Yerel

Büyükçekmece Adliyesi Kasasındaki Vurgun: Detaylar Gün Yüzüne Çıkıyor

Adliye koridorlarında saklı bir hazine, nasıl birden bire boşaldı? Emanet bürosundaki milyonluk kayıp, planlı bir kaçışla birleşince ortaya çıkan gerçekler, hem adalet sistemini hem de kamu vicdanını sarsıyor. Kimler ne rol oynadı, soruşturmanın derinliklerinde neler yatıyor; adım adım izini sürerek tüm sır perdesini aralıyoruz.

Adliye binaları, genellikle adaletin tecelli ettiği mekanlar olarak bilinir; ancak bazen bu kutsal sayılan alanlar, beklenmedik ihanetlerin sahnelerine dönüşür. Türkiye'de son yıllarda artan iç denetim mekanizmaları ve şeffaflık çabalarına rağmen, emanet eşyaların güvenliği gibi hassas konularda zayıf halkalar hala mevcut. Özellikle büyükşehir adliyelerinde tutulan değerli madenler, hem suç mağdurlarının hem de devletin emaneti olarak büyük sorumluluk taşıyor. Bu tür olaylar, sadece maddi kayıplarla sınırlı kalmıyor; aynı zamanda kurumlara duyulan güveni sarsıyor ve geniş çaplı soruşturmaları tetikliyor. Peki, son dönemde yaşanan bu tür bir skandalın perde arkasında neler gizli ve bu olay, adalet sisteminin genel yapısını nasıl etkiliyor? Bu soruların yanıtlarını, güncel gelişmeler ışığında adım adım keşfedelim.

Olayın kökeni, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı'na bağlı Emanet Bürosu'na uzanıyor. Bu büro, mahkeme süreçlerinde el konulan veya emanet olarak alınan değerli eşyaları saklama görevini üstleniyor; altın, gümüş gibi madenler, sıkı protokollerle korunuyor. Büronun zimmet memuru olarak görev yapan Erdal T., tam dört yıldır bu hassas pozisyonda çalışıyordu. Görevi gereği, kasalara erişim yetkisi bulunan Erdal T.'nin rutini, dışarıdan bakıldığında sıradan görünse de, aylar öncesinden başlayan bir planın parçasıydı. Mart 2025'te Birleşik Krallık vizesi alması, ilk kırmızı bayrak olarak dikkat çekiyor. Bu vize başvurusu, rutin bir seyahat izni gibi sunsa da, sonradan anlaşılacağı üzere, büyük bir kaçışın ön hazırlığıydı. Erdal T., vize sürecini tamamladıktan sonra, ailesinin geleceğini güvence altına almak için elindeki tüm varlıkları –ev, arsa, araç gibi– satışa çıkardı. Bu satışlar, nakit akışını hızlandırırken, bir yandan da şüphe çekmemek için "yatırım amaçlı" diye yorumlandı. Ancak, adliye içindeki meslektaşları arasında bile bu hareketler, hafif bir tedirginlik yaratmıştı; zira emanet memurları, genellikle uzun vadeli ve istikrarlı profillere sahip kişilerden seçiliyor.

Şimdi, asıl darbenin vurulduğu ana gelelim: 13 Kasım 2025 sabahı, saat 07:40 civarı. Erdal T., mesai başlangıcında büroya girer gibi göründü; ancak güvenlik kameralarının sonradan incelemesinde, elinde bir alışveriş arabası olduğu fark edildi. Bu araba, adliye koridorlarında nadir görülen bir araçtı ve Erdal T., içindeki yükü siyah naylon poşetlerle örtbas ederek kasalara yöneldi. Kasalar, standart prosedüre göre çift anahtarlı sistemle korunuyordu; bir anahtar zimmet memurunda, diğeri ise yedek emanet memuru Kemal D.'de bulunuyordu. Erdal T., yalnız başına hareket ederek, yaklaşık 50 kilogram gümüş ve 25 kilogram altını –toplamda milyonlarca liralık bir servet– poşetlere doldurdu. Bu işlem, tahminen 20-30 dakika sürdü; zira ağırlık nedeniyle araba tekerleklerinin koridorda çıkardığı sesler, erken saatlerde pek dikkat çekmedi. Çıkışta ise, poşetleri bir araç bagajına yükleyerek adliyeden ayrıldı. Bu hırsızlık, klasik bir "içeriden soygun" örneğiydi; kapı kilidi kırma veya alarm devre dışı bırakma gibi dış müdahaleler yoktu. Uzmanlar, bu tür olayların, çalışanların iç dinamiklerinden kaynaklandığını ve yıllık denetimlerdeki boşlukları suistimal ettiğini belirtiyor. Örneğin, Adalet Bakanlığı'nın 2024 raporunda, emanet bürolarındaki stok kontrollerinin aylık yapılması gerektiği vurgulanmıştı; ancak pratikte bu, üç aylık periyotlara kayabiliyordu.

Hırsızlığın hemen ardından, Erdal T. izini kaybettirme hamlesini hızlandırdı. 13 Kasım'dan sonraki günlerde, iş yerinde "ailevi sorunlar" gerekçesiyle kısa bir izin aldı; bu, büro personeli arasında olağan karşılandı. Ancak, kaçışın asıl tarihi 19 Kasım 2025 oldu. Saat 08:22'de, Sabiha Gökçen Havalimanı'ndan eşi Esma T. ve çocuklarıyla birlikte Birleşik Krallık'a sefer yapan bir uçağa bindi. Aile, ekonomi sınıfında seyahat etse de, bagajlarında değerli madenlerin izine rastlanmadı; muhtemelen önceden eritilmiş veya dönüştürülmüştü. Kaçış öncesi, Erdal T.'nin yakın çevresine –arkadaşlarına– verdiği bir mesaj, sonradan soruşturmada kilit delil oldu: "Allah çarşınızı pazar etsin, ben altınları sattım." Bu sözler, hem itiraf niteliği taşıyor hem de Erdal T.'nin pişmanlıksız bir ruh halini yansıtıyordu. Arkadaşları, bu mesajı ilk başta mecazi sandıklarını, ancak haberleri alınca dehşete düştüklerini ifade etti. Bu dönemde, Erdal T. ailesini de dahil ederek, Londra'da bir sığınak ayarladığına dair ipuçları var; zira vize başvurusunda belirtilen adresler, şimdi Interpol'ün radarında.

Vurgunun ortaya çıkışı ise, trajik bir gecikmeyle 1 Aralık 2025 sabahı gerçekleşti. Erdal T.'nin uzun süreli yokluğu, yazı işleri müdürü tarafından fark edildi. Hemen Kemal D. ile birlikte kasalar açıldı; manzara korkunçtu: Tamamen boşalmış, toz tanesi kalmamış. İlk inceleme, 50 kilogram gümüşün piyasa değeri yaklaşık 2,5 milyon TL, 25 kilogram altının ise 50 milyon TL civarında olduğunu gösterdi –toplamda 52,5 milyon liralık bir kayıp. Bu rakamlar, güncel kurlara göre hesaplandı ve Adli Tıp Kurumu tarafından teyit edildi. Savcılık, derhal harekete geçti; Erdal T. ve eşi Esma T. için yakalama emri çıkarıldı, Kemal D. ise gözaltına alındı. Gözaltı süresi, Sulh Ceza Hakimliği tarafından uzatıldı; zira Kemal D.'nin kasalardaki rolü şüpheliydi. Soruşturma kapsamında, emanet bürosundaki tüm personel –yazı işleri müdürü dahil– ifade verdi. Hiçbirinde suç unsuru bulunmasa da, "bilgi sahibiyim" beyanları, iç denetim eksikliğini ortaya koydu.

Soruşturmanın teknik boyutu, polis ekiplerinin titiz çalışmasıyla derinleşti. Büyükçekmece Emniyet Müdürlüğü, 1 Aralık'tan itibaren 100'den fazla güvenlik kamerası görüntüsünü taradı; Erdal T.'nin giriş-çıkış saatleri, alışveriş arabası detayı ve poşetlerin rengi gibi unsurlar, zaman çizelgesini netleştirdi. Ayrıca, HTS kayıtları –yani telefon sinyalleri– talep edildi; bu, Erdal T.'nin kaçış rotasını ve olası yardımcılarını aydınlatacak. Ev aramalarında, Erdal T.'nin evinde bulunan belgeler –vize evrakları, satış kontratları– planın uzun süredir hazırlandığını kanıtladı. Kemal D.'nin ifadesinde, "Kasaları sadece Erdal açabilirdi, ben yedek anahtarı saklı tutuyordum" demesi, sorumluluğun paylaşıldığını ima ediyor. Adalet Bakanlığı, olayın hemen ardından bir genelge yayınladı; tüm adliyelerdeki emanet bürolarında biyometrik erişim ve haftalık stok sayımı zorunlu kılındı. Bu, 2023'te benzer bir olay –Ankara'da 10 kilogramlık altın kaybı– sonrası alınan önlemlerin yetersizliğini gösteriyor.

Olayın yankıları, sadece adliye duvarlarını aşmadı; kamuoyunda geniş tartışmalara yol açtı. Ekonomi yorumcuları, değerli madenlerin emanet sistemindeki zaafiyetleri eleştirirken, "Bu, devletin kasasından hırsızlık" yorumları sosyal medyada yayıldı. Erdal T.'nin Birleşik Krallık'taki izini sürmek için Interpol'e dosya iletildi; ancak vize avantajı, iade sürecini uzatabilir. Esma T. ve çocukların durumu belirsiz; çocukların masumiyeti, uluslararası hukukta koruma altında. Kemal D.'nin avukatı, müvekkilinin "sadece ihmalden sorumlu" olduğunu savunurken, savcılık zimmet ve nitelikli dolandırıcılık suçlamalarını ağırlaştırdı. Mahalle sakinleri ve adliye çalışanları, "Güvenlik nasıl bu kadar gevşek?" diye soruyor; zira Büyükçekmece, İstanbul'un hızlı büyüyen ilçelerinden biri olarak, adli yükü artmıştı.

Gelecekte, bu skandalın dersleri ne olacak? Uzmanlar, dijital envanter sistemlerinin yaygınlaştırılmasını öneriyor; örneğin, blockchain tabanlı takip mekanizmaları, erişimleri şeffaf hale getirebilir. Adalet Bakanlığı'nın iç denetim birimi, benzer riskleri taramak için ülke çapında audit başlattı. Vatandaşlar için ise, emanet prosedürlerini sorgulamak kritik; zira bu tür kayıplar, nihayetinde vergi mükelleflerinin cebinden çıkıyor. Erdal T.'nin yakalanması, adaletin tecellisi için bir umut; ancak kaçışın üzerinden geçen haftalar, zamanın ne kadar kritik olduğunu hatırlatıyor.

Sonuçta, Büyükçekmece'deki bu milyonluk vurgun, sadece bir hırsızlık öyküsü değil; sistemdeki kırılganlıkların aynası. Planlı bir vize, sessiz bir alışveriş arabası ve boşalan kasalar... Bu zincir, hepimizi düşündürüyor: Emanetler, gerçekten güvende mi? Soruşturmanın seyri, bu soruya yanıt verecek; ama şimdilik, kamu vicdanı yaralı bir bekleyişte.