Türkiye siyasetinin labirent gibi koridorlarında, her zaman bir sır perdesi vardır. Bazen bu sırlar, ufak bir sızıntıyla dışarı taşar ve tüm ülkeyi sarsar. Bugünlerde Ankara kulisleri, tam da böyle bir fırtınanın ortasında. İnsanlar kahvehanelerde, sosyal medyada ve hatta aile sohbetlerinde aynı soruyu soruyor: Neler oluyor? Bu yazı, o soruya ışık tutmak için kaleme alındı, ama acele etmeyin, çünkü asıl detaylar birazdan gelecek. Önce, bu hikayenin nasıl bir dönemeçte olduğumuzu hissedin – bir liderin tahtını korumak için verdiği mücadele, etrafındakileri nasıl dönüştürüyor?
Şimdi gelelim asıl meseleye. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'dan duyduğu endişe, artık sadece dedikodu olmaktan çıktı. Ankara'nın arka sokaklarında, bu konu yüksek sesle konuşulmaya başlandı. Erdoğan'ın korkusu sadece muhalefetten değil, kendi içinden çıkabilecek bir alternatiften kaynaklanıyor. İşte burada Hakan Fidan devreye giriyor; o, potansiyel bir seçenek olarak görülüyor. Erdoğan, her zaman başkanlık koltuğunu elinde tutmak istiyor, ama sonrası için aklında bir aile mirası var. Damadı ya da oğlu Bilal Erdoğan gibi isimler, bu planda ön planda. Bilal Erdoğan'ı hafife almayın; şu anda Türkiye'de en güçlü adamlardan biri olarak anılıyor. Bu perspektifte, Hakan Fidan'a yer kalmıyor. Rejim, demokrasi, insan hakları ve hanedanlık tartışmalarının ortasında, her şeye temkinli yaklaşmak gerekiyor. Barış bile, bu ortamda şüpheli hale geliyor.
Hakan Fidan'ın son Amerika ziyareti, bu gerilimi iyice alevlendirdi. Ziyaret sonrası yaptığı açıklamalar, pro-hükümet medyasında büyük tepki çekti. Fidan, Erdoğan'ın arkasından savunma anlaşmasının iyi gitmediğini söylemiş. Bu, zafer havası estiren medya için tam bir şok oldu. Sessiz kaldılar, çünkü Erdoğan'ın istediği her şeyi aldığı havası yaratılmıştı. Fidan'ın bu sözleri, kendine mezar mı kazıyor sorusunu gündeme getirdi. Ayak kaydırma hazırlıkları mı başladı? Benzer bir durum, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'da yaşanmıştı. Soylu, lider havası veriyordu; TikTokçularla falan işler çeviriyordu. Sonra ne oldu? Bir anda ortadan kayboldu. Saraya meydan okumak için ciddi adımlar lazım, sosyal medya hareketleriyle olmaz. Sedat Peker'in sakinleşmesi ve kardeşinin durumu da – ki asaletten bahsediyoruz – bu hikayeye karışıyor. Fidan, ya kasıtlı bir şey yaptı ya da beklemediği bir sıçrama yaşadı.
Soylu meselesini hatırlayalım, çünkü uzun zamandır konuşulmuyordu. Pandemi döneminde karşılıklı şovlar yapılmıştı. "İstifa ediyorum" demeler, polislerin çatılara çıkması, ağlayan insanlar... Bunlar, Soylu, Fidan ya da hatta Erdoğan için fark etmiyor. Bu tür ülkeler tuhaf yerler; her şey 24 saatte değişebilir. Herkes – evet, herkes – "Bana ne olacak?" diye endişeli. Geldikleri noktaya bakın, ama sonrası için tedirginler. Bu da toplumu geriyor. Biz ne olacağız diye düşünmeden edemiyoruz, ama onların topluma getirdiklerini net görüyoruz: Açlık, belirsizlik. Siyasi mezarlık, kendini vazgeçilmez sanan liderlerle dolu. Liderler bunu yatağın başucuna yazıp assa iyi olur.
Konuyu biraz dışarıya çevirelim, sonra tekrar içeriye dönelim. CHP'nin Brüksel mitingi, önemli bir kırılma noktasıydı. CHP, bir tabuyu yıktı. Erdoğan, defalarca "Yurtdışında Türkiye'yi şikayet ediyorlar" diye suçlamıştı. Bu söz, yıllarca CHP'yi durdurdu. Muhalefet, sınırlar içinde kalmalı algısı vardı. Ama günümüz dünyasında, Sosyalist Enternasyonal üyesi olarak dayanışma sözü vermişsiniz. Bu, şikayet değil, küresel ölçekte demokrasi mücadelesi. Özgür Özel, bunu sonunda kırdı. 15 Temmuz darbe girişimine değinerek, "Birlikte dünyaya anlatalım" dedi ve "Darbeden sonra ne değişti?" diye sordu. Erdoğan aynı şeyi tekrarlıyor, ama CHP önemli bir tabuyu aştı. Miting çok muhteşem değildi, belki daha büyük bekliyordum. Ama yine de dönüm noktası. Özgür Özel, doğru şeyler yapıyor, net refleksler gösteriyor.
Bu tartışmalar, 2025'te daha da derinleşti. Örneğin, KAAN savaş uçağı motorları meselesi. Hakan Fidan, ABD Kongresi'nde motorların bekletildiğini açıkladı ve bu, Erdoğan sonrası iktidar kavgasını kızıştırdı. Saraya yakın kaynaklar, Fidan'ın bunu kasıtlı yaptığını söylüyor; belki Erdoğan'ın ABD ziyaretine gölge düşürmek için. Medyada ayrışmalar var. Erdoğan, bu konudaki soruları yanıtsız bıraktı, şaşkına döndü. Trump'la neyi hallettiği sorgulanıyor. AKP içinde, Erdoğan sonrası senaryoları konuşuluyor: Bilal Erdoğan, Hakan Fidan, Selçuk Bayraktar gibi isimler etrafında güç odakları oluşuyor. Gizli ittifaklar, stratejik adımlar... İç çekişmeler büyüyor. Fidan'ın KAAN açıklaması, Bayraktar'ın itibarına darbe vurdu. Sızıntılar, istihbarat oyunları, medya manipülasyonları – hepsi taht kavgasında rol oynuyor.
Erdoğan'ın sağlık durumu da bu tartışmaları körüklüyor. Saray'daki çatlaklar dışarı vuruyor. Gazeteci Levent Gültekin gibi isimler, AKP'nin Erdoğan sonrası döneme hazırlandığını iddia ediyor. Üç ayrı güç odağı: Bayraktar, Fidan, Bilal Erdoğan. Her biri, partiyi yönetmek için uğraşıyor. Sosyal medyada bile bu konuşuluyor; X'te (eski Twitter) paylaşımlar, Filistin meselesinden gaz alımına, Çin ticaretine kadar uzanıyor. Ama Türkiye, bu taleplere uymayacağını söylüyor. Tehlikeli planlar, sert önlemler çağrıları... Herkes tedirgin.
Bu güç mücadelesi, sadece siyasetçileri değil, tüm ülkeyi etkiliyor. Açlık diyenler haklı; toplum gerilmiş halde. Liderler vazgeçilmez sanıyor kendini, ama tarih başka diyor. Erdoğan'ın Fidan korkusu, belki de bu hikayenin sadece başlangıcı. İzleyip göreceğiz, ama bir şey kesin: Türkiye, bu tür ülkelerden biri – her an her şey değişebilir. Bu yazı, o değişimin ipuçlarını verdi; şimdi sıra sizde, düşünün ve paylaşın.