Medya sektörü son dönemde dikkat çekici gelişmelere sahne oluyor. Bazı köşe yazarları ve ekran yüzleri arasında ciddi tartışmalar yaşanıyor, tepkiler artıyor.
Bu tartışmaların kökeninde, uzun yıllardır devam eden bir yapı yatıyor. Kamu bankalarının desteğiyle çok satan gazetelerin el değiştirdiği, yeni iş adamlarının sahipliğine geçtiği bir süreç yaşandı. Bu değişimle birlikte havuz medyası olarak bilinen oluşum ortaya çıktı ve hemen ardından ekran tekeli kuruldu. Bu yapılar, 24 yıl boyunca muhalefete karşı haber adı altında tetikçilik yaptı, iktidarın çizgisinde yayınlar üretti.
Havuz medyası gazetecileri, iktidardan beslenerek çeşitli ayrıcalıklar elde etti. Çakarlı otomobil imtiyazları, küçükbaş hayvan üreticisi görünümüyle milyonluk hibe krediler almak, cumhurbaşkanı uçaklarına binip şöhret kazanmak, MİT'ten bilgi sızdırıp kamuoyunu yönlendirmek gibi uygulamalar bu dönemin özellikleriydi. Ayrıca, hapse atılan muhalefet belediye başkanlarını yolsuzlukla suçlayan, karalayan yazılar yazıldı. Bütün bunlar ve daha fazlası, havuz medyası ile ekran tekeli üzerinden gerçekleştirildi.
Ekran tekeli ise basın tarihinde eşi görülmemiş bir uygulama olarak öne çıkıyor. İktidar partisi lideri konuşmaya başladığında, tam 27 televizyon kanalı mevcut yayınlarını kesip aynı anda canlı yayına bağlanıyor. Bu kanallar arasında halkın vergileriyle finanse edilen, tarafsız olması gereken TRT de yer alıyor. Ülke gündemi ne olursa olsun, dünya olayları ne kadar önemli olursa olsun, bu yayınlar saniye atlanmadan sürdürülüyor. Bu tekel, adam kayırmacılığın en uç örneği olarak değerlendiriliyor.
Bu yapıların etkisiyle ülke, yolsuzluklar, adam kayırmalar, yanlış kararlar ve partizanlık nedeniyle derin ekonomik krize sürüklendi. Dış politikada yalnızlaşma yaşandı, adalet sistemi zayıfladı. İktidar, baskı ve yalan mekanizmalarını kullanarak sivil diktatörlük görüntüsü verdi. Ancak havuz medyası ve ekran tekeli boyunca tek bir eleştiri yazısı yazılmadı, tek bir uyarı yapılmadı.
Şimdi ise bu yapıların içinde çatlaklar oluşmaya başladı. Bazı yazarlar, gazeteciliğin parti sözcülüğüne dönüştüğünü belirterek tepki gösteriyor. Hürriyet'te bir yazar gazetecilerin siyasi parti sözcüsü gibi davrandığını yazdı. Milliyet'te başka bir yazar belirli ekranlara çıkmama kararı aldı. Eski AKP milletvekillerinden biri, cumhurbaşkanına kişisel ilişkiler üzerinden eleştiri yöneltti. Medya ombudsmanı ise cumhurbaşkanı uçağına alınan gazetecilere soruların önceden liste halinde verildiğini ortaya koydu.
Bu tepkiler, havuz medyası ve ekran tekeli içinde panik ve homurdanma olarak yorumlanıyor. Gazeteciler, uzun yıllar yaptıklarını unutmuşa benziyor ve şimdi gemiyi terk etme sinyalleri veriyor. Ancak halkın güçlü bir hafızası var. Muhalefete muhalefet yapmayı gazetecilik sananları kolay kolay affetmiyor, dikkatli okurlar bu isimleri silip atıyor.
Medya dünyasındaki bu sarsıntı, yılların birikmiş hesaplaşmasının başlangıcı olabilir. Havuz medyası ve ekran tekeli, kendi iç çelişkileriyle yüzleşirken, kamuoyu da bu gelişmeleri yakından izliyor. Gerçek gazetecilik anlayışının yeniden hakim olması için bu tür tartışmalar önemli bir fırsat sunuyor.




