda sadece hasar kontrolü yaptığını, asıl konuşulması gerekenin maliye politikası ve enflasyonla ilgili yapısal konular olduğunu sözlerine ekledi.
Türkiye’nin "Ev Yapımı Krizleri" ve Gelecek Kuşaklara Dersler
Hakan Kara, son olarak Semih Sor’un sorusu üzerine 2021-2023 dönemine odaklanan "Türkiye’nin ev yapımı krizleri" başlıklı makaleye değindi. Hakan Kara, bugünkü sorunların tüm sorumluluğunu o günlere yüklememek gerektiğini, zira enflasyonla mücadelede bugün de çok daha hızlı ve sert girilmesi gerektiği halde hatalar yapıldığını söyledi. Ancak o dönemde yaratılan hasarın az buz olmadığını, ödemeler dengesi krizinin eşiğine gelindiğini, KKM'nin 140 milyar dolara çıktığını ve Merkez Bankası net rezerv pozisyonunun KKM dahil eksi 200 milyar dolara doğru gittiğini hatırlattı.
Makaleyi "Ev yapımı kriz" olarak adlandırmalarının nedeni, Türkiye'deki geçmiş krizlerin siyasi krizler veya yurt dışından gelen şoklarla tetiklenmesine rağmen, bu krizin tamamen para politikası eliyle yapılmış olması. Hakan Kara, bu makaleyi gelecek kuşakların okuyup ders alması ve bu hataların bir daha yapılmaması için yazdıklarını belirtti. Ayrıca yurt dışında da Merkez Bankası bağımsızlığını zorlayan uygulamalar görüldüğü için, bu ülkeler için de bir örnek olması amacıyla kaleme alındığını ifade etti.
Hakan Kara, son sözlerinde sadece Türkiye'de değil, dünyada da siyasetin ekonomi üzerindeki belirleyici rolünün arttığını vurguladı. Ticaret savaşlarının politik nedenlerle yapılması, daha merkezi yönetimlerin ve yüksek güce sahip liderlerin kurumları kendilerine bağlama eğiliminde olmaları gibi faktörlerin, kurumlar zayıflayınca bireylerin kişisel kararlarını ön plana çıkardığını ve siyasetin ekonomi üzerindeki etkisini artırdığını söyledi. Semih Sor, bu durumun önemine dikkat çekerek, bu konular üzerine çalışan akademisyenlere Nobel ekonomi ödülleri verilmesinin de bunun popülaritesini gösterdiğini belirtti.