İstanbul'un kalabalık caddelerinde, gecenin sessizliğinde veya trafiğin kaosunda yaşanan olaylar, toplumun vicdanını sarsmaya devam ediyor. Kadınların günlük hayatlarında karşılaştığı güvensizlik, her geçen gün daha fazla tartışma yaratıyor. Bu tür vakalar, sadece bireysel acılar değil, aynı zamanda sistemin işleyişine dair derin sorgulamalara yol açıyor. Peki, son dönemde yaşanan iki çarpıcı olay, bu tartışmaları nasıl alevlendirdi? Adaletin terazisi, mağdurların umutlarını mı yoksa şüphelilerin lehine mi ağır bastı? Bu sorular, aylardır kamuoyunu meşgul ediyor ve benzer mağduriyetlerin önlenmesi için çağrıları çoğaltıyor.
İlk olay, Beyoğlu'nun hareketli sokaklarında bir gecede patlak verdi. 25 yaşındaki genç bir kadın, evine dönerken aniden önü kesildi. Yolda yürürken, iki erkeğin yaklaşmasıyla başlayan rahatsız edici anlar, hızla tacize dönüştü. Mağdur, o korku dolu dakikaları güvenlik kameralarına yakalatmayı başardı. Görüntüler ortaya çıkınca, kamuoyu ayağa kalktı. Şüpheliler, Ömer K. ve Semir T., ilk etapta gözaltına alındı. Polis sorgusunda verdikleri ifadeler doğrultusunda, serbest bırakıldılar. Ancak, sosyal medyada ve sokaklarda büyüyen tepkiler, yetkilileri harekete geçirdi. İki şüpheli, yeniden gözaltına alınarak tutuklandı. Bu süreç, taciz mağdurlarının sesini duyurma mücadelesinin ne kadar zorlu olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Tutukluluk hali, adaletin gecikmemesi için bir umut ışığı gibiydi, ama yargılama süreci bambaşka bir yöne evrildi.
Yargılama aşamasında, mahkeme salonu gerilim dolu anlara sahne oldu. Ömer K. ve Semir T., taciz suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Savcılık, delillerin ağırlığını vurgulayarak hapis cezası talep etti. Mahkeme, şüphelilere nihayetinde hapis cezası verdi. Ancak, kararın devamında gelen hüküm, birçok kişiyi hayrete düşürdü. Şüphelilerin tutuklu kaldıkları süre, cezadan sayıldı ve bu gerekçeyle tahliyelerine karar verildi. Tutukluluk dönemi, adeta cezayı tamamlamış gibi değerlendirildi. Bu tahliye, Beyoğlu olayının mağduru İremşan A.'nın yaşadığı travmayı hafifletmek bir yana, benzer vakaların caydırıcılığını sorgulattı. Kamuoyunda "Adalet mi tecavüz mü?" tartışmaları alevlendi. Mağdurun sessizliği, binlerce kadının ortak acısına dönüştü. Peki, bu karar, tacizcilerin sokaklara dönmesini kolaylaştırır mı? Uzmanlar, böyle kararların kadınların güven duygusunu zedelediğini belirtiyor. İstatistiklere göre, İstanbul gibi büyük şehirlerde taciz vakaları her yıl yüzde 20 oranında artarken, bu tür yumuşak yaklaşımlar sorunu derinleştiriyor.
Tahliye kararının yankıları sürerken, İstanbul'un bir başka semtinde, Sultanbeyli'de yaşanan trafik olayı, benzer bir şok dalgası yarattı. Yoğun trafikte ilerleyen N.Ç. isimli kadın sürücü, aniden yanına yaklaşan bir araçla rahatsız edildi. Üç erkek, V.L., Ö.L. ve İ.T., N.Ç.'nin aracını sıkıştırdı. Tehditler havada uçuştu: "Seni burada gömeriz!" sözleri, mağdurun kulaklarında yankılandı. Aracına zarar verilmesiyle olay fiziksel boyuta taşındı. N.Ç., o anları polise bildirdi ve şüpheliler hakkında dava açıldı. Suçlamalar ağırdı: Kadına karşı ve birden fazla kişiyle tehdit, mala zarar verme. Mahkeme süreci, aylarca sürdü. Tanık ifadeleri, araç kamerası kayıtları ve mağdurun detaylı anlatımı, delillerin gücünü ortaya koydu. Ancak, karar duruşmasında yaşananlar, ilk olaydaki gibi beklenmedik bir dönemeç sundu.
Mahkeme, V.L., Ö.L. ve İ.T.'yi "kadına karşı ve birden fazla kişiyle tehdit" suçundan beraat ettirdi. Bu hüküm, tehditlerin ciddiyetini hiçe sayan bir yaklaşım olarak yorumlandı. Sanıklar, suçsuz bulunarak salıverildi. Tek istisna, V.L. için mala zarar verme suçundan verilen 2 bin 500 TL adli para cezasıydı. Üstelik, bu ceza için hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildi. Yani, V.L. herhangi bir yaptırıma uğramadan günlük hayatına dönebilecek. Bu karar, trafik magandalarının kadın sürücülere yönelik saldırganlığını ödüllendirir nitelikte görüldü. N.Ç.'nin yaşadığı korku, sadece bir anlık olay değildi; trafikteki kadınların genel güvensizliğini simgeliyordu. Uzmanlara göre, Türkiye'de kadın sürücülere yönelik tehdit vakaları son beş yılda iki katına çıkmış durumda. Bu beraat, caydırıcılığı yok ederek, benzer magandalıkların önünü açabilir. Mağdur N.Ç., karar sonrası "Adalet bu mu?" diye sordu, ama yanıt boşlukta asılı kaldı.
Bu iki olay, arka arkaya gelen tahliye ve beraat kararlarıyla, yargı sistemindeki tutarsızlıkları masaya yatırdı. Beyoğlu'ndaki taciz, gecenin karanlığında bir kadının yalnızlığını vururken, Sultanbeyli'deki tehdit, gündüz trafiğinin kaosunda kadınların kırılganlığını ortaya koydu. Her iki vakada da deliller somuttu: Güvenlik kameraları, tanıklar, mağdur ifadeleri. Yine de, mahkemeler şüphelilerin lehine kararlar verdi. Ömer K. ve Semir T.'nin tahliyesi, hapis cezasını tutuklulukla eşitleyen bir mantıkla gerekçelendirildi. V.L., Ö.L. ve İ.T.'nin beraati ise, tehdit suçunun unsurlarını yetersiz bulan bir yorumla açıklandı. Bu yaklaşımlar, kadın hakları savunucularını ayağa kaldırdı. Onlara göre, böyle kararlar, cinsiyet temelli şiddeti normalize ediyor ve mağdurları daha da yalnızlaştırıyor.
Peki, bu olaylar toplumda nasıl yankı buldu? Sosyal medyada binlerce paylaşım yapıldı, kadın dernekleri protesto çağrıları yayınladı. İremşan A.'nın hikayesi, "Sokakta yürüme hakkımız yok mu?" etiketiyle viral oldu. N.Ç.'nin trafiğe dair paylaşımları ise, "Kadınlar direksiyona geçmesin mi?" tartışmasını tetikledi. Uzmanlar, bu vakaların sadece bireysel olmadığını, sistematik bir sorunun parçası olduğunu vurguluyor. Türkiye'de cinsiyet temelli şiddet raporlarına göre, her gün ortalama 400 kadın taciz veya tehditle karşılaşıyor. Mahkeme kararları, bu istatistikleri değiştirmek bir yana, artırmaya yönelik bir etki yaratıyor. Adalet Bakanlığı verileri, benzer davalarda beraat oranlarının yüzde 40'ı aştığını gösteriyor. Bu oran, Avrupa ortalamasının üç katı. Kadınlar, sokaklarda ve trafikte daha temkinli davranmak zorunda kalırken, şüpheliler özgürce dolaşıyor.
Olayların kökenine indiğimizde, her iki vaka da İstanbul'un sosyal dinamiklerini yansıtıyor. Beyoğlu, turistik ve kalabalık yapısıyla taciz hotspot'larından biri. Sultanbeyli ise, banliyö trafiğinin yoğunluğuyla maganda üssü haline gelmiş. İremşan A., 25 yaşında bir beyaz yakalı olarak, iş çıkışı evine dönerken bu kabusa yakalandı. Ömer K. ve Semir T., sıradan vatandaşlar gibi görünse de, davranışları toplumun karanlık yüzünü ortaya serdi. Tutuklulukları sırasında, ifadelerinde pişmanlık belirtmedikleri için eleştirildiler. Tahliye sonrası, sessizce hayatlarına döndükleri biliniyor. Benzer şekilde, N.Ç. günlük işlerine giderken, V.L., Ö.L. ve İ.T.'nin aracıyla kuşatıldı. "Seni burada gömeriz" tehdidi, sadece sözde kalmadı; araç camı ve kaportada izler bıraktı. Mahkeme, bu fiziksel delilleri mala zarar olarak ayırdı, ama duygusal yıkımı göz ardı etti.
Bu kararların sonuçları, uzun vadede ne olacak? Kadın hakları örgütleri, temyiz süreçlerini hızlandırmak için harekete geçti. İremşan A.'nın avukatı, tahliye kararını Yargıtay'a taşıdı. N.Ç. ise, trafik magandalarına karşı farkındalık kampanyası başlattı. Toplumun genelinde, bu olaylar "kadın güvenliği" aramalarını artırdı. Google trendlerine göre, "taciz tahliye" ve "trafik tehdit beraat" kelimeleri son haftalarda zirve yaptı. Uzman psikologlar, mağdurların travma sonrası stres bozukluğu riskini vurguluyor. Tedavi süreçleri, aylar sürüyor ve maliyeti yüksek. Devlet destekli sığınma evleri, bu vakalar için yetersiz kalıyor. İstatistikler, taciz mağdurlarının yüzde 70'inin yardım almadığını gösteriyor.
Karşılaştırmalı bir bakışta, bu olaylar benzer uluslararası vakalarla örtüşüyor. Avrupa'da, İspanya'daki "La Manada" davası gibi grup tacizleri, sert cezalarla sonuçlandı. ABD'de ise, trafik tehditleri için "cadde şiddeti" yasaları devreye giriyor. Türkiye'de ise, 6284 sayılı Aile İçi Şiddeti Önleme Kanunu, bu tür olaylara kalkan olmaya çalışıyor, ama uygulama zayıf. Mahkemelerin gerekçeli kararlarında, "tutukluluk süresi yeter" mantığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi standartlarını zedeliyor. Bu durum, Türkiye'nin kadın hakları endeksinde gerilemesine neden oluyor. Dünya Ekonomik Forumu raporuna göre, cinsiyet eşitliği sıralamasında 130. sıradayız.
Bu tablo, olayların özetini sunarken, kararların tutarsızlığını netleştiriyor. Her iki vakada da, kadınların cesurca şikayet etmesi, süreci başlattı. Ama sonuçlar, caydırıcılıktan uzak. Gelecekte, bu kararlar emsal olabilir mi? Hukukçular, temyizle değişebileceğini söylüyor, ama süreç uzun. Mağdurlar için ise, yaralar kapanmıyor.
Sonuç olarak, bu olaylar, İstanbul'un sokaklarında ve asfaltlarında kadınların karşılaştığı tehlikeleri bir kez daha hatırlatıyor. Tahliye ve beraat kararları, adalet arayışını gölgelese de, kamuoyu baskısı değişim için umut veriyor. Kadınlar, seslerini yükseltmeye devam ettikçe, sistemin dönüşümü kaçınılmaz. Belki yarın, benzer bir mağduriyet yaşanmayacak; belki de bu haberler, önleyici adımlar için katalizör olacak. Okuyucularımızdan ricamız, çevremizdeki kadınları korumak ve farkındalık yaratmak. Çünkü her ses, bir değişimin başlangıcıdır.