İstanbul'un tarihi dokusuyla örülü sokaklarında, her gün binlerce insan aceleyle koştururken, bazen en beklenmedik köşelerde dehşet verici sırlar gün ışığına çıkıyor. Fatih'in o hareketli semtlerinden biri olan Aksaray, son günlerde adeta bir sis perdesinin ardına gizlenmiş gibi. Burası, turistlerin uğrak yeri, esnafın sesinin hiç susmadığı, hayatın nabzının attığı bir yer. Ama dün gece, o nabız bir anda durdu. Bir evin kapısı ardında, sessiz bir fırtına kopmuştu. Komşular, her zamanki gibi sohbetlerini ederken, bir huzursuzluk dalgası yayılmaya başladı. "Uzun zamandır haber alamıyoruz," diye fısıldaşıyorlardı aralarında. Bu fısıltılar, bir zincir reaksiyonu başlattı ve nihayetinde, bir kapı kırıldı – ya da daha doğrusu, açıldı.

O kapının ardında yatan gerçek, insanı yerinden zıplatacak cinsten. Züleyha E., 36 yaşındaki Özbekistan uyruklu bu genç kadın, kendi evinin yatak odasında, hareketsiz bir halde yatıyordu. Sağlık ekipleri olay yerine koştuğunda, ilk bakışta her şey netleşti: Boğazı kesilmişti. Keskin bir alet, hayatının son nefesini kesivermişti. Ekipler, nabzını yokladı, ama nafile. Ölüm, çoktan kapıyı çalmıştı. Polis hemen devreye girdi, çevreyi kordon altına aldı. Savcılar ve olay yeri inceleme ekipleri, her santimetrekareyi taradı. Ceset, titiz bir şekilde Adli Tıp Kurumu'nun morguna taşındı. Otopsi raporu, bu korkunç tabloyu aydınlatacak mı? Henüz bilmiyoruz, ama sorular birikiyor.

Züleyha'nın hikayesi, sıradan bir hayatın nasıl karanlık bir girdaba sürüklendiğini anlatıyor. Komşularına göre, o genellikle yalnız yaşıyordu, ama evi nadiren boş kalıyordu. Gelen giden, tanıdık tanımadık, bir nehir gibi akıp gidiyordu kapıdan. Ahmet Eskimiş, aynı binada oturan bir komşu, olayı ilk duyduğunda inanamamış. "Geleni gideni çok oluyordu," diyor Eskimiş, sesi titreyerek. "Genellikle tanımadığımız kişiler gelirdi. Gürültü nedeniyle birkaç kez uyardık onu. Bazı komşularda numarası vardı, mesajlaşma uygulamasında son görülmesi Çarşamba günüydü." Çarşamba... O gün, Züleyha'nın son izi. Ondan sonra, telefonlar susmuş, kapı çalmamış. Eskimiş devam ediyor: "Genellikle tek yaşıyordu ama arkadaşları sık sık gelip gidiyordu. Bildiğim kadarıyla Türk vatandaşı olmayan bir sevgilisi vardı. Daha önce birkaç kez şiddet uyguladığını duyduk. Tam olarak bilmiyorum ama sürekli şiddet gösteriyordu." Bu sözler, havada asılı kalıyor. Şiddet... Kaç kez duyduk bu kelimeyi, ama her seferinde yüreğimiz burkuluyor.

Öte yandan, bir başka komşu, Arzu Dinç, bambaşka bir resim çiziyor. Dinç, Züleyha'yı pek yakından tanımadığını söylüyor, ama o evden gelen sesleri yıllardır dinliyor. "Kavga, gürültü sesi de hiç duymadım," diyor kararlı bir ifadeyle. "Mahallede yaşıyorum, her şeyi duyarım ben. Sessizdi her şey." Bu çelişki, olayı daha da karmaşık hale getiriyor. Gürültü var mıydı, yoksa her şey sessizce mi yaşandı? Züleyha, Özbekistan'dan gelmiş, belki hayaller peşinde koşan bir kadın. İstanbul'un kaosunda kendine bir yer edinmeye çalışanlardan biri. Ama o hayaller, bir gecede kabusa dönüşmüş. Arkadaşları, günlerce haber alamayınca paniğe kapılmış. Ev sahibine ulaşmışlar, "Bir şey mi oldu?" diye sormuşlar. Ev sahibi, vakit kaybetmeden bir çilingir çağırmış. Kapı açıldığında, o korkunç manzara...

Polis soruşturması, hızla ilerliyor. Fatih'in dar sokaklarında, dedektifler ipuçlarını kovalıyor. Şiddet iddiaları, spot ışıklarının altına alındı. O yabancı sevgili, nerede şimdi? Kaçmış mı, yoksa her şeyin ötesinde bir sır mı saklıyor? İntihar mı, yoksa planlı bir cinayet mi? Boğazdaki kesik, derin ve kararlı görünüyor – intihar için fazla vahşi. Uzmanlar, otopsi sonuçlarını bekliyor. Belki DNA izleri, belki bir parmak izi, belki de unutulmuş bir eşya her şeyi değiştirecek. Ama şu an, mahallede bir gölge dolaşıyor. İnsanlar kapılarını daha sıkı kilitliyor, geceleri pencereden bakıyor. "Bizim başımıza da gelir mi?" sorusu, herkesin aklında.

Bu olay, sadece bir ölüm değil; bir uyarı. İstanbul gibi dev bir metropolde, yalnızlık nasıl bir tuzak olabiliyor? Züleyha'nın arkadaşları, o son mesajı hatırlıyor: Çarşamba günü, sıradan bir sohbet. Sonra, sessizlik. Şehir, milyonlarca hikayeyle dolu, ama bazı hikayeler yarım kalıyor. Komşular, şimdi pişman. "Daha sık konuşmalıydık," diyor Eskimiş. "O uyarılar, belki bir işaret olabilirdi." Dinç ise başını sallıyor: "Sessizlik, en büyük gürültüymüş meğer." Soruşturma derinleştikçe, yeni detaylar su yüzüne çıkıyor. Belki sevgilinin geçmişte benzer olayları var, belki Züleyha bir yardım çığlığı atmış ama duyulmamış. Polis, telefon kayıtlarını inceliyor, güvenlik kameralarını tarıyor. Aksaray'ın o kalabalık caddesi, şimdi bir suç mahalli.

Atatürk’ün Hastalığına Rağmen Hatay’ı Kurtarma Mücadelesi ve Son Yolculuğu
Atatürk’ün Hastalığına Rağmen Hatay’ı Kurtarma Mücadelesi ve Son Yolculuğu
İçeriği Görüntüle

Züleyha'nın ölümü, Türkiye'nin kadın cinayetleri istatistiklerine bir satır daha ekleyecek. Her yıl yüzlerce kadın, benzer kaderlere uğruyor. Ama bu sefer, Fatih'in göbeğinde, herkesin gözü önünde. Medya, olayı manşetlere taşıdı, sosyal medya alev aldı. "Adalet nerede?" diye haykıranlar, "Neden önlenemedi?" diye soranlar. Yetkililer, sessizce çalışıyor, ama baskı artıyor. Otopsi raporu, haftalar alabilir, ama halkın sabrı sınırlı. Şüpheler, sevgiliye yoğunlaşıyor – o şiddet dolu ilişki, sonun başlangıcı mıydı? Eskimiş'in sözleri, akıllarda: "Sürekli şiddet gösteriyordu." Bu, sadece bir tahmin mi, yoksa gerçek bir ipucu mu?

Mahalle, yavaş yavaş toparlanmaya çalışıyor. Sulu Bostan Sokak, yine esnafın sesiyle doluyor, ama bir ev sessiz. Züleyha'nın eşyaları, belki hâlâ orada, hikâyesini anlatıyor. Bir fotoğraf albümü, bir not defteri, belki de o sevgiliden kalan bir iz. Polis, her şeyi topladı, ama ruhu kaldı geride. Bu cinayet, belki bir katili yakalayacak, belki de sistemin açıklarını ortaya çıkaracak. Kadınlar için güvenli bir şehir hayali, hâlâ uzak. Ama Züleyha'nın ölümü, boşuna olmayacak – umarız. Soruşturma devam ederken, hepimiz bekliyoruz: Gerçek, ne zaman gün yüzüne çıkacak?

Bu trajedi, bize şunu hatırlatıyor: Yakınımızdaki sessizlikleri dinlemeliyiz. Bir "nasılsın?" sorusu, belki bir hayat kurtarır. Züleyha, Özbekistan'dan gelip İstanbul'un rüyalarını kovalamıştı. Ama rüyalar, bazen kâbusa dönüşür. Mahalleli, dualar ediyor şimdi. "Huzur bulsun," diyorlar. Ama huzur, sadece adaletle gelir. Polis, her taşını kaldırıyor. Belki yarın, bir isim açıklanır. Belki sevgili yakalanır, belki intihar çıkar. Ama ne olursa olsun, bu hikâye unutulmayacak. İstanbul'un kalbi, bir yara aldı – ve o yara, kapanana kadar sızlayacak.