Finans ve ekonomi gündemi, 12 Ekim 2025 tarihinde yayımlanan bu çarpıcı analizle sarsılıyor. Birikimlerimizi nasıl koruyacağımız, yüksek enflasyonun gölgesinde yaşayan her vatandaşın en temel sorusu olmaya devam ediyor. Hepimiz, gelirimizin az ya da çok, bir kısmını geleceğe yönelik, ihtiyatlı olmak amacıyla tasarruf etme gayretindeyiz. Türkçede bu ihtiyat saikini ilginç bir şekilde açıklayan, derin bir deyimimiz dahi var: “kefen parası”. Ancak mesele, bu parayı biriktirmekle bitmiyor; emr-i hak vaki olduğu gün bu paranın kefen almaya yetip yetmeyeceği sorunu ortaya çıkıyor. Atalarımız bu endişeyi gidermek için genelde altın kullanır, bu altınları bir keseye koyarak sandığın en dibine yerleştirirdi. Günümüz ekonomistleri ise bu uygulamaya, paranın zamanla eriyen “satın alma gücünü” koruma çabası diyorlar.
İşte tam da bu noktada, ünlü yazar ve ekonomist Ege Cansen’in Sözcü’deki köşe yazısı, tasarrufları liranın zayıflığından kaçırıp dolara bağlayanların karşılaştığı acı tabloyu gözler önüne seriyor. Enflasyonun sıfır olmasının dahi, milli geliri yaratan “yatırım-üretim-tüketim” çarklarının dönüş hızını yavaşlatacağı için kötü olduğunu belirten Cansen, az miktarda enflasyonun bir nevi yağlama etkisi yarattığını ifade ediyor. Ancak yüksek enflasyon, paranın satın alma gücünü hızla yok ediyor. Örneğin, yıllık enflasyon %3 bile olsa, on yılda fiyatlar %35 artar ve paranın satın alma gücü %26 oranında düşmüş olur. Altın, bir mal olarak kabul edildiğinden, fiyatının en azından enflasyon kadar artması beklenir ve bu sayede altın, "kefen parası"nın her zaman kefen almaya yetmesini sağlar. Altın fiyatı enflasyondan daha hızlı artarsa, bu da altın tutmanın ekstra bonusu olur.
Ne var ki, vatandaşın biriktirdiği parayı dövize bağlaması, ulusal ekonominin sağlıklı işlemesi için gerekli olmayan “spekülatif” bir döviz talebi yaratıyor. Bu spekülatif talep nedeniyle, döviz fiyatları diğer fiyatlara kıyasla daha hızlı bir yükseliş trendi izliyor. Yükselen döviz fiyatı ise, ithalatı pahalılaştırarak enflasyonun daha da artmasına neden oluyor. Türkiye gibi “zayıf paralı” (soft currency) olarak nitelendirilen ülkelerde, bu spekülatif döviz talebi kırılmadığı sürece enflasyonu dizginlemek neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu döviz talebini kırmak için geçmişte ülke yöneticileri halka yönelik, “parasını dövize bağlayan zarar edecek” anlamında, “döviz tutanın eli yanacak” gibi sert ifadeler kullanmışlardı. Bu uyarı, belli sürelerde gerçekleşmiş olsa da, orta vadede döviz tutanların elinin yanmadığı görüldü.
Ancak bu durum, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “ekonomi çarı” koltuğuna oturmasıyla çarpıcı bir şekilde değişti. Merkez Bankası’nın uyguladığı “yüksek faiz-düşük kur” politikası, spekülatif döviz talebini karşılayacak kadar dövizi ülkeye çekmeyi amaçlıyor. Bu stratejiyle, yüksek faiz elde etmek için ülkeye giriş yapan sıcak paranın döviz arzını artırarak döviz fiyatını baskılaması umuluyor. Bu baskılama sonucunda, Mehmet Şimşek yönetiminde döviz fiyat artışları enflasyonun çok gerisinde kaldı. Bu durum, daha önce orta vadede gerçekleşmeyen bir gerçeği, yani döviz tutanların elinin gerçekten yandığını ve yanmaya devam ettiğini ortaya çıkardı. Bu gelişme, tasarrufların kısmen dövizden Türk lirasına dönmesini sağladı. Buna rağmen, geçmişte TL’den eli yanan pek çok vatandaş, “umutla/inatla” döviz pozisyonlarını korumaya devam ediyorlar ve günün sonunda kimin kazançlı çıkacağı merak konusu.
Merkez Bankası’nın yüksek faiz ve düşük kur politikası, vatandaşın servetini koruma amacıyla yarattığı spekülatif döviz talebini durdurmakla kalmadı, dolara dair çıkan çöküş söylentileri de bu duraksamada etkili oldu. Ancak dolar talebi durunca bu sefer de yeni bir spekülatif eğilim ortaya çıktı: Altın talebi. Altın fiyatları son iki yılda tam %100 oranında arttığı için insanlar dolardan kaçarken bu kez altına tutundu. Türkiye, hem altın üreten hem de kuyum ihraç eden bir ülke olmasına rağmen, hala altında net ithalatçı konumunda bulunuyor. Bu durum, yurt dışından altın ithalatı için borç döviz kullanılması gerektiği anlamına geliyor. Her ne kadar yükselen altın fiyatları nedeniyle net borç stoku hesaplarında artı değer görünse de, döviz akım hesabında bu durum ekside kalıyor. Ekonomist Ege Cansen’e göre, bu gelişme de Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelesini daha da zorlaştıran önemli bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Tüm bu ekonomik çalkantılar, piyasalarda yaşanan derin değişimler ve tasarruf sahiplerinin sürekli olarak doğru limanı bulma çabası gösteriyor ki; serveti korumak, kazanmaktan çok daha zor bir iştir. Türk ekonomisinin geldiği bu kritik aşamada, para birimlerinin ve yatırım araçlarının seyri yakından takip edilmeye devam edecektir. Ege Cansen’in bu kapsamlı analizi, ülkedeki tasarruf eğilimlerinin ne kadar kritik bir dönemece girdiğini ve hükümetin politikalarının beklenmedik sonuçlar doğurabileceğini çarpıcı bir dille ortaya koyuyor.