Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Plan ve Bütçe Komisyonu, son günlerde en çok konuşulan oturumlarından birine ev sahipliği yaptı. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın 2024 bütçe görüşmeleri sırasında, DEM Parti Van Milletvekili Gülcan Kaçmaz Sayyiğit, Devlet Tiyatroları'nın yönetim kadrolarındaki liyakatsiz atamaları masaya yatırdı. Sayyiğit'in hedefindeki isimlerden biri, Genel Müdür Tamer Karadağlı'ydı. Konuşması sırasında yaşanan beklenmedik bir gülüşme anı, komisyon salonunu adeta bir tiyatro sahnesine dönüştürdü ve eleştirilerin etkisini kat kat artırdı.
Görüşmelerin odak noktası, Devlet Tiyatroları'nda son yıllarda hız kazanan kadrolaşma sorunuydu. Milletvekili Sayyiğit, bakanlığın genel yapısındaki liyakat eksikliğini vurgulayarak, özellikle tiyatro kurumunun geleceğe dair umut aşılamaktan uzaklaştığını dile getirdi. Konuşmasında, sanatsal kaygıların ve kurumsal hafızanın nasıl hiçe sayıldığını örneklerle anlattı. Bu eleştiriler, sadece bir milletvekilinin kişisel görüşü olmanın ötesinde, sektörün içinden yükselen feryatları yansıtıyordu. Yılların tiyatro emekçileri, popüler isimlerin ön plana çıkarıldığı bir sistemin kurumu nasıl zayıflattığını haykırıyordu.
Sayyiğit, sözlerini doğrudan bakan ve bürokratlara yönelterek, "Özellikle devlet tiyatrolarında yaşananlar ülkenin geleceğe 'ümit var' mesajı iletmesini engelleyen düzeyde karşımıza çıkıyor. Sanatsal kaygılar, kurumsal hafıza ve liyakat prensibi maalesef popüler figürlerin nobranlıklarına kurban ediliyor Sayın Bakan" diye konuştu. Bu ifadeler, komisyon üyeleri arasında derin bir sessizlik yarattı. Milletvekili, sanatın dönüştürücü gücünün, bürokratik müdahalelerle nasıl gölgelendiğini sorguladı. Devlet Tiyatroları'nın, Türkiye'nin kültürel mirasını taşıyan bir kurum olarak, liyakat dışı atamalarla karşı karşıya kalmasını eleştirdi ve bu durumun, genç nesillere bırakılacak bir mirasın tehlike altında olduğunu ima etti.
Konuşmanın en çarpıcı anı, Sayyiğit'in 32 yılını Devlet Tiyatroları'na adamış bir emekçinin ayrılış hikayesini paylaşmaya başladığı andı. Oyuncu ve tiyatro yönetmen yardımcısı Veda Yurtsever'in vedası, kurumun iç dinamiklerini gözler önüne seren bir belge niteliğindeydi. Yurtsever'in sözleri, yılların birikmiş öfkesini taşıyordu ve komisyonda yankılandı. Tam bu noktada, salonun bir köşesinden gelen bir gülüşme, tüm dikkati üzerine çekti. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Tamer Karadağlı, eleştirilere kulak misafiri olurken gülümsedi. Bu beklenmedik tepki, Sayyiğit'i daha da cesaretlendirdi.
Milletvekili, gülüşmeyi fark ederek hemen müdahale etti ve "Sorumlu arkadaşlardan biri şu an oradan bana bakarak gülüyor. Neyse üzerine alınmış, bu bizler açısından olumlu bir şey" diyerek ironik bir yanıt verdi. Bu cümle, komisyon salonunda hafif bir kahkaha dalgası yarattı ama aynı zamanda eleştirinin ciddiyetini pekiştirdi. Sayyiğit, Yurtsever'in tam ifadesini okuyarak devam etti: 'Kendilerini kurumdan daha değerli gören kibir abidelerinin idaresine teslim edildik. Eşofmanların yerini takım elbiseliler aldığında düşüş başladı. Tek oyun yönetenler başrejisör oldu. Kendi Lale Devirleri için her tuşa basıyorlar.' Bu alıntı, Devlet Tiyatroları'nın geleneksel yapısının nasıl bozulduğunu çarpıcı bir şekilde özetliyordu. Eşofmanlı, sahne tozuna bulanmış emekçilerin yerini, gösterişli kıyafetli "yeni nesil" yöneticilerin aldığı bir dönemi betimliyordu. Yurtsever'in sözleri, tek bir oyunu yönetmiş kişilerin bile başrejisör koltuklarına nasıl oturtulduğunu ve kurumun adeta bir "Lale Devri" lüksüne dönüştüğünü eleştiriyordu.
Sayyiğit, bu örnekleri genişleterek, Türkiye'nin kadim coğrafyasındaki kültürel zenginliğin tehlike altında olduğunu vurguladı. Dilsel çeşitlilik, inançsal farklılıklar ve tarihi ilham kaynaklarının, sanatsal bir kuraklıkla karşı karşıya kaldığını belirtti. Milletvekili, bakan ve bürokratlara seslenerek, "Şimdi kültürel çeşitliliğin, dilsel zenginliğin ve inançsal farklılığın ilham verdiği kadim coğrafyamızda sanatsal bir kuraklık varsa bunun üzerine Sayın Bakan, sizlerin ve bürokratların oturup düşünmesi gerekiyor" diye ekledi. Bu çağrı, sadece bir uyarı değil, aynı zamanda bir eylem talebiydi. Komisyon, bu sözlerle yüzleşmek zorunda kaldı ve bütçe tartışmaları, sanat politikalarının geleceğine dair derin sorgulamalara dönüştü.
Olayın arka planı, Devlet Tiyatroları'nın son yıllardaki dönüşümüne uzanıyordu. Kurum, Cumhuriyet'in ilk yıllarında temellerini atan bir yapı olarak, tiyatronun halka ulaşmasını misyon edinmişti. Ancak son dönemde, popüler medya figürlerinin yönetim kademelerine yükselmesi, liyakat tartışmalarını alevlendirmişti. Tamer Karadağlı gibi isimler, televizyon ekranlarından sahne yönetimine geçiş yaparak dikkat çekiyordu. Karadağlı'nın gülüşmesi, eleştirilere karşı bir savunma mekanizması mıydı yoksa konunun ciddiyetini küçümseyen bir tavır mı? Bu soru, sosyal medyada ve sanat çevrelerinde hararetle tartışıldı. Pek çok tiyatrosever, Yurtsever gibi emekçilerin sesinin duyulmasını talep etti.
Komisyon oturumu, sadece bir bütçe görüşmesi olmanın ötesinde, Türkiye'nin kültür politikalarının bir aynası haline geldi. Liyakat prensibinin erozyona uğraması, sanatsal üretimlerin kalitesini doğrudan etkiliyor. Devlet Tiyatroları'nda yaşananlar, diğer kamu kurumlarına da örnek teşkil edebilir nitelikte. Bakanlığın bütçesi, bu eleştiriler ışığında revize edilecek mi? Yoksa popüler figürlerin yükselişi, kurumsal hafızayı silmeye devam mı edecek? Bu sorular, sanat camiasını meşgul ederken, Gülcan Kaçmaz Sayyiğit'in cesur duruşu, umut ışığı olarak parladı.
Veda Yurtsever'in hikayesi, bireysel bir ayrılık öyküsünden çok daha fazlası. 32 yıllık kariyeri boyunca, tiyatronun sahne arkasını şekillendirmiş bir isim olarak, kurumun ruhunu en iyi bilenlerden biriydi. Onun vedası, eşofmanlı günlerin nostaljisiyle dolu bir ağıt gibiydi. Takım elbiseli yöneticilerin hakimiyetinde, sahne ışıkları solmaya başlamıştı. Tek oyun deneyimli kişilerin başrejisörlük koltuklarına oturması, sanatın demokratik yapısını zedeliyordu. Yurtsever'in "kibir abideleri" ifadesi, bu yeni düzenin portresini çiziyordu: Kurumu kendilerinden üstün gören, kişisel egolarını ön plana çıkaran bir yönetim anlayışı.
Tamer Karadağlı'nın tepkisi ise, eleştirinin merkezine oturdu. Gülüşme anı, komisyonun ciddiyetini bozsa da, Sayyiğit'in hızlı ve esprili yanıtı, tartışmayı daha da alevlendirdi. Bu etkileşim, bürokratların eleştirilere karşı duyarsızlığını simgeliyordu. Üzerine alınmak, belki de bir farkındalık işaretiydi – ama yeterli mi? Sanat dünyası, bu soruya yanıt ararken, Devlet Tiyatroları'nın geleceği belirsizlikle gölgeleniyor.
Sonuç olarak, bu komisyon krizi, Türkiye'nin kültürel kurumlarının karşılaştığı derin sorunları gün yüzüne çıkardı. Liyakat, sanatsal kaygı ve kurumsal hafıza gibi değerler, popülerlik rüzgarlarıyla savruluyor. Bakanlık, bu uyarıları dikkate alacak mı? Yoksa sanatsal kuraklık, kadim coğrafyamızın zengin mirasını daha da solduracak mı? Cevaplar, önümüzdeki bütçe kararlarında gizli. Sanatseverler, bu tartışmanın takipçisi olmaya devam edecek – çünkü tiyatro, sadece sahne değil, toplumun aynasıdır.