Deniz Zeyrek'in kalemi, bir kez daha Türkiye'nin duygusal ve toplumsal nabzını tutuyor. 5 Aralık 2025 Cuma günü saat 05:00'de Nefes Gazetesi'nde yayımlanan "Geçmişle Gelecek Arasında..." başlıklı köşe yazısı, yazarın memleketi Kars'a yapmayı planladığı yolculuğu merkeze alarak, bireysel bir hikâyeden ulusal bir yaranın teşhisine uzanan derin bir yolculuk sunuyor. Zeyrek, bu yazıda sadece bir baba kaybının acısını değil, aynı zamanda bir neslin hayallerinin nasıl geçmişin sıcak kucağına sığındığını, bugünün umutsuzluğunun ise o hayalleri nasıl zehirlediğini anlatıyor. Yazının son güncellemesi de aynı saatte yapılmış; yani taze bir iç döküş, okuyucuyu Kars'ın karlı dağlarından bugünün gri gerçekliğine taşıyor.
Zeyrek'in tüm yazıları, Nefes Gazetesi'nin yazarlar sayfasında derlenmiş bir miras gibi dururken, bu parça özellikle dokunaklı. Doların 42,53 lirayı, euro'nun 49,57'yi, gram altının 5.750,65'i, bitcoin'in ise 89.661 doları gördüğü bir ekonomik fırtınanın ortasında, Zeyrek'in nostaljisi adeta bir sığınak gibi. Peki, neden Kars heyecanı hüzne dönüşmüş? Yazarın çocukluk hayalleriyle bugünün baskıcı gerçekliği arasındaki uçurum ne kadar derin? Bu yazı, sadece bir köşe yorumu değil; Türkiye'nin kolektif hafızasını yoklayan, bireysel acıyı toplumsal bir metafora dönüştüren bir manifesto. Okuyucuyu, Kars'ın uçsuz bucaksız ovalarından başlayarak, iç dünyasının labirentlerinde gezdirecek bir metin – zira Zeyrek, geçmişle geleceğin çatışmasını, hepimizin paylaştığı bir hikâyeye çeviriyor.
Yazının girişi, Zeyrek'in samimi bir itirafla başlıyor: Pazar günü Kars'a gitmeyi planladığını söylüyor, ama bu seferki duygu karmaşası onu şaşırtmış. Eskiden memleket yolculukları, çocuksu bir heyecanla dolardı; içini kıpır kıpır eden, gülümsemesini yüzünden eksik etmeyen bir coşku. Ancak bu defa, o heyecanın yerini tuhaf bir hüzün almış. Gelecek hayalleri silinmiş, yerine geçmişin soluk anıları doluşmuş. Zeyrek, kendine "Neden?" diye soruyor, ama net bir cevap bulamıyor. Bu soru, yazının ana damarını oluşturuyor; zira bireysel bir sorgulama, yavaş yavaş toplumsal bir muhasebeye evriliyor. Kars'a her gidişinde, yazarın zihninde canlanan o uçsuz bucaksız manzara –Kısır Dağı bir yanda, Erdağı diğer yanda, ortada Mamaş (Kırçiçek) köyü– adeta bir tablo gibi. Bu betimleme, okuyucuyu hemen içine çekiyor; Zeyrek'in kelimeleri, karlı dağların soğuğunu, rüzgârın uğultusunu hissettiriyor. Ama bu sefer, o manzara bile teselli etmiyor. Yazarın iç dünyasındaki bu değişim, sadece yaşın getirdiği bir yorgunluk mu, yoksa ülkenin ruh halinin bir yansıması mı? Zeyrek, bu karmaşayı üç nokta ile keserek, okuyucuyu bir boşluğa bırakıyor – o boşluk, yazının ilerleyen satırlarında dolacak bir hüzün havuzu.
Zeyrek'in Kars hayalleri, yazının en canlı ve umut dolu kısmını oluşturuyor; bunlar, geleceğe dair bir ütopya gibi. Dedesinin köy evini yenilemek, o evi bir sığınak haline getirmek... Uçsuz bucaksız manzaraya bakan tarafa yekpare bir cam pencere taktırmak, yola bakan araziye küçük bir bostan ve meyve bahçesi kurmak. Salonda, peçin (Rus tarzı soba) çıtırtıları eşliğinde Rodrigo'nun Gitar Konçertosu'nu dinleyerek roman yazmak, peçin önündeki koltukta klasikleri yeniden okumak, yağlı boyayla pastoral resimler yapmak. Değişiklik olsun diye, iki kilometre ötedeki çarşıya yürüyüp kahvede hemşerilerle sohbet etmek; küçük isli demliklerde getirilen, küçücük ince belli bardaklarda servis edilen çayı yudumlamak. Belki okey oyununa sardırıp, yancı olmaktan dördüncü masaya terfi etmek; ya da kağıt oyunlarına kapılmak. Akşamları, koyun derisi tulumda göğertilmiş çeçil peyniri, bal ve tereyağıyla karnını doyurmak; normalde şekersiz içtiği çayı, semaverde demleyip kıtlama şekerle yudumlamak. Ve peçin başında, Reşid Behbudov'un "Uzun Geceler" şarkısını dinlerken uyuya kalmak...
Bu hayaller, Zeyrek'in kelimelerinde adeta bir film sahnesi gibi canlanıyor; okuyucuyu, Kars'ın serin havasına, sobanın sıcaklığına, müziğin melankolisine davet ediyor. Bu ütopya, sadece bireysel bir kaçış değil; çalışmanın, emek vermenin, hayallerin meyvesini toplamanın bir simgesi. Zeyrek, bu sahneleri betimlerken, geleceğin ne kadar parlak olabileceğini hatırlatıyor – ama hemen ardından, o hayallerin gölgesine düşen hüznü ekliyor. Bu kontrast, yazıyı zenginleştiriyor; zira okuyucu, o ideal Kars'ı hayal ederken, gerçekliğin soğuk eliyle yüzleşiyor.
Ancak Zeyrek'in bu yazıda asıl derdi, babasının ölümüyle tetiklenen bir dönüşüm. Babası öldükten sonra ilk kez Kars'a gidiyor ve bu, hayalleri yerle bir eden bir kırılma anı. Aklına ilk gelen, bahçe duvarının dibindeki vişne ağacının gölgesinde, sandalyeye oturup uzaklara dalan babası. Masadaki bilgisayardan süzülen piyano melodisi eşliğinde Reşid Behbudov'un muhteşem sesi: *“Küçelere su serpmişem, yar gelende toz olmasın, ele gelsin ele getsin, aramızda söz olmasın...”* Ardından babasının annesine seslenişi: *“Sevgilim, sana söylüyor canım...”* Annenin, bu sesi duyunca eli ayağına dolaşıp başörtüsünü düzeltmesi... Bu anılar, Zeyrek'in satırlarında o kadar canlı ki, okuyucu babasının yokluğunu derinden hissediyor. Gelecek hayaline bağlayan en kuvvetli bağ kopmuş; artık sadece geçmişle bağlı hissediyor. Hayalini kurduğu evin camından manzarayı değil, elleri patlayana kadar çapa yaptığı patates tarlasını görüyor. Modern mutfağın yerine, annesinin ve nenesinin duman altında ekmek pişirdiği tandır damı gözünde canlanıyor. Kulağında Rodrigo'nun gitarı değil, kış tipisinin sinir bozucu uğultusu çınlıyor. Peçin sıcağının yerine, tipide su kovalarıyla ahıra girerken yüzüne vuran tuhaf sıcaklık var. Meyve bahçesinin yerinde, kurumuş ot yığını, tavukların eşelediği harman yeri ve erişte ipleri... Beyaz yakasını önlüğüne takıp, kolla akan burnunu silerek Atatürk İlkokulu'na yürüyormuş gibi hissediyor. Bu betimlemeler, Zeyrek'in ustalığıyla, okuyucuyu bir zaman makinesinde geriye sarıyor; çocukluğun zorlukları, ama o zorluklardaki saf mutluluk, bugünün karmaşasıyla çarpışıyor.
Zeyrek, bu hüznün nedenini sorgularken, yazıyı toplumsal bir eleştiriye eviriyor. Neden hayal kurmak yerine geçmişe sığınıyor? Cevap, yoksullukta mutluluğun sırrında yatıyor: Fakirlik vardı, ama mutluluk ve neşe de oradaydı. Dedeler, nineler, anneler, babalar, yakınlar, güler yüzlü komşular – hepsi iyi yürekli periler gibi etrafı sarmıştı. Bir "iyilik kalkanı" oluşturmuşlardı; sistemli kötülüklere, kötülerin yaptıklarına göğüs geriyorlardı. Onlar sayesinde, şimdiki zamanın umutsuzluğu ve kötülüğü yanlarından bile geçemiyordu. Bize ise, fakirliğe alışmak yerine hayal kurmak düşüyordu. O hayaller, çalışmayı, didinmeyi, emeğin karşılığını almayı kolaylaştırıyordu. Ama şimdi, o periler yok. Hayallere dahi göz diken, yaşam alanı tanımayan umutsuzluk ve kötülüğün baskısı altında eziliyoruz. Zeyrek'in bu metaforu, *“Belki de bu yüzdendir sık sık hayallerimizden vazgeçip geçmişe, çocukluğumuza, anavatanımıza sığınmamız”* cümlesiyle zirveye ulaşıyor. Bu, sadece yazarın değil, Türkiye'nin kolektif ruh halini özetliyor: Ekonomik krizler, siyasi kutuplaşmalar, sosyal adaletsizlikler... Hayaller, bugünün baskısıyla soluyor; geçmiş, bir teselli, bir direniş alanı oluyor. Zeyrek, bu noktada yazıyı politik bir zemine oturtuyor – zira "sistematik kötülükler" ifadesi, mevcut düzenin eleştirisi gibi yankılanıyor. Kars'ın taş çeperli hayatı, o iyilik perilerinin koruduğu bir kale; bugünün gri betonu ise, o kaleyi kuşatmış.
Bu yazı, Zeyrek'in önceki köşe yazılarıyla da örtüşen bir tema zincirinin halkası. Nefes Gazetesi'ndeki diğer parçalarında, sıkça Türkiye'nin sosyal dokusunu, aile bağlarını ve memleket özlemini işliyor; ama bu sefer, baba kaybı gibi kişisel bir kırılmayla daha da derinleşiyor. Kars'ın coğrafi betimlemeleri –Kısır Dağı, Erdağı, Mamaş köyü– sadece dekor değil; kültürel bir kimliğin simgesi. Zeyrek, Reşid Behbudov'un şarkılarını, peçin çıtırtılarını, tandır damını anlatarak, Doğu Anadolu'nun folklorik zenginliğini canlandırıyor. Bu detaylar, yazıyı evrensel kılıyor; zira her okuyucu, kendi çocukluğundan bir parça buluyor. Ekonomik veriler –doların yükselişi, altının tırmanışı– arka planda bir fon gibi; Zeyrek, bunları doğrudan ele almadan, umutsuzluğun ekonomik köklerini ima ediyor. Babasının ölümü, bireysel bir yas; ama o yas, kolektif bir yitip gitmenin metaforu: İyi kalpli perilerin yok oluşu, iyilik kalkanının delinmesi. Zeyrek, bu metaforu geliştirirken, hayallerin gücünü hatırlatıyor – o hayaller ki, fakirliği bile aşındırır, emeği kutsar. Ama bugünün kötülüğü, o hayalleri bile tehdit ediyor. Bu eleştiri, yazıyı bir manifesto haline getiriyor; okuyucuyu, geçmişin sıcaklığından geleceğin inşasına çağırmak gibi.
Zeyrek'in dili, samimi ve akıcı; uzun cümleler yerine, kısa, vurucu ifadelerle duyguyu yoğunlaştırıyor. "Heyecanımın yerini hüzün almış" gibi bir cümle, tüm yazıyı özetliyor. Müzik referansları –Rodrigo, Behbudov– kültürel bir katman ekliyor; Azerbaycan kökenli Behbudov'un şarkısı, Kars'ın sınırdaki kimliğini yansıtıyor. Yazarın okey ve kağıt oyunlarına dair esprisi, hüznü hafifleten bir mizah dokunuşu; ama hemen ardından gelen tandır damı ve tipi uğultusu, gerçekliğin ağırlığını hissettiriyor. Bu denge, Zeyrek'i usta bir hikâyeci yapıyor. Yazı, Kars'ı bir mekân olmaktan çıkarıp, bir ruh haline dönüştürüyor: Geçmişin kalesi, geleceğin umut deposu – ama bugünün baskısıyla yaralanmış. Toplumsal bağlamda, bu, Türkiye'nin 2025 sonbaharındaki halini yansıtıyor: Deprem yaraları, ekonomik sarsıntılar, siyasi gerilimler... Zeyrek, bunları doğrudan isimlendirmeden, perilerin yokluğuyla anlatıyor. Bu dolaylı eleştiri, yazıyı zamansız kılıyor; zira her dönemde yankılanabilir.
Sonuçta, Deniz Zeyrek'in bu köşe yazısı, 5 Aralık 2025'in gri sabahında bir ışık gibi parlıyor. Kars yolculuğu, sadece coğrafi bir hareket değil; içsel bir göç – geçmişin kollarına sığınmak, geleceğin hayallerini yeniden canlandırmak. Babasının yokluğu, o iyilik perilerinin silinüşüyle birleşince, hüzün kaçınılmaz. Ama Zeyrek, bu hüznü bir çağrıya dönüştürüyor: Hayallerden vazgeçmeyin, o perilerin mirasını yaşatın. *“Belki de bu yüzdendir sık sık hayallerimizden vazgeçip geçmişe sığınmamız”* – bu cümle, Türkiye'nin ruhunu yakalıyor. Yazı, Nefes Gazetesi'nin kurumsal sayfaları arasında bir mücevher gibi dururken, okuyucuyu düşündürmeye, hissetmeye, belki de kendi Kars'ını –kendi geçmişini– ziyaret etmeye davet ediyor. 6 Aralık 2025 Cumartesi sabahı, bu metin hâlâ yankılanıyor; zira geçmişle geleceğin arasında, hepimiz bir köprü kurmaya çalışıyoruz. Zeyrek'in kalemi, o köprüyü aydınlatıyor – takipte kalın, çünkü her hüzün, yeni bir hayalin tohumu olabilir.