Türk basın tarihinin en samimi dostluklarından birinin beş yıl önce son bulması, medya dünyasında derin izler bırakmaya devam ediyor. 18 Ekim 2025 itibariyle tam beş yıl geçmiş olmasına rağmen, gazeteciler arasında yaşanan bu eşsiz kardeşlik hikayesi unutulmayı reddediyor. İki deneyimli gazeteci arasında uzun yıllar süren mesleki ortaklık, zamanla kan kardeşliğine dönüşen bir bağa evrilmişti. Hürriyet ve Sözcü gazetelerinde yan yana odaları bulunan bu iki isim, sadece duvar komşusu değil, aynı zamanda hayat yolcusu olmuşlardı. Nice acı ve tatlı olayları birlikte paylaşmış, güzel günlerde bir arada gülmüş, zor anlarda omuz omuza direnç göstermişlerdi. Aralarındaki bağ, mesleki rekabetten çok ötede, gerçek anlamda kardeşlik duygularıyla yoğrulmuş bir ilişkiydi.
Bu dostluğun en zor sınavı, hastalık döneminde yaşandı. Aylar süren mücadele boyunca, çevreden birçok insanın uzaklaştığı bir dönemde sadık dost yanından ayrılmadı. Yazı yazamaz hale gelen arkadaşına sürekli moral vermeye çalışıyor, ona umut aşılamaya gayret ediyordu. "Yaz, ne yazarsan yaz. Herkes senin yazılarını bekliyor" diyerek onu cesaretlendirmeye çalışsa da, hastalığın verdiği bitkinlik ve ağrılar nedeniyle bu mümkün olmuyordu. Hasta arkadaşının "Halsizim, yorgunum. Yazı yazacak durumda değilim. Yazmak için kafayı toparlayacaksın. Bunu yapamıyorum" sözleri, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyordu. Giderek güçsüzleşen arkadaşının parmaklarında klavye tuşlarına basacak güç bile kalmamış, felç benzeri belirtiler görülmeye başlamıştı. Bu süreçte sigara alışkanlığı da dostlar arasında tatlı bir polemiğe dönüşmüştü. Eşinin baskısıyla sigarayı kaçak içmeye başlayan hasta arkadaş, gazeteye her uğradığında dostundan sigara istiyordu.
Dostluğun en büyük sınavı, mesleki zorluklarla karşılaştıklarında yaşandı. Siyasi baskılar nedeniyle gazeteden kovulan arkadaşına olan desteği, gerçek dostluğun ne anlama geldiğini gösterdi. Kovulma olayına ilişkin yazılan kitap nedeniyle açılan davada, hâlâ aynı gazetede çalışan dost, patronu aleyhine tanık olmayı kabul etti. Bu karar büyük yürek ve cesaret gerektiriyordu çünkü bir çalışanın patronu aleyhine ifade vermesi son derece riskli bir durumdu. Mahkemede "Kitapta ne yazdıysa doğrudur. Anlatılan olayları birlikte yaşadım" diyerek arkadaşını savunan sadık dostun bu tavrı, arkadaşlığın ne denli güçlü olduğunu kanıtladı. Mahkemenin patronun davasını reddetmesi, bu dostane desteğin haklılığını ortaya koydu.
Hastalık sürecinde çevresinden birçok insanın uzaklaştığını gören hasta gazeteci, bu durumu şöyle dile getirmişti: "Bazen diyorum ki iyi ki hasta olmuşum. Çevremden döküldü insanlar, bu bitti dediler. En yakın bildiğim dostlar kayboldular. Ama gerçek dostlarımı o zaman anladım." Bu sözler, dostluğun gerçek değerinin ancak zor günlerde anlaşıldığını gösteriyordu. Hastalık döneminde moral vermek için sürekli yanında olan arkadaşının değeri, hasta gazetecinin gözünde kat kat artmıştı. Ankara'ya döndükten sonra arada sırada sigara içmek bahanesiyle gazeteye uğrayan hasta dost, artık yazı yazamıyor ama arkadaşlık bağları hiç kopmuyor. Bir gün arabasını gazetenin yakınındaki otoparka bırakıp yürüyerek yokuş çıkarak yanına gelen hasta arkadaşı, nefes nefese iki büyük şişe zeytinyağı getirmişti. Ayakta duramayan, dengesini kuramayan arkadaşıyla birlikte odada seksek oynadıkları anlar, dostluğun masumiyetini ve samimiyetini yansıtıyordu.
Beş yıl geçmesine rağmen, o duvar komşusu odanın boş kalması ve Urfalı dostun artık dünyada olmaması, geride kalanlar için büyük bir boşluk yaratmaya devam ediyor. Vasiyeti uyarınca Urfa'nın Tülmen köyünde babasının yanında son uykusuna yatan arkadaş, sadece iyi bir gazeteci değil, aynı zamanda mert ve yürekli bir insan olarak hatırlanıyor. Türkiye'deki güncel gelişmeleri izlerken "Keşke ölmeseydi, şu mücadeleyi onunla birlikte veriyor olsaydık" düşüncesi, dostluğun ne kadar değerli olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Bu hikaye, medya dünyasında yaşanan gerçek dostlukların nadir olduğunu ve böyle bağların ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor.