Kayseri'nin dağlık arazilerinde yaşanan beklenmedik bir olay, arkeoloji dünyasını ayağa kaldırdı. Sıradan bir vatandaşın rutin yürüyüşü sırasında tesadüfen ortaya çıkan bu buluntu, binlerce yıl öncesine ait izler taşıyor ve bölgenin tarihini kökten değiştirecek nitelikte. Neolitik Çağ'ın gizemli kalıntıları arasında yer alan kaya resimleri, Anadolu'nun en eski medeniyetlerine dair yeni ipuçları sunuyor. Bu keşif, sadece yerel bir olay olmanın ötesinde, uluslararası arkeoloji camiasında geniş yankı uyandıracak potansiyele sahip. Kayseri gibi tarihle iç içe bir şehrin, bu tür bir hazineyle yeniden gündeme gelmesi, turizmden ekonomiye kadar pek çok alanı dönüştürebilir. Peki, bu yürüyüş nasıl bir dönüm noktasına dönüştü? Detaylara inelim.
Her şey, Kayseri'nin engebeli dağlık bölgelerinden birinde başladı. Yerel bir vatandaş, günlük egzersizi için doğa yürüyüşüne çıkmıştı. Patika yollar arasında dolaşırken, gözüne çarpan olağandışı bir kaya yüzeyi dikkatini çekti. Üzerinde soluk ama belirgin figürler barındıran bu kaya, ilk bakışta sıradan bir doğal oluşum gibi görünebilirdi. Ancak yakından incelendiğinde, insan siluetleri ve muhtemelen aile sahnelerini andıran çizimler ortaya çıktı. Bu, tesadüfi bir keşif olmanın ötesinde, arkeolojik bir bomba niteliğindeydi. Vatandaş, hemen yetkililere haber verdi ve olay hızla uzmanların radarına girdi. Bu tür buluntular, Anadolu'nun zengin yeraltı mirasını bir kez daha gözler önüne seriyor; zira Kayseri, yıllardır bu ölçekte bir Neolitik izle karşılaşmamıştı.
Keşfin bilimsel değerlendirmesi, Prof. Dr. Osman Özsoy'un ellerinde şekillendi. Deneyimli arkeolog, kayayı titiz bir incelemeye tabi tuttu ve bulguları hayret verici buldu. Özsoy'un ilk tepkisi, bu olayı *bir buluş ya da keşif* olarak tanımlamak oldu. Kaya üzerindeki resimler, Neolitik Çağ'a, yani milattan önce 10 bin yılından başlayan ve yazının icadına kadar uzanan o muazzam döneme işaret ediyordu. Bu dönem, insanlığın tarımdan yerleşik hayata geçişini simgeleyen, mağara duvarlarından kaya yüzeylerine kadar uzanan sanatsal ifadelerin zirvesiydi. Özsoy, 11 yıldır Kayseri'nin yeraltı envanterini taradıklarını ve bu tip bir örnekle daha önce hiç karşılaşmadıklarını vurguladı. Bu, şehrin tarihini binlerce yıl geriye saran bir adım anlamına geliyordu; Kayseri'nin antik haritasını yeniden çizmek üzereydik.
Anadolu coğrafyası, Neolitik kaya resimleri açısından zaten bir hazine sandığı. Hakkari'nin sarp vadilerinden Van'ın mistik göl kenarlarına, Mersin'in Akdeniz esintili kıyılarından Antalya'nın verimli ovalarına kadar pek çok noktada benzer izler var. Çatalhöyük, bu mirasın en ikonik simgelerinden biri olarak öne çıkıyor; burası, UNESCO'nun koruma listesinde yer alan, dünyanın en eski yerleşimlerinden. Batıya doğru ilerlediğimizde ise Balıkesir, Aydın ve Muğla üçgeninde, Bafa Gölü'nün kıyısındaki Latmos bölgesi devreye giriyor. Latmos, kaya resimleri açısından adeta bir açık hava müzesi; burada kadın, erkek, aile bireyleri, doğa unsurları ve çevre betimlemeleriyle dolu paneller, araştırmacıları büyülemeye devam ediyor. Kayseri'deki yeni keşif, tam da bu Latmos örnekleriyle çarpıcı bir benzerlik sergiliyor. Özellikle renk paleti dikkat çekici: Kaya üzerindeki figürler, hakim kahverengi tonlarla boyanmış, tıpkı Latmos'takiler gibi.
Prof. Dr. Özsoy, bu benzerliği detaylandırırken, *Neolitik Çağ içinde bir yere konumlandırılacak bir buluş veya keşif. Anadolu'nun birçok yerinde örnekleri var. Hakkari, Van, Mersin, Antalya, Çatalhöyük çok meşhurlarından. En batıda da Balıkesir, Aydın ve Muğla arasında Bafa Gölü kayasında Latmos var. Bunlardan en çok ön plana çıkanı ve üzerinde en çok çalışılanı da Çatalhöyük ile Latmos. Latmos'taki resimlere baktığımız zaman onlarla son derece benzeşiyor. Yani bizdeki resimlerde kahverengi renk hakim* şeklinde konuştu. Bu ifade, keşfin sadece yerel bir olay olmadığını, Anadolu'nun Neolitik ağına yeni bir halka eklediğini gösteriyor. Latmos'taki resimler gibi, Kayseri'dekilerde de aile dinamikleri, cinsiyet rolleri ve doğayla bütünleşme temaları hâkim. Bu figürler, o dönem insanlarının günlük yaşamını, ritüellerini ve belki de mitolojik inançlarını yansıtıyor olabilir. Arkeologlar, bu benzerliklerin tesadüf olmadığını, kültürel bir continuity –yani süreklilik– işaret ettiğini düşünüyor.
Peki, bu resimler nasıl yapılmış? Neolitik sanatın sırları, hâlâ tam olarak çözülebilmiş değil. Özsoy, bu konuda *Şu anda fark edebildiğimiz bütün mağara resimlerinde ve özellikle Anadolu'da karşımıza çıkan hematit minerali ve taşla kilin karıştırılarak bir çeşit boya elde edilmesi, bununla duvarlara çeşitli figürlerin yapılması. Bu noktalar şu aşamada açık değil, ileride açıklamak durumunda kalacağız* dedi. Hematit, demir oksit içeren kırmızımsı bir mineral; taşlarla ezilip kil ile karıştırıldığında, doğal bir boya pastası elde ediliyor. Bu teknik, Avrupa'daki Lascaux mağaralarından Asya steplerine kadar pek çok yerde kullanılıyordu. Kayseri'deki kayada da benzer izler var: Kahverengi tonlar, muhtemelen bu karışımın oksitlenme sonucu aldığı renk. Araştırmalar, figürlerin ellerle mi yoksa ilkel fırçalarla mı uygulandığını, hatta törenlerde mi yoksa günlük aktivitelerde mi çizildiğini aydınlatmak için spektrometre analizleri ve karbon tarihlemesi yapacak. Bu süreç, haftalar hatta aylar sürebilir, ama her yeni veri, Neolitik sanatın evrensel dilini daha iyi anlamamızı sağlayacak.
Bu keşfin uluslararası boyutu ise gerçekten heyecan verici. Özsoy, *Latmos dersek Latmos'la çağdaş bir yer olduğunu söyleyebiliriz. Hakkari ile veya belki de Göbeklitepe'yle. Gönül ister ki Göbeklitepe ile çağdaş olsun. Kesin bir şey söyleyememekle beraber, Neolitik Çağ'ın milattan önce 10 bin yılından başladığını düşünürsek, yazının bulunuşuna kadarki arada bir yerde. Kabaca 6 bin yıl civarı gibi dersek yanlış söylememiş oluruz* diyerek umutlarını dile getirdi. Göbeklitepe, Şanlıurfa'da 2018'de UNESCO Dünya Mirası listesine giren, avcı-toplayıcı toplumların tapınaklar inşa ettiği efsanevi site. Eğer Kayseri buluntusu onunla çağdaş çıkarsa, Orta Anadolu'nun Neolitik haritası tamamen değişir. Hakkari'deki Hawar ve Basur höyükleri gibi örneklerle bağlantı kurmak da mümkün; bu, Mezopotamya'dan Ege'ye uzanan bir kültürel koridoru işaret edebilir. Uluslararası dergilerde yayınlanması muhtemel bu keşif, Avrupa ve Orta Doğu arkeologlarını Kayseri'ye çekebilir, fonlar ve ortak kazılarla bölgeyi canlandırabilir.
Kişisel bir dokunuşla düşünürsek, bu resimler belki de bir ailenin elinden çıkmış olabilir. Özsoy, kayadaki figürlerin *bölgede yaşayan bir aile bireyleri tarafından çizilmiş olabileceğini* öne sürdü. O dönemde, kaya yüzeyleri bir tür aile albümü gibiydi; av sahneleri, doğum ritüelleri veya mevsimsel kutlamalar, nesilden nesile aktarılıyordu. Kayseri'nin dağlık coğrafyası, bu tür korunaklı alanlar için ideal: Rüzgar ve yağmura karşı dirençli kayalar, binlerce yıl boyu sırlarını saklamış. Bu aile, belki de erken tarımcılar arasındaydı; tahıl ekinleri etrafında toplanmış, doğayı kutsayan bir topluluk. Günümüzde, iklim değişikliği ve kentleşme baskısı altında kalan bu alanlar, tam da böyle keşiflerle korunmaya değer hale geliyor. Yerel yönetimler, bu buluntu etrafında bir koruma alanı oluşturabilir, ziyaretçi rotaları tasarlayabilir.
Ekonomik ve kültürel yansımaları da cabası. Kayseri, zaten hitit kalıntıları ve Selçuklu eserleriyle ünlü bir il. Ama Neolitik bir katman eklenmesi, turizmi patlatabilir. Düşünün: Yürüyüş turları, arkeolojik parklar, belgeseller... Bu, genç nesillere tarih sevgisi aşılayacak, okullara entegre edilecek bir hikaye. Araştırmalar devam ederken, ekip jeomorfolojik haritalar çıkarıyor, drone'larla çevre tarıyor. Belki yakında komşu kayalarda daha fazla panel bulunur; bu, tek bir yürüyüşün tetiklediği bir zincir reaksiyonu olabilir.
Sonuç olarak, bu Neolitik hazine, Kayseri'nin kaderini gerçekten değiştirecek bir dönüm noktası. Binlerce yıllık sessizliği bozan bu ses, Anadolu'nun kalbine yeni bir nabız atıyor. Arkeoloji meraklıları için kaçırılmayacak bir gelişme; zira her yeni fırça darbesi, insanlığın kökenlerine dair bir pencere açıyor. Gelecek kazı sezonları, bu hikayeyi daha da zenginleştirecek.